Bir modern zaman çelebisi A. Halûk Dursun

Dr. Mehmet Yalçın Yılmaz / İstanbul Üniversitesi
25.08.2019

A. Hâluk Dursun tipik bir akademisyen değildi ve tipik bir bürokrat da olmadı. Gündeme boğulmayan ve kargaşanın içinde huzuru, güzeli arayan tabiatı ile müstesna bir modern zaman çelebisi olarak hafızalarımızda yer aldı.


Bir modern zaman çelebisi A. Halûk Dursun

Hâluk Dursun, 1990’lı yıllarda üniversite okuyan bizim kuşağımızın İstanbul’u tanıma ve anlama sürecinde önemli bir isimdir. Şehrin tarihi yapıları, meydanları, ağaçları, çiçekleri ve sembolleri Halûk Bey’in dilinden süzülüp akar ve genç dimağlarımıza kazınırdı. Artık hangi ay hangi balık yenir, hangi ay hangi çiçek açar biliyorduk. Öyleki Sarıyer sırtlarında erguvanları görünce Haluk Hoca aklımıza geliyor ve kenar semtlerde yaşayan dostlarımıza “Kaçırmayın erguvan seyrini” diye mesajlar atıyorduk. 

Marmara Üniversitesi’nde görev yaptığı seneler boyunca davet edildiği konferans ve seminer programlarına heyecanla katılan Hâluk Dursun 1970’li yıllara tesir eden önemli fikir adamı ve ilim adamlarını tanımış onlarla vakit geçirmişti. 

Lise yıllarında Fethi Gemuhluoğlu’nu ziyaret eder ve hayatında önemli bir sayfa açılır. Fethi Bey’e tarihçi olmak istediğini söylediğinde Fethi Bey ona Suriye üzerine çalışmasını söyler ve ilginç bir cümle ile bunu izah eder. “Evvel-i fitne Şam, âhir-i fitne Şam” diyerek Suriye’de sahayı incelemesini ister. Artık istikameti belli bir genç olarak üniversite tahsili için yol alır Halûk Bey. 

Ağaca ve insana dost

İbn-i Haldun’un işaret ettiği gibi Coğrafya kaderdir. At sürdüğünüz nehir boyları, bozkırlar ve ovalar sizin asla silemeyeceğiniz bir hâfızaya sahiptir. Yaptığınız çeşmeler, bedestenler, hanlar ve hamamlar bu coğrafyadaki mührünüz olmuştur artık. Hâluk Dursun’un İstanbul’u ve Anadolu’yu anlama çabası çok daha ötede Nil, Tuna boylarında bir sevdaya ve aşka dönmüştü. Tuna boylarındaki seyahatlerde heyecanla, aşkla anlattığı teferruatlar, anekdotlar onun ilmi azminin yanı sıra ağaca ve insana dost nev-i şahsına münhasır tabiatini de ispatlıyordu. 

A. Halûk Dursun Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda müsteşarlık yaptığı dönemde ülkemizin ve kendisinin fikir dünyasına tesir eden isimleri merkeze alarak Beş Şehirli adında bir projeyi uygulamıştı. Bu çalışma geç kalmış bir vazifeyi ve daha ötesinde devletin vefasını da ifade ediyordu. Ahmed Süheyl Ünver, Ali Fuad Başgil, Ekrem Hakkı Ayverdi, Fethi Gemuhluoğlu ve Mâhir İz'i anlatan Medeniyet Köprüsü Beş Şehirli kitabı, Beş Şehirli sergisi ve projenin tanıtım filmini titizlikle hazırlamıştı. Ülkemizin kültür ve sanat hayatına katkı vermiş isimleri bulmak, tanımak, emeklerini gün yüzüne çıkarmak gibi bir vefa misyonu üstlenmişti. 

A. Haluk Dursun’un ilim erbabı tarafı ve İstanbul’a yaptığı katkılar çok uzun süre konuşulacak ve üzerine yazılar neşredilecektir. Ancak hayatındaki bürokrasi tecrübesi başka bir yönüdür. Bürokrasinin şekilciliği, hantallığı ve faydasız teferruatlarının ise onu merkezden uzaklaştırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sık sık Anadolu’da müze, restorasyon ziyaretleri yaparak yerinde gözlem yapması tıpkı masa başı tarihçiliğinden ziyade saha tarihçiliğini tercih etmesi gibiydi. Bu ziyaretlerinde halkla, esnafla, çobanla hasbihal eder ve Anadolu irfanının, hikmetin peşinden koşardı. 

Müsteşarlık vazifesi yaptığı dönemde doğal olarak Yunus Emre Enstitüsü yönetim kurulu başkanıydı. Üniversite temsilcisi olarak yönetim kurulu üyesiydim. Enstitü Başkanı Prof. Dr. Hayati Develi ise icranın başındaydı. O günlerde yurtdışında birçok kültür merkezinin açılışı ve hukuki sorunları halledilmişti. Ortadoğu’da, Balkanlarda Orta Avrupa ve Kıta Avrupa’sında birçok merkezin işler hale getirilmesi ve yapısal sorunların çözümünde uyumlu, azimli bir ekibin başındaydı Hâluk Hoca. Bürokratik meselelerden sıkılır bir an evvel işin hallini ister ve hassaten neticesini hayal ederdi. Ankara’daki bu toplantılarda Fethi Gemuhluoğlu’nun 1970 kuşağını sarsan meşhur konuşması hatırıma gelir ve Halûk Hoca’nın karakterindeki tesirini hissederdim. 

İlim bir kiyl u kâl imiş

A. Hâluk Dursun tipik bir akademisyen değildi ve tipik bir bürokrat da olmadı. Gündeme boğulmayan ve kargaşanın içinde huzuru, güzeli arayan tabiatı ile müstesna bir modern zaman çelebisi olarak hafızalarımızda yer aldı. 

Son zamanlarında aldığı notları sosyal medya hesabından paylaşması ise dikkatimizi çekmekteydi. Bilhassa son iki yıldır sosyal medyada yazdığı notlar “ilim bir kiyl u kâl imiş” dercesine hikmete yolculuğunun işaretiydi. Hâluk Hoca, protokol ve gösterişten uzak, tevazu ehli tabiatıyla mümtaz bir şahsiyet olarak unutulmayacak bir devlet adamıydı. 

2019 yılının hüznü yaz mevsimine denk gelmiştir bizