Türkiye'de savunma sanayisindeki yerlilik oranının yüzde 80'lere ulaşması, Türkiye'yi dışa bağımlılıktan kurtararak bölgesel krizlerde daha bağımsız ve etkili bir aktör haline getirdi. Hiç şüphesiz Türkiye'nin savunma sanayisindeki atılımları, bir milletin kendi kaderini tayin etme iradesinin somut bir yansımasıdır.
Engin Özekinci/ Yazar
Dünya her geçen gün adeta bir ateş çemberine dönüyor. Çatışma bölgeleri artıyor, jeopolitik gerilimler tırmanıyor ve insanlık, kontrol edilemeyen bir kaosun eşiğine sürükleniyor. Daha doğrusu tüm insanlık üçüncü dünya savaşının gölgesinde nefes alıyor.
Bugün Ukrayna'dan Ortadoğu'ya, Afrika'dan Asya'ya kadar uzanan kriz hatları, küresel güvenliğin ne denli kırılgan olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Haliyle böylesine bir ortamda, ulusların kendi savunma kapasitelerini güçlendirmesi, yalnızca bir tercih değil, bir zorunluluk haline geliyor.
Hele ki yerli ve milli bir savunma sanayisini inşa etmek, bağımsızlık ve egemenlik için vazgeçilmez bir kalkandır.
Türkiye, işte bu gerçeği erkenden fark eden nadir ülkelerden biri olmuş, son yıllarda savunma sanayisinde attığı adımlarla başarılı bir ivme yakalamıştır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde Türkiye, savunma sanayisinde sessiz ama kararlı bir devrim gerçekleştirdi.
Stratejik akıl
Bu süreç teknolojik bir sıçramanın yanı sıra aynı zamanda stratejik bir aklın ve öngörünün eseridir.
Türkiye çeyrek asırdır bir yandan dünyada barışı tesis ederken, diplomaside uzlaştırıcı bir rol oynarken diğer yandan küresel arenada yükselen gerilimleri ve olası krizleri de öngörerek savunma sanayi yatırımlarına ağırlık verdi.
Bu vizyon, bir dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yakın çalışan Cüneyt Zapsu'nun anlattığı bir anekdotla daha da anlam kazanıyor.
Zapsu, yıllar sonra gelen itirafında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın henüz başbakanlık döneminde savunma sanayisine yönelik kararlı tutumunu aktarırken şöyle diyor: "Ben o zamanlar, parayı savunma sanayisine değil, başka alanlara yatıralım diyordum. Erdoğan ise kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz diye ısrar ediyordu. Ben antimilitarist, globalist bir adamımama o haklı çıktı."
Evet, Ukrayna-Rusya Savaşı, Suriye'deki çatışmalar, İsrail'in Filistin'de yaptığı soykırım ve yine İsrail-İran gerilimi, hepsi, dünyadaki tüm kaotik gelişmeler Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu öngörüsünün ne kadar isabetli ve yerinde olduğunu gösterdi.
Hiç şüphesiz Türkiye'nin savunma sanayisindeki atılımları, bir milletin kendi kaderini tayin etme iradesinin de somut bir yansımasıdır.
TCG Anadolu, Ege'den Akdeniz'e, Karadeniz'den okyanuslara kadar uzanan bir güç projeksiyonunun simgesidir. Bu amfibi hücum gemisi, sadece bir savaş platformu değil; tankları, zırhlı araçları ve insansız hava araçlarıyla dünyanın herhangi bir köşesinde insani ya da askeri operasyonlar yürütebilen dev bir kaledir.
Bayraktar TB2 ve Akıncı gibi SİHA'lar, hem gökyüzünde Türk mühendisliğinin imzasını taşıyorhem de düşük maliyetle yüksek etkinlik sunarak savaş paradigmalarını değiştiriyor.
Kızılelma, insansız savaş uçağı olarak, geleceğin hava muharebelerinde Türkiye'yi ön saflara taşıyacak bir vizyonun temsilcisi oluyor.
