Bir hukuk faciası

Hamit Emrah Beriş / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
27.05.2022

Toplumsal hafızadaki izleri yıllar sonra bile devam edecek üç idam hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti. Siyasetin o günlerle hesaplaşması için uzun yılların gerekti. Yassıada'nın adı, 2013 yılında "Demokrasi ve Özgürlükler Adası" şeklinde değiştirildi. 27 Mayıs 2020 günü, yani darbenin altmışıncı yıldönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Ada halka açıldı.


Bir hukuk faciası

27 Mayıs darbesi Türkiye'nin yalnızca demokratik hayatı için değil, hukuk tarihi için de kara bir sayfadır. Yassıada Mahkemelerinde sanıkların savunma ve adil yargılanma hakları ihlal edildi. Darbeden sonra yapılan bir düzenlemeyle Demokrat Parti yöneticilerinin Yüksek Adalet Divanı adı verilen özel bir yargı merciinde yargılanmaları hükme bağlandı. Bu özel mahkemenin başkanlığına Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol, başsavcılığına ise Ömer Altay Egesel getirildi. Yargılamaların gözaltına alınan DP yöneticilerinin daha ilk günlerde götürüldüğü Marmara Denizinin ortasındaki Yassıada'da yapılması kararlaştırıldı. Mahkeme için bir adanın seçilmiş olması darbecilerin bir isyan çıkarılıp tutuklu kişilerin cezaevinden kaçırılma kaygısından kaynaklanıyordu. Darbeciler, kaçış tehlikesini o kadar ciddiye alıyordu ki iki vatandaş, Yenikapı'dan denizin altından tünel kazarak Menderes'i Yassıada'dan kaçıracakları iddiasıyla yargılandı ve bir seneden fazla cezaevinde kaldı.

Yassıada yargılamaları 14 Ekim 1960 günü başladı. 19 ayrı davada 395'i milletvekili olmak üzere toplam 592 sanık bulunuyordu. En geniş kapsamlı dava, neredeyse tüm DP yöneticilerinin yargılandıkları 401 sanıklı Anayasayı İhlal Davasıydı. Köpek Davası ve Bebek Davası gibi başta olmak üzere yargılamaların çoğu hukuk skandalı niteliği gösteriyordu.

Davaların başlamasının ardından Millî Birlik Komitesi tarafından Dolmabahçe'de bir irtibat ofisi açıldı. Yassıada'ya mahkeme heyetinin, avukatların, sanık yakınlarının ve diğer görevlilerin gidişi bu ofis tarafından sağlanıyordu. Hâkimler için Heybeliada'da bir otel kiralanmıştı, bunlar hafta içi otelde kalıyor, hafta sonları ise İstanbul'a geçiyorlardı. Ayrıca mahkemeye gidecek izleyiciler de yine ofis tarafından Şehir Hatlarından alınan "bahçe tipi" iki vapurla taşınıyordu. İşin ilginç yanı mahkemeleri izlemek isteyen vatandaşlar İrtibat Bürosundan 7,5 liraya satılan biletlerden almak zorundaydı. Büro, aynı zamanda Yassıada'da Ordu Foto Film Merkezi tarafından çekilen fotoğrafları da basın organlarına açık artırma usulü satıyordu.

Tarihe geçen savunmalar

Yargılamalarda ilk sözleri Menderes'in avukatlarından Talat Asal ve Burhan Apaydın aldı. Aslında savunmaların başlaması Mahkeme Başkanı Başol'u da oldukça rahatlatmıştı. Zira mahkeme heyetinin en büyük korkularından biri, tutukluların normal hukuk sistemi dışında kurulan bu mahkemenin meşruiyetini reddederek savunma yapmamalarıydı. Apaydın savunmasında tarihte ilk kez darbecilerin halkın seçilmiş temsilcilerini yargılayacağını söyledi. Avukat Apaydın ilerleyen günlerde Menderes'e atfen Namık Kemal'in ünlü "Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten" beytini okuyunca tutuklandı. Menderes'in diğer avukatı Asal da savunmasında "güneş batarken gölgeler büyük olur Reis Beyefendi" deyince mahkeme heyetinin gadrine uğrayacak ve tutuklanacaktı.

Sanıklardan ilk sözü Menderes aldı. Menderes, diğer mahkûmlardan tecrit edildiğini ve avukatlarıyla bile çok kısa bir süre görüşebildiğini söyledi. Menderes'in nazik tavrına karşı Cumhurbaşkanı Bayar, oldukça dik duruyor ve mahkeme heyetine sert cevaplar vermekten kaçınmıyordu. Mahkemelerde sanıkların savunma hakları açıkça ihlal ediliyor, avukatlarıyla doğru düzgün görüşmelerine izin verilmiyordu. Davaların başlamasına birkaç gün kala Fatin Rüştü Zorlu, kendileriyle görüşmesine izin verilmediği için ailesi tarafından tutulan avukatların adlarını bile bilmemekten şikâyet ediyordu. Hasan Polatkan da dilekçesinde avukatlarıyla sadece beş dakika görüşmesine izin verildiğini söylüyor, bu kadar kısa bir sürede ne görüşebileceğini soruyordu.

