Bir İslamcılık mecrası olarak İHL Sözlük

0
3.09.2012

İslamcıların siyasi ve iktisadi mecralardaki gelişimine paralel olarak farklı alanlarda görünürlük ve bilinirliğini arttırdığı aşikârdır. İHL Sözlük de bu sürecin sosyal medya ayağı olarak telakki edilebilir. Fakat kanaat önderlerinin hastalıklarıyla malul ve derinlikten yoksun oldukları anlaşılmaktadır.


Bir İslamcılık mecrası olarak İHL Sözlük

SELMAN BAYER /Yazar

Ramazan geçen yıllara oranla bereketli geçti. Medyada derinlikli tartışmaları işaret eden bir imkân doğduğuna şahit olduk. İslamcılık, Türk düşüncesi vasatında da olsa, farklı zaviyelerden tartışılmaya başlandı. Bütün bu tartışmaların medyanın sunduğu imkânlar çerçevesinde kalmış olması can sıkıcı olsa da yapılan değerlendirmelerin geniş mecralarda ciddiyetle tartışılması imkânının doğması ümit verici. Lakin bu topraklarda ciddiyet kolaylıkla ironinin ya da totaliter hoşgörüsüzlüğün hanesine yazılabilecek bir husustur. Bütün bu tartışmalarda gerçek bir düşüncenin, bir ruhun izlerini bulmak pek mümkün değil. Bilakis, birçok yazıda kronik hastalıklara tesadüf edilmektedir. Özellikle İslamcılığı savunanların kavram kargaşasından, kafa karışıklığına, yer yer beliren öfkesinden, ötekileştirme çabalarına kadar uzanan bir üslup terörü hâkimdi maalesef. Mezkûr üslubun sebeplerine eğilmek bu yazının imkânı dışındadır. Burada yalnızca bu üslubun İHL Sözlük’teki karşılığı nedir o tartışılacaktır.

İslamcıların siyasi ve iktisadi mecralardaki gelişimine paralel olarak, farklı alanlarda görünürlük ve bilinirliğini arttırdığı aşikârdır. İHL Sözlük de bu sürecin sosyal medya ayağı olarak telakki edilebilir. Fakat kanaat önderlerinin hastalıklarıyla malul ve derinlikten yoksun oldukları anlaşılmaktadır. Medyanın bile ciddiyetle arasındaki ilişkinin bir yere kadar mümkün olabileceği, Baumancı anlamda enformasyon yüklenen yüzeysel bir formata mahkûm olduğu düşünüldüğünde sosyal medyanın ilmi ciddiyete sahip olma imkânının ne kadar az olduğu anlaşılabilir.

Ailenizin fetihçi sözlüğü

İHL Sözlük, kendi ifadeleriyle ailelerin de okuyabileceği fetihçi bir sözlüktür. Ahmet Hakan’ın “Sonuna kadar özgür” diyerek tanımladığı İHL Sözlüğün paradigması budur. Bir kere bırakın herhangi bir geleneksel ahlaki öğretiyi, seküler temelde inşa edilen ahlaki öğretilerde dahi “Sonuna kadar özgür” tanımı anlamsızdır. Haliyle hayatın tamamını tanzim etme iddiasındaki bir din olan İslam’ın rengini verdiği bir ortamda böylesi tanımlamalar aslını inkâra yahut özünü sulandırmaya varan bir yolun açılmasına sebep olur.

Dilek Zaptçıoğlu “Yeterince Otantik Değilsiniz Padişahım” adlı çalışmasında Türkiye’de İslamcılığın gelişiminin 80’lerde başlayıp 90’larda ciddi bir ivme kazanan modern arayışların gelişimiyle paralel olduğunu ima eder. Yani, surda açılan gedik aslında içerideki bir takım gelişmelerle açılmıştır. Bu bağlamda surun içini merkez, dışını çevre olarak değerlendirirsek mesele daha açık edilmiş olur. Buradan Görkem Özizmirli’nin  Birikim’deki yazısında kullandığı merkez-çevre metaforuna geçiş yapabiliriz. Özizmirli’ye göre İHL Sözlük taşranın merkeze doğru yola çıkan genç sözcüsüdür. Bu cenk meydanında çevreden gelip merkezi ele geçirecek derecede mücehhez bir güç olarak arz-ı endam etmiştir. İnancı, iddiası ve donanımı buna işaret eder.

