Bir dijital darbe girişimi...

Prof. Dr. HÜSAMETTİN ARSLAN
22.06.2013

Türkiye’de “dua” edenler Allah’ın evinin “kalpleri” olduğuna inanıyorlar. Unutmayalım ki memlekete bağlılık ve sevgi, içki şişesine, dijital aristokrasinin efendilerine bağlılıktan çok daha güçlü bir sevgi ve bağlılıktır.


Bir dijital darbe girişimi...

Gezi Parkı olayı, bu olayı gerçekleştiren “direnişçiler”in amaçları dikkate alındığında “çevre”  sorunundan doğan bir sorun değildir; polis hak ve salahiyetleri sorunu, orantısız güç kullanımı sorunu; Başbakan’ın üslubu sorunu değildir; ezilen halklar sorunu değildir; iktidarın halkın “yaşam tarzına” müdahalesinden doğan bir sorun değildir. Asıl sorun başkadır. Olayın aktörleri on yıl öncesindeki gibi “şeriat” tehlikesinden söz edemiyorlar artık; “şeriat tehlikesi”nin yerini “yaşam tarzlarına müdahale” aldı. Değişen aktörler değil, sadece “kılıf.” “Şeriat tehlikesi” eski kılıftı; “yaşam tarzlarına müdahale” yeni kılıf. Gezi Parkı’nda dolaşan “Anti-Kapitalist Müslüman”lar; “taş atmayın” diye bağıran adrenalin düşkünü öğrenciler olayın kendisini gizleyen aksesuarlardan (zavallılardan) başka bir şey değil; çünkü bu “taş atmayın” tavrı hiçbir işe yaramamıştır.  

Bütün medyamız Gezi Parkı’nın sonuçlarını tartışıyor; polis şiddeti, niteliksiz bir kalabalığın küfretmekten şehir kanalizasyonuna dönüşen nefes borusu; kamu mallarını tahrip ve sonu gelmeyecek bir kim haklı kim haksız tartışması. Bütün bunlar olayın kendisi değil, sonuçları. Sonuçlarını gevelemekten, olayın kendisini gözden kaçırıyoruz. Sorun Gezi Parkı direnişi denilen direnişin başlama hamlesinin bizatihi kendisi; sorun bu başlama hamlesini, bu “direnişi” tezgahlayan aktörler, bu aktörlerin niyetleri ve bu niyetleri besleyen zihniyettir.  Gezi Parkı olayının “Türk Baharı” olmasını önleyen şey işte tam da budur.

Çünkü Gezi Parkı’nda başka her şey vardı: devrimci savaş naraları, devrimci küfür, bira, çadır, gaz maskesi, molotof, çelik misket ve cep telefonu şarjı, Marksist savaş müfrezeleri,  kitaptan ve kalemden nasibini alamamış, twitter dedikodularıyla yaşamak dışında hiçbir esprisi olmayan kalabalık bir “magazin” ya da “lümpen” öğrenci kitlesi;  Gezi Parkı’nda başka her şey vardı Türkiye yoktu, Türkler yoktu, Kürtler, Boşnaklar, Gürcüler, Lazlar, Çerkezler yoktu ve onların problemleri yoktu; tam tersine Levanten’ler, uluslararası savaş muhabirleri ve onların Taksim ve civarında yaşayan Türkiyeli dostları vardı. “Uçan sınıf”ın çocukları vardı. Başka her şey vardı; memleket yoktu (unutmayalım ki çevre memlekettir); Camileri, Kiliseleri, Havraları ile “Aziz İstanbul” yoktu; seksüel, transseksüel, “sömürgeci” lümpen bohemyalarıyla “Ulan İstanbul” vardı.  Önce olayı, sonra sonuçlarını tartışmalıyız, önce sonuçlarını sonra olayın kendisini değil; tartışmaya olayın kendisinden başlarsak memleketimiz için daha iyi bir şey yaparız. Sorun yok, olayın sonuçlarını da tartışabiliriz ve bu da yararlı olacaktır.

Reel ve dijital toplum...

