Bir imkân olarak geçmiş manzaraları

ASIM ÖZ/ Yazar
17.03.2019

“Geçen günle işimiz yok” demeyen Uğur Kökden’in olağanüstü olaylar içeren “zaman tanıklığı”  Unutmayı Bir Öğrenebilsem kitabıyla sınırlı değil. Tedirgin zamanlardan darbeler çağına, cezaevleri döneminden dünya gerçeklerini ölçüp tartan diğer kitaplarına uzanır onun geçmişe açılan kapısı.


Bir imkân olarak geçmiş manzaraları

Türkiye’de edebiyat ve düşünce dünyası 1960’lardan sonra köklü değişikliklere sahne oldu. Siyaset hemen her şeyi kuşatan bir olguya dönüşürken eşzamanlı olarak toplum, tarih, sanat, edebiyat ve sinema tartışmaları artan oranda süreli yayınlarda kendisine yer bulmaya başladı. Dünyada olup bitenler de ülkedeki siyasi ve kültürel gelişmelere damga vuruyordu. Hızla değişen yayın ortamında eskiden kritik öneme sahip çevrelerin yanında yeni mahfiller bir dizi kritik meseleyi de gündeme getirmişti. 1940’lardan 1960’lara dek etkisini gösteren kişi-ler/tartışmalar belli ölçü-de yekpare ve değişmez olduğu düşünülen yayınlar da artık farklılaşıyordu. Hiç şüphesiz bütün bu gelişmeleri en sahici biçimde çeşitli anılarda ve günlüklerde takip etmek mümkün… Çünkü bir bireyin, kendisine ve başkalarına ait olguları kaydetmesi ve yansıtması aynı zamanda bir biçimde toplumu etkiler, değiştirir, dönüştürür. Ancak hafıza endüstri-sinin girdabına kapılmamak da bir o kadar önemli.

Anılar, izler ve izlenimler

Uğur Kökden, 1934 Çorum doğumlu, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirip aynı üniversitede Su Yapıları ve Barajlar Kürsüsü’nde asistanlık yaptı. Paris’te barajlar konusunda proje mühendisi olarak çalıştığı 1961-66 yılları arasında solun ve üçüncü dünyacılığın yükselişine yakından tanıklık etti. Üniversite yıllarından itibaren edebiyata ve sanata ağırlık veren bir okuma gündemine sahip olduğunu denemeler toplamı ortaya koyar.

 Geçen zamandan izler, ânlar ve anılar aktaran Uğur Kökden’in Unutmayı Bir Öğrenebilsem (2019)  adlı kitabı, kendi-sinin temsil ettiği düşünce tarzının nasıl teşekkül ettiğini gözler önü-ne serer. Alışılagelmiş gövdeli ve göbekli anılar-dan uzak eserinde yazar, sayısız gözlem, karşılaşma, tefekkür, tecrübe ve tartışma sunar; aynı zamanda dünyada yaşananlara da tanıklık eder: Kore Savaşı, Cezayir Bağımsızlık Savaşı, İspanya İç Savaşı’nın geciken hesaplaşmaları, Küba Bunalımına dair değinmeleri bu bağlamda bilhassa açıklayıcıdır. Zaten Kökden için unut-mamak, hatırlamak saydamlığın, muhasebenin ve sorumluluğun bir gereği.  Eserin anılara ilişkin bir “usul” yazısıyla açılması da bununla ilgili. “Işıkta yüzen anılar”ın yan yana geldiği kitabında zaman tanıklığı çerçevesinde şöyle diyor: “Anılar, bir açıdan geçen zamana kalemin meydan okuyuşu sayılır. Ama bu eşitsiz savaşın kısa vadeli yenileni, kuşkusuz gene de doğ­rudan anı sahibinden başkası değil. Çünkü anılar okunur, unutulur ya da zaten unutuluyor, okunmuyor. Buna karşılık, devlere karşı savaşın uzun vadedeki galibine gelince, o her şeyden önce zaman, sonra da yaşamın sınırlı ve geçici sahibi; yani anıların doğrudan doğruya öznesi...”