‘Sonuna kadar özgür’ olunur mu?

Oysa Türkiye’de hiçbir zaman, gerçek anlamıyla bir merkez çevre ilişkisi olmamıştır. Belki iç içe geçmiş merkezler ve çevrelerden söz edilebilir. Buradan hareketle, içerisinde oryantalist öğeler gizleyen merkez-çevre metaforuna itiraz edilmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’de sağ düşüncenin yükselişinden ziyade sol düşüncenin düşüşünden söz edebiliriz. Başlangıcından itibaren özürlü bir hayat sürdüren ve Özal dönemiyle helvası yenilen düşüncenin bir kült olarak hayatını devam ettirmesinin en mühim sebebi 12 Eylül’dür. Evren dönemi zaten Cumhuriyetin ideal tipine yakışmayan özürlü muhalefeti öldürmüş, Özal dönemi ise onu dönem dönem gösterişli makyajlarla süsleyerek canlıymış gibi göstermenin tekniğini bulmuştur. Elbette muhalefetin olmadığı yerde, ciddi anlamda bir düşünceden söz etmek mümkün olmayacaktır. Fakat burada kastedilen muhalefet merkez olduğunu zanneden kesimlerin hasetle meşbu Türk usulü muhalefeti değildir.

Aynı kötürüm muhalefet anlayışı sağda da vardır. Sözlüğün fetihçi anlayışı buna örnek gösterilebilir. Artık merkez kalmamıştır ve zaten bir avuç samimiyet sahibinin yaşamasına sebep olduğu merkez denilen sanal alan çevrenin saldırıları ve talepleriyle meflûçtur. İsmet Özel’in sosyalistlikten Müslümanlığa geçiş süreci, Oğuz Atay’ın giderek yalnızlaşması, Kemal Tahir’in, Cemil Meriç’in yaşadıkları yakından incelendiğinde haksız yere merkez olarak taltif edilen alanın neden merkez olamayacağı anlaşılacaktır. Buradan hareketle, fetihçi Sözlükçülerin, Don Kişot’a rahmet okutan, mutantan bir sefere çıktıkları daha iyi anlaşılır. Hakikate talip olduğunu iddia edenlerin bugün ancak hamakatla açıklanabilecek derecede pornografik ve provokatif bir üsluba evrilen o muhayyel kaleyi hala merkez olarak kabul etmeleri manidardır.

Diğer bir önemli iddia ahlaktır. Ahlak ciddi bir meseledir. Bu ahlakın nasıl tanımlandığı önemlidir. Söylenenlere bakıldığında aynı hastalıkla maluldürler. Savundukları ahlak köhnemiş sağ ahlakın yeni sürümünden öte bir anlam ifade etmez. Temel olarak gelenekten gelmektedir. Geleneği tasavvufi anlamda değil siyaseten deforme edilmiş haliyle kullanıyorum ve bu yalnızca katastrofik bir gelenek imajıdır. Haliyle bu geleneğin bağrından çıkan ahlak da felaketler tablosundan ari tutulamaz. Mesela, “İnanıyorsanız üstünsünüzdür” ifadesinde hep üstünlüğe vurgu yaparlar. İman bağışlanmış ve geri alınmayacağı vaat edilmiş bir imtiyazdır. Geriye kalan, bu imtiyazın ve bunun sağladığı üstünlüğün haklarını talep etmektir. Geç kalınmıştır, acele edilmelidir. İslam Peygamberinin tavsiye ettiği teenni ve itidale, gönül istemese de, kayıtsız kalınmalıdır. Oysa Tanzimat’tan bu yana devam eden ve düşünceyi telef eden bir salgın vardır bu ülkede: Telaş. Bütün bu çizginin ahlaka dair düşündükleri ve söylediklerini bir araya getirirseniz ciddi bir ahlak geleneğinden mülhem bir külliyata değil, atalarından öğrendikleri menkıbeler ve veciz hikâyelerle örülü bir ahlak risalesine ulaşırsınız. Haksızlık etmeyelim. Sosyal medyanın sağladığı imkânlar ne kadar cazip görünürse görünsün kısıtlıdır. Dahası, neredeyse ışık hızı geçiciliği hâkimdir. Zaptçıoğlu’nun dediği gibi kendi ölümsüzlüğünü hesaplayan kanaat önderlerinin gölgesi altında büyüyenlerin bu geçiciliğe güç yetirmeleri mümkün değildir.