Gezi Parkı hadisesi “devrim” değil bir “darbe” girişimidir; askeri ya da militer darbelerden umudunu kesmiş politik grupların Batılı dijital efendilerinin desteğinde gerçekleştirdiği bir eylemdir; bütün yeniliği buradadır; eylemi gerçekleştiren politik aktörler eskiden generallerin desteğine başvururlardı veya generaller onların desteğine başvururlardı, bu olayda Batılı dijital medya efendilerinin desteğine başvurdular veya Batılı dijital medya efendileri onların desteğine başvurdu. Bu denklemi ya da ilişkiyi istediğiniz gibi kurabilirsiniz. Gezi Parkı’nın “masum” (!) çevreci militanları, kendileri farkında olmasalar da, dünya-ölçekli bir dijital ordunun “gönüllü” neferleridir.

Biraz sosyoloji, biraz felsefe yapalım ya da biraz düşünelim. Dünyadaki “reel toplum”a yeni bir toplum tipi daha eklendi: Diji-toplum ya da dijital/sanal toplum. Marx kapitalist toplum analizinde ilhamını buhar makinasından almıştı;  dijital ya da sanal toplum kavramı ilhamını dijital teknolojiden alıyor. Diji-teknoloji “görme”nin mantığını izler; görmek egemen olmaktır; görme bir iktidar formudur. Dijital teknoloji “dijital” olması hasebiyle, taşa, copa, gaza, molotofa sıra gelmeden çok daha önce “şiddetin” ta kendisidir. Dijital teknoloji yeni bir şiddet formudur.  Artık dünyada reel toplumun yanı başında, ona bir ilave, bir ek, bir zeyl olarak dijital toplum var. Her toplum gibi dijital toplum da “piramidal.” Onun da alamet-i farikası eşitlik değil, eşitsizlik. Orada da dünya ölçekli bir güç ve iktidar hiyerarşisi var. Dijital toplumun da yukarısı ve aşağısı var; dijital toplumda dijital efendilerden (patriciler) ve dijital pleplerden (kölelerden); dijital burjuvaziden, dijital orta sınıftan ve dijital proleteryadan söz edebiliriz. Bu toplumun yönetim biçimine “dijital aristokrasi” diyebiliriz. 

Dijital aristokrasinin de her yönetim biçimindeki  gibi dijital yurttaşları vardır; her internet kullanıcısı şu ya da bu oranda dijital yurttaştır.  Dijital yurttaş “sanal” yurttaştır; reel yurttaş değil. Dijital toplumun sanalitesi realitesidir ve varlığı reddedilemez. Her toplumun “ideal” tipleri vardır; dijital toplumdaki ideal sanal şahsiyet “hekır”dır (hacker).  “Hekır” yeni kahramandır; dijital toplumun ya da aristokrasisinin Robin Hood’udur. Diji toplumda her çocuğun ideali “hekır” olmaktır. Dijital toplumun efendileri “hekır” askerler ve polisler kullanır; dijital proleterya da efendilere direnmek için proleter hekır’lara başvurur; dijital toplum “hekır” kahramanların işbaşında olduğu bir savaş alanıdır. Buna siber savaş diyorlar. Dijitokratik toplumda efendiler nerededir? Her yerde değil, bir yerde, Silikon Vadisi’ndedir; Silikon-Vadisi dijital kapitalizmin merkezidir. “Big Brother” Silikon Vadisi’nde ikamet eder. Dijital teknoloji her şeyi görünür kılar; bir tek Big Brother’ı gizler. Dijital teknoloji her şeyi görür; kendisini göremez. Dijital proleterya nerededir? Her yerde. Sözün gelişi, Dijital proleterya Gezi Parkı’nda, kendisini, Silikon Vadisi’ndeki efendilerle işbirliği yapan Gezi Parkı tezgahlayıcılarının ellerine teslim etmiştir. Türkiye’deki polis örgütü ya da devlet henüz kendi hekırlarını yetiştirememiştir ve Taksim’deki dijital direnişte her şeyi eline-yüzüne bulaştırmıştır. Buradan dijital akademik entelektüellerin dijital narası yükselmiştir: Kazandık! Bu bir Pirus zaferi. Reel halkın değil, dijital emperyalizmin zaferi; dijital kapitalizmin zaferi. Gezi Parkı aktivistleri parkını ve sokaklarını işgal ettikleri ülkenin iktidarını devirmek, ona direnmek için Silikon Vadisi’ndeki efendileriyle işbirliği yapmıştır. Bu efendiler küresel güçlerdir; Avrupa Birliği, CNN, BBC, Routers ve diğerleri. Gezi Parkı olayı emperyal güçlerle işbirliğinin tescilidir. Artık ordudan destek alamayacağınıza göre, kendi ülkenizdeki iktidara karşı, küresel iktidarlardan destek alabilir ve bunun adını “demokratik direniş” koyabilirsiniz. Öyle mi?  Veya şöyle düşünelim: Küresel güçler yönetmek istedikleri ülkelerde işbirliği yapacak generaller bulamadıklarında kendilerine yeni generaller, dijital generaller ve dijital bir halk bulabilir. Eğer bunun farkında değilseniz Gezi Parkı’nda ne işiniz olabilir! IMF’ye kafa tutmak gibi bir muhalif tavrın karşısında, Taksim’de “direniş”in, Taksim’de “muhalefet”in ne anlamı olabilir! Hem de “sol” adına nasıl IMF ile aynı saflarda yer alabilirsiniz! Ak Parti küresel güçlere karşı, Gezi Parkı aktivistleri Ak Parti’ye. Ülke içi söz konusu olduğunda iktidara karşı; ülke dışı söz konusu olduğunda emperyal/küresel güçlerin yanında. Kim gerçek muhalif Ak Parti mi, siz mi? Şöyle bir formülasyona hazır mısınız? Türkiye’de bir radikal Marxist’i kazırsanız altından CHP’li çıkar; fakat bir CHP’liyi kazırsanız altından Marxist çıkmaz. Gezi Parkı işte budur. 