Geçmişin yazıyla ve sözle geri dönmesi her zaman kurtarıcı bir hatırlama ânı olmayıp,  şimdiyle doğrudan bağlantılı-dır.  Gençliğin solmasını telafi eden gevezelikten uzak durmayı yeğ-leyen Uğur Kökden, geçmişten, bugünü askıya almadan ve çoğu kez geleceği de içerecek bir şekilde bahseder.  Bu bakımdan yıllar arasındaki düzensiz mekik do-kumalarla oluşan zaman-sal yapı karmaşıklaşır. Çağrışımın şimşeğini kullandığından okundukça yeniden keşfedilir, sürekli bir kazıdır metinleri; hiçbir zaman sesini yükseltmez ama içimizde yankılanır. Hiç şüphesiz denemeleriyle öne çıkan Kökden anılarında düşünsel konumunu koruyabilen az sayıda isimden biri. Hatırlamaya çok fazla değer verir-ken düşünmeye yeteri kadar değer vermeyenlerden değil. Denemelerinde olduğu gibi anılarında da Batı’nın dizgin-lenemeyen egemenlik hırsı ve kör büyüme tutkusunu eleştirir. Bunun bariz sebepleri arasında denemelerinin dai-ma işaret ettiği gibi edebiyatı, resmi, müziği, sinemayı ve diğer alanları bir araya getirmesi; bunların birbiriyle ilişkisini okurlarıyla paylaşma sorumluluğu taşıması yer alır.

Geçmemiş olan geçmiş

Yaklaşımı, seçimi ve meseleleri değişik olan Unutmayı Bir Öğrenebilsem’deki “portre” anıların hemen hepsi bir boy aynasındaki görüntülerdir; bunlara zaman, iklimler, ülkeler ve insan-lar eşlik eder. Uğur Kökden’in zaman tanıklığın-dan kesitler sunan anıları, aile tarihinden çocukluğuna, kavruk geçen ilk gençliğinden altı yıl kesintisiz bulunduğu Fransa’ya, Bağdat’tan Cezayir’e, Anadolu’dan İspanya’ya, Mekke’den Afrika’ya uzanır. Bu açıdan kitap, “uzak anıla-rı, uzak özlemleri ve uzak iklimlerin kışkırttığı nice sahipsiz sevgileri ve yarım kalmış anıları” çerçeveler. Her ha-lükârda, hâlâ geçmemiş olan bir geçmişin karşısındayız gibidir. Uğur Kökden,  1960’lı yıllarda Paris’e gittikten sonra önüne yeni bir sayfa açılır. Yurt dışında dünyayı ve onun gerçeklerini ölçüp tartmakla geçen bu dönemde Mad-rid’den Moskova’ya pek çok şehri görerek hafızasına ve bilincine kazır. Görünüşe bakılırsa bu kazıma onun üniversi-te hayatındaki iklimden ve ortamdan bambaşka bir dünyaya yönelmesinin de kapısını açar. Denebilir ki, bu yüzden 1950’lerin ikinci yarısına ilişkin anlatımları daha hızlı akar. Oysa anıların bu kısmı kendinden feragat etmeden eski arkadaşlıkların hatta dostlukların izlerini yansıtabilirdi. Ne var ki Kökden, “Neyi kaybettiğimi bana sorma/ Hâlbuki biliyor olmalıyım” dercesine Kadırga Öğrenci Yurdundan birkaç kesit aktarmayı tercih etmiş. Aslına bakılırsa bu du-rum, geçmişin kamusal ya da özel kararların ötesinde kolay kolay baş edilemez unsular içerdiğini ispatlar.