Milli Muharip Uçak KAAN ise beşinci nesil savaş uçağı teknolojisiyle, Türkiye'nin hava sahasındaki egemenliğini perçinleyecek bir mühendislik harikası olarak karşımıza çıkıyor.
Hürjet, Atak, Gökbey, Altay ve daha nicesi, Türkiye'nin karada, havada ve denizde kendi teknolojisine dayanan bir savunma hattı kurduğunu gösteriyor.
Tabii bu başarılar tesadüf değil, sistemli bir çabanın ürünüdür.
2000'li yılların başında savunma sanayisinde yerlilik oranı yüzde 20'lerdeyken, bugün bu oran yüzde 80'lere ulaşmış durumda.
Bu, sadece rakamsal bir artış değil; Türkiye'yi bölgesinde ve dünyada stratejik bir güç haline getiren dönüşümün kanıtıdır.
Dünyanın birçok bölgesinde, kriz ve çatışma alanlarında Türk SİHA'larının başarısı, bu yatırımların sahada nasıl bir fark yarattığını ortaya koyuyor.
İşte 2020'de Azerbaycan'ın Karabağ'daki zaferi, Türk SİHA'larının desteğiyle mümkün oldu. Suriye'nin kuzeyinde rejim güçlerine karşı Bayraktar TB2'lerin etkinliği, Türkiye'nin hava üstünlüğünü perçinledi. İsrail-İran gerilimi gibi bölgesel çatışmaların gölgesinde, Türkiye'nin bu kabiliyetleri, caydırıcılık ve bağımsızlık açısından son derece hayati bir önem taşıyor.
Bağımsız ve etkili aktör
Türkiye'de savunma sanayisindeki yerlilik oranının yüzde 80'lere ulaşması, Türkiye'yi dışa bağımlılıktan kurtararak bölgesel krizlerde daha bağımsız ve etkili bir aktör haline getirdi.
Milgem projesiyle üretilen korvet ve fırkateynlerin yanı sıra Çelik Kubbeyi oluşturan Hisar hava savunma sistemleri, Aselsan'ın radar teknolojileri ve Roketsan'ın füze sistemleri Türkiye'nin kendi kendine yeten bir savunma ekosistemi kurduğunu gösteriyor.
Bununla beraber Türkiye'nin savunma sanayi ihracatıda 2024'te 7 milyar doları aşarak Türkiye'nin ekonomik gücüne ciddi katkılar sağladı.
Bu, sadece maddi bir kazanım değil; aynı zamanda Türkiye'nin dost ve müttefik ülkelere teknoloji transferi yaparak küresel etkisini artırmasının da bir göstergesidir.
Bugün Türkiye, insansız hava aracı pazarında dünyanın en büyük üreticisi konumundadır.
Tusaş, Aselsan, Roketsan, Makine ve Kimya Endüstrisi gibi şirketlerin "Defense News Top 100" listesinde yer alması Türk savunma sanayisinin küresel ligde olduğunu ispatlıyor.
Elbette ki bu süreç, sadece devletin değil, özel sektörün, üniversitelerin ve KOBİ'lerin iş birliğiyle şekillendi, bugünlere geldi. Teknofest gibi platformlarda gençlerin bu ekosisteme katılımını teşvik etti.
Türkiye, savunma sanayisindeki bu atılımlarla, bölgesinde ve dünyada çok daha güçlü bir konuma doğru emin adımlarla ilerliyor.
Küresel kaosun gölgesinde, bağımsızlığını ve egemenliğini koruyan Türkiye, sadece kendi halkı için değil, mazlum ve mağdur coğrafyalar için de bir umut oluyor.
İnşallah, önümüzdeki dönemde Türkiye, bu başarıyı daha da ileriye taşıyacak, barışın ve adaletin temsilcisi olarak küresel arenada hak ettiği yere ulaşacaktır. Çünkü bu topraklar, sadece savaşların değil, umudun ve savunmanın da vatanıdır.