Gezi’ye düşen spiritüel bomba

Sadede gelelim: yanılmıyorsam olayların yedinci gününde Gezi Parkı’nın ortasına bir “spiritüel” bomba düşmüş ve Gezi Parkı’nın defterini dürmüştür. Bu bomba resimli bir trajik hikayedir: Menderes: Seçtik astınız; Özal: Seçtik, zehirlediniz; Erdoğan: Yedirmeyiz. Bu büyük bir keşiftir ve Gezi Parkı’nın bütün mantığını yerle bir etmiştir. Fakat bu hadiselerin ortasında en az bunun kadar büyük bir başka keşif daha yapılmıştır: “Dua direniştir.” Gezi Parkı ile Miraç Kandili (Üç Aylar) mutlu bir tesadüfle aynı zamana denk gelmiş ve Türkiye’nin gerçek halkı (sanal halkı değil) Eyüp Sultan’a akmıştır. Bir başka direniş de orada gerçekleşmiştir: Twit’e ve twitter’e karşı secde ve dua. Dua etiktir; dijital teknoloji ve twit etik değildir. Hala “dua”nın bilimdışı, irrasyonel, “gerici” olduğunu düşündüğünüzden eminim. Dijital entelektüeller TV ekranlarından Gezi Parkı’ndakilerin algısının “en azından bir algı olarak reel olduğunu” söylüyorlar; doğru, bir “algı” olarak reel; fakat bir realite olarak “dua” Gezi Parkı proleteryasının algısından çok daha “reel.” Çünkü “dua” “twitter mesajından” çok daha reeldir. Dua reel, twitter mesajı sanaldır. 

Bu pencereden bakıldığında Gezi Parkı bir başka anlamda İkinci Türk Baharı’dır. Gerçek Bahar; IMF’ye hayır demenin Türkiye gibi bir ülkede ne anlama geldiğini bilenlerin baharı. Sokaktaki insanı anlama ferasetine sahip herkes bunu anlayabilir. 

Memleketimizi ne zaman anlayacaksınız acaba? Halkımızı ne zaman anlayacaksınız acaba? Bu ülkede sömürgeci mantalitesiyle yaşamaktan ne zaman kurtulacaksınız? Halk sizi beklemekten yoruldu. Sömürgeciler bile Türkiye’de yaşayan halkı sizden daha iyi anlamışlardı. 

Söyleyeyim: Türkiye’de “dua” edenler Allah’ın evinin “kalpleri” olduğuna inanıyorlar. Dua edenler size sadece Tayyip Erdoğan’a küfrettiğiniz için, Ak Parti’ye karşı çıktığınız için değil; çok daha önemlisi memleketlerine karşı emperyalistlerle işbirliği yaptığınız için karşılar. Unutmayalım ki memlekete bağlılık ve sevgi içki-şişesine, dijital aristokrasinin efendilerine bağlılıktan çok daha güçlü bir sevgi ve bağlılıktır.       

     [email protected]