Kutsallar nasıl muhafaza edilir?

Sözlükçüler sözlüklerini ailelerin de okuyabileceği sözlük olarak tanıtmaktadırlar. Aile kutsaldır. Türk toplum düşüncesinin cevheridir. Yalnızca İslamcılarda değil, Cumhuriyetin ilk kadrolarında da kutsal bir öz olarak taltif edilir. Orta sınıf bir aile babası, idealist bir tip olarak takdim edilen erkek görevlerini bihakkın yerine getirir. Menfaat ummaz ve emredilen hususunda tereddüt göstermez. Fakat tam da yeri gelmişken şunu hatırlamakta fayda var: Orta sınıf aile babası, Arendt’e göre, görev bilincine kendini fazlasıyla kaptırdığı ve öz suyuna konformizmin zehri bulaştığı için herkesten daha fazla faşizme açıktır. Söz konusu faşizmin izlerine reel Türk ailesinde rastlanılabilir. Bu bağlamda ailelerin de okuyabileceği bir sözlüğün sonuna kadar özgür ilan edilmesi paradokstur. Özgürlük kavramının henüz ve biraz da çağın zoruyla kabul edildiği aileden söz ediyorsak bu apaçık bir çelişkidir. Bilinmelidir ki çelişkide ısrar şizofreniyi tetikler.

Aile hala kutsal olduğu için bu kutsiyet muhafaza edilmelidir. O mahfaza da evdir. Zamanının çoğunu evinde geçiren sınanmamış bir kutsallığın eninde sonunda televizyona bulaşması kaçınılmazdır. O halde muhafazakârlık kutsalı dört duvar arasında muhafaza etmektir. Nihayetinde ailelerin de okuyabileceği sözlük ifadesinin herhangi bir ahlaki anlam içermediği anlaşılır. İslamcıların sosyal medyadaki zinde kuvveti olan İHL Sözlük temsilcilerinin aralarında halkı da filozof olan bir ideal devlete inananlar yoksa ilmi meselelerin yalnızca işin ehli kişiler arasında ve kısmi bir alanda yapılması gerektiğine hak vermeleri gerekir. Bu bir sansür iddiası değildir, yalnızca gündelik hayatın müesseseleri arasındaki karmaşayı gidermeyi hedefleyen bir öneridir.

Sünni, şehirli, entelektüel...

Bugün merkez denilen yer başlı başına bir kumarhane gibidir. Bu kumarhane formatı içerisinde ister Marks’ın bir hayalet gibi hala tepemizde dolaştığını, ister Türk şiirinin tek sağlam kalemiz olduğunu tartışın nihayetinde masa kazanır. Bu mağlubiyetlerin hiçbiri gündelik hayatın ara renklerle boyanmış koridorlarında geçinip giden aileleri ilgilendirmez. Bu elitist bir tavır değildir. Türkiye’de düşünürlerin bir ifrat tefrit sarmalında halkı yüceltmesine gerek yok, bu tazim her daim gizli bir ayrımı da dinamik kılar. Halktan biri olduklarını kabul etsinler yeter. Ayrıca İslamcıların demokrasinin büyüsüne kapılarak halkı yüceltmeleri, onda irfan olduğunu vehmetmeleri, Cumhuriyet elitlerinin halkçılığıyla aynı membadan beslenmektedir.

Son olarak, Zaptçıoğlu, Müslümanların modernliğe kendi tarzında katılmanın bir yolunu bulmak zorunda olduğundan söz eder. Arayış hâlihazırda devam etmektedir. Fakat bu arayışın muhatabı olan temsilcilerimiz ne İbn-i Miskeveyh’in kendi ahlak risalesini yazarken gösterdiği dirayetten ne de Bediüzzaman Hemedani’nin Sünni İslam’la şehirli entelektüel kültür arasında karşılaştığı tereddütleri kucaklarken sergilediği cesaretten haberdardırlar.

[email protected]