Duruşma sırasında bazı sanıklar eğilmeden savunmalarını yaptılar. Eski Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri, savunmasında DP iktidarında ülkenin kat ettiği mesafeyi anlattı. İleri, CHP'ye de yüklendi ve ironiyle aslında memlekette siyasî iktidar sadece CHP'ye bırakılsa darbeye gerek olmayacağını söyledi. Bu sözlerinin ardından Mahkeme Başkanı Başol tarafından savunması yarıda kesilen İleri salon dışına çıkarıldı. İleri'nin cezaevindeki oda arkadaşı Sebati Ataman aslında sözlü savunma yapmayacaktı. Ama bu olay üzerine kürsüye geldi ve sanıklardan Samet Ağaoğlu'nun ifadesiyle "hayatının belki de en güzel konuşmasını yaptı." Ataman, daha sonra Ağaoğlu'na "düşünceler ve duygular gökten inen beyaz kanatlı güvercinler gibi başıma üşüşüyordu" diyerek o anlarda yaşadığı ruh halini anlatacaktı.

DP milletvekili Nusret Kirişçioğlu savunmasında İzmir Suikastı davasında yargılanan ve mahkûm edilen, ancak o sıralarda yurtdışında olduğu için cezası infaz edilemeyen Rauf Orbay'ı örnek gösterdi. Orbay, uzun yıllar sonra aklanması şartıyla ülkeye dönmüştü. CHP, Orbay'ı milletvekili seçtirdiği gibi adil şekilde yargılansaydı kesinlikle beraat edeceğine dair bir beyanname de yayınlamıştı. Kirişçioğlu, bu durumu örnek gösterdi ve sordu: "Evet hâkim beyefendiler, beraatının muhakkak olacağı kanaatine varılmış. Peki ya idam olunanlar? Bunların vicdan azabını kimler pay edecek, vaziyeti telafi nasıl mümkün olacak?"

Hamile olduğunu sakladı

Kadın milletvekillerinden Necla Tekinel, Ada'ya geldiğinde hamileydi ama kendisine ayrıcalıklı muamele yapılmaması için bunu sakladı. Yargılamanın devamı sırasında hastanede bir erkek çocuk dünyaya getirdikten sonra Yassıada'ya geri döndü. Tekinel, DP'nin son döneminde daha özenli ve dikkatli bir tutum benimsenmesi için Menderes'e bir mektup yazan yirmi milletvekili arasındaydı. Savunmasını yapan ve kendisi gibi avukat olan eşi İsmail Hakkı Tekinel bu mektubu lehlerinde delil olması için mahkemeye sunmak istedi. Necla Tekinel, bu teklife şiddetle karşı çıkıp ve eşini avukatlığından azletti. Bir sonraki duruşmada eşini tekrar avukatların arasında görünce mahkeme başkanına "Siz ne biçim hâkimsiniz, azlettiğim avukatın ne işi var orada?" diyerek çıkıştı. Hüküm giyen Tekinel cezaevinden çıktıktan sonra yerini eşine bile söylemediği mektubu yırtıp attı.

Bu savunmalar Mahkeme heyetinin DP'lilere karşı tutumunun sertleşmesine neden oldu. Duruşmaların son gününde celse kapanmadan on dakika önce Hasan Polatkan'ı kürsüye çağırdı. Başol, Polatkan'a sordu: "Müdafaan kaç sayfa?" Polatkan notlar müsvedde halinde olduğu için sayfa sayısı veremeyeceğini, ancak savunmanın on dakikada biteceğini sanmadığını söyledi. Başol, "Öyle şey olmaz, kısa kes, az konuş! Sen zaten, diğer davalarda da uzun müdafaa yaptın." diye çıkıştı. Polatkan, "Hayatımın mevzubahis olduğu bir meselede son sözlerimi söylememe müsaade edin efendim" diye rica edince Başol "Olmaz, kısa kes, az konuş!" diye tekrarladı.

'Müdafaa yapma'

Polatkan yeisle, "Öyle ise müdafaa yapmayayım mı?" diye sordu. Başol "Yapma!" diyerek celseyi sonlandırdı. İdam cezası verilecek bir sanığın son savunmasını yapmasına bile izin verilmemişti. Başka bir sanık olan Gümrük ve İnhisarlar Bakanı Hadi Hüsman'ın elindeki metni gören Başol, kızarak "Bunların hepsini okuyacak mısın?" diye sordu. Hüsman "O halde müdafaa yapmıyorum!" diye tepki gösterince de Başol "Yapmazsan yapma. Gelmiş buraya tomarlarca müdafaa yapıyor" diyecekti. Başol'un sanıkların savunma sırasında sözünü kesmesi ve onları azarlaması sıradan bir durumdu.