Yeryüzü yalnızlığı

Dün ve bugün arasında sağlam köprüler kuran Uğur Kökden, Paris’te savaş sonrası Batılı entelektüellerin yaşam bölgelerinin izini de sürer. Örnek vermek gerekirse buradaki kahvehane-lerde Sartre başta olmak üzere bir dizi dü-şünür ve sanatçıyla karşılaşır, onlar üzerinden çeşitli alanlara yönelir. Gelgelelim fasılalı yazıldıklarından hafızanın yanlış hatırladığı eserler de vardır. Sözgelimi Simone de Beauvoir’ın yaşamöyküsünün üçüncü cildinin adı ilkin Olayla-rın Zorlayışı (s.70), ilerleyen sayfalarda ise Olayların Gereği (s.75) şeklinde geçiyor. Bu arada öncelikli ilgi alanları dı-şında kalan kitaplara atıf yaparken yayın dünyasındaki “sahte” eserden haberdar olmamaktan kaynaklanan önemli bir hatası var. Kökden, siyasi anılar çerçevesinde gazeteci Sabahattin Selek tarafından hazırlanan ve Selek Yayınevi neşriyatından çıkan Abdülhamid’in Hatıra Defteri kitabının adını anıyor. Belli ki Ali Birinci’nin eserin dayandığı mal-zemenin, tarihi bakımdan sorunlu olduğuna dair Dîvân dergisinde (2005, sayı: 19) yayımlanan kritiğinden haberdar değil.

Geçmiş hatırlanır, anlatılır; ya da kitaplar, mekânlar, hikâyeler ve kişiler şimdiye anlamlı ve yorumlanabilir bir sürekli-lik içinde akın eder. Anıların hepsi bir boy aynasındaki görüntüler şeklinde anılabilir. Çocukluğunun,  gençlik yıllarının okumalarını bilincimize ve günümüz dünyasına taşıyan pasajlarda kitapların ve kitaplıkların yeri hayli fazla. Uğur Kökden’in günlerinin okul, kitaplık ve halkevi üçgeninde geçtiği 1947’de Albay Halil Nuri Yurdakul Kitaplığı’nda tanış-tığı kitaplar onun için çocukluktan ergenliğe, ergenlikten sorumluluğa giden yolun önemli duraklarından biri konu-munda. Otuz bin kitaplı bu kitaplıkta okuma ve eylemi bir arada sunan Jules Verne ile açılan kapı parasız yatılı oku-duğu Kayseri Lisesi’nde de sürer. Üniversite öğrenimi için İstanbul’a geldiği 1952’den itibaren okumaları daha da çeşitlenir, zenginleşir.  Üniversite öğrenciliği döneminde okuduğu kitaplar arasında Balıkesirli Hasan Basri Çantay’ın üç ciltlik Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm (1953) adlı eseriyle, Ömer Nasuhi Bilmen’in on bölümlük Büyük İslâm İlmi-hali (1953) yer alır. Sonra Millî Eğitim Bakanlığının eski/yeni baskı klasikleri. Biraz şaşırtıcı görülebilir ancak sadece bunları anlamak, değerlendirmek bile, onun hem dünya görüşündeki dönüşümleri hem edebiyat birikimini yeniden düşünmeye imkân tanır.

Uğur Kökden, ilk gençliğinin gözde kitapları arasında yer alan Dostoyevski imzalı kitapların önemli bir kısmını ise 1956 ile 1961 yılları arasında okur. Gelgelelim onun “yeryüzü yalnız-lığından” önceki üniversite hayatını, ilk yazılarını, dost-luklarını tüm boyutlarıyla anılarına yansıttığı söylenemez.  Mesela Nurettin Topçu ve çevresiyle ilişkileri, Büyük  Do-ğu dergisindeki yazıları anılarında yer almaz.  Bununla birlikte ömrü hayatı boyunca onu izleyen yazarların önemli bir kısmıyla bu yıllarda tanıştığını da söylemek mümkün. Jean Paul Sartre’ın Cezayir’in sürdürdüğü bağımsızlık savaşına karşı yayımladığı “İtaatsizlik Hakkı Bildirisi”ni onun çevirdiğini ve Zafer gazetesinde okuyucuyla buluştuğunu öğreni-yoruz anılarından. Kitaplık dergisinin 202. sayısındaki “Kitaplığımda Bir Gezinti” yazısının da ortaya koyduğu üzere Uğur Kökden, duyarlı ve hak edilmiş bir dikkatin deneyimli bir temsilcisi. Zira kitapları ne kadar ciddiye aldığını göste-ren bu yazısı tek değil; anıları baştan sona şiirle, romanla, öyküyle biçimlenir.  Ancak şunun altı çizilmeli: Onun pers-pektifindeki değişiklik, üniversite yıllarını tüm boyutlarıyla anlatmasını engeller. 1960’lardaki arkadaşlarından Orhan Okay’ın Paris anıları ve Topçu’nun Kökden’e gönderdiği fakat henüz yayımlanmayan mektup, dönüşümün seyri bakımından önemli. Bu tarz karşılaştırmalar, sadece iradeyle geçmişi hatırlamanın mümkün olmadığını gösterdiği için, belki bir kazıbilimci gibi okumak gerekir, “yılların biriktirdiği solup gitmiş anıları.”