Zulüm ve işkence dolu günler

Duruşmalar dışında tutukluların Yassıada'daki her günü eziyet ve işkenceyle geçiyordu. Tutuklular gelmeden her koğuşa dinleme cihazı yerleştirilmişti. Bu şekilde Ada Komutanı Tarık Güryay tüm konuşmaları dinliyor ve MBK'ya rapor veriyordu. Başbakan Menderes ve tüm DP yöneticileri hem fizikî hem de sözlü şiddete maruz bırakılıyordu. Bazen daha da ileriye gidiliyor ve bazı tutuklular çeşitli nedenlerle "Bizans zindanı" adı verilen bir hücreye atılıyorlardı. Eski İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay zindanda gördüğü işkence sonucu hayatını kaybetti.

15 Eylül 1961 günü yapılan son duruşmada karar açıklandı. 15 sanık idam cezasına çarptırılmıştı. İdamların infaz edilmesi için hükmün MBK tarafından onaylanması gerekiyordu. Mahkemenin kararları akşamüstü 18 sularında askerî bir uçakla MBK'nın önüne getirildi. 11 aydan fazla süren davada yüzlerce klasör vardı. Karar bile 500 sayfadan fazlaydı. Ancak MBK jet hızıyla Bayar, Menderes, Zorlu ve Polatkan hakkındaki hükümleri onayladı. Ardından yaşı nedeniyle Bayar'ın cezası müebbet hapse çevrildi. İnfaz emri yine uçakla Ada'ya yollandı.

16 Eylül 1961 günü sabaha karşı koridorlarda ayak sesleri duyuldu. İnfazların başladığı anlaşılıyordu. Gün ağarmadan idam sehpasına ilk olarak Maliye Bakanı Hasan Polatkan getirildi. Son sözü "Karıma ve çocuklarıma söyleyin, suçsuzum. Allah'a ve vicdanıma güveniyorum. Aynı sözleri anneme ve kardeşlerime de söyleyin" oldu. İkinci sırada Zorlu vardı. Sehpaya giderken cezaevi komutanı Güryay'a idam edilenler arasında kaçıncı sırada olduğunu sordu. Güryay, "ne baştasın ne de sonda" deyince gülümseyerek Arapça olarak "Hayru'l umûri evsâtuhâ" hadis-i şerifini okudu ve "en hayırlısı her işte ortada olmakmış" dedi. İdam sehpasına çıktığında elleri titreyen cellada "Oğlum ne titreyip duruyorsun? İlmik senin değil, benim boynuma geçecek." diye takıldı. İlmik boynuna geçirilip hüküm okunduktan sonra, "Allah memleketi korusun, haydi Allahaısmarladık' dedi ve ayaklarının altındaki sandalyeye tekmeyi kendisi attı.

Menderes'in idamı, rahatsızlığı nedeniyle ertesi güne kalmıştı. Normal şartlarda idam cezaları tan vaktinde infaz edilirdi. Ancak Menderes 17 Eylül günü öğle sularında kürsüye getirildi. Başsavcı Egesel son anda değişebilecek bir kararın gelmesinden endişe ettiğinden aceleyle infazın yapılmasını istiyordu. Telkin için gelen hocayla baş başa görüşmek istedi, ancak buna izin verilmedi. Başsavcı, "Mahkeme için kusura bakmayın. Görev icabı..." deyince her zamanki nezaketiyle "Hiç küskünlük duymuyorum. Kimseye dargın değilim." diye cevap verdi. Son arzusu sorulunca "Şerefle yaşadığımın ve suçsuz olduğumun bilinmesidir" diye cevapladı. İlmik boynuna geçirilince "Vatan sağ olsun" dedi. Cellat altından sehpayı çekilirken "Allah" diye bağırdı. Son sözü Allah oldu.

İade-i itibar

Toplumsal hafızadaki izleri yıllar sonra bile devam edecek üç idam hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti. Siyasetin o günlerle hesaplaşması için uzun yılların gerekti. Yassıada'nın adı, 2013 yılında "Demokrasi ve Özgürlükler Adası" şeklinde değiştirildi. 27 Mayıs 2020 günü, yani darbenin altmışıncı yıldönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Ada halka açıldı. Bunun ardından TBMM Başkanı ve Tekirdağ Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Şentop'un öncülüğünde bir grup milletvekili, Yassıada Mahkemelerinin tüm sonuçlarının kaldırılmasını içeren bir kanun teklifi sundu. Teklif, Genel Kurulda kabul edildi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalandıktan sonra 1 Temmuz 2020 günü Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kanunla, "varlığı hukuki dayanaktan mahrum Yüksek Adalet Divanının hükümsüz hale gelen bütün kararlarının adli sicil ve her türlü arşiv kayıtlarından silinmesi" hükme bağlandı. Böylece milletin vicdanında çoktan mahkûm olan Yassıada yargılamalarının hukuksuzluğu Meclis tarafından da tescil edildi.

@heberis