Geçmişi oluşturan yaşantılar, her zaman tartışmalıdır; hele anlamanın hatırlamaktan daha önemli olduğunu göz önünde bulundurursak. Uğur Kökden, çağrışım yüklü anılarında Türkiye’deki kültür hayatının önemli duraklarını oluşturan edebiyat dergilerine de geniş yer ayırır. Dergi adlarını sıralayarak ilerleyebiliriz: Soyut, Papirüs, Yeni Dergi, Türkiye Yazıları, Gösteri, Milliyet Sanat, Adam Sanat ve Adam Öykü anılan dergilerden birka-çı…

 Günümüzde kimse 19. yüzyıl filologları ve tarihçilerinin planladığı gibi genel bir edebiyat tarihi yazmayı düşünmüyor olsa da bu tür pasajlar yeni inşalar ve yorumların ayrılmaz parça-sı olacaktır. Aslına bakınca dergilere ayrılan satırlar, eksik de olsa belirli bir dönemin ya da bazı yayınların saydamlaştırılması girişiminin bir parçası. Kitabın “Papirüs Gün-lüğü” kısmı edebiyat tarihi bakımından da önemli ipuçları sunar. Şöyle ki; Cemal Süreya, Papirüs’ü Memet Fuat’ın Yeni Dergi’si ile karşılaştırarak Papirüs’ün yalnızca telife dayalı bir dergi olduğunu ileri sürer. Oysa Papirüs’te çevirileri yayımlanan Kökden, böylesi bir soyutlamanın somut gerçeklerle karşılaştırılınca eksik kalacağını örnekleriyle ortaya koyar.

Saydamlaştırma girişimi

 Ne ki, Uğur Kökden’in yaşamları, olguları ve gerçekleri derece derece saydamlaştırma girişimi Memet Fuat’la ilgili 1995 sonrası anılarına pek yansımaz. Bunun çeşitli boyutlarını, ede-biyat, dergi ve eleştiri ortamıyla ilişkilerini anla-mak için Kitaplık dergisine bakılmalı. Çünkü Kökden, derginin Memet Fuat’a ayırdığı “özel” sayıdaki yazısında, 1982’nin sonlarından itibaren mektuplaştığı, tanıştığı, bir araya geldiği eleştirmen üzerinden edebiyat ortamına iliş-kin son derece önemli hatırlatmalarda bulunmuştu.

“Geçen günle işimiz yok” demeyen Uğur Kökden’in olağanüstü olaylar içeren “zaman tanıklığı”  Unutmayı Bir Öğre-nebilsem kitabıyla sınırlı de-ğil. Tedirgin zamanlardan darbeler çağına, cezaevleri döneminden dünya gerçeklerini ölçüp tartan diğer kitaplarına uzanır onun geçmişe açılan kapısı. Yazarın sadece kendi “ben”i etrafında dönmeyen bu kitapları göz önünde bulundurulursa anlatılanlar ister başkaları ister baş edilemeyen şartlar yüzünden benlikleri kırılmış olanlara merhem olabilir.  Böylece hem eski hem de yeni nesil Kökden’in yaşantısı ve yazdıkları üzerinden 1960’lardan sonraki değişimlerin izini sürebilir.

[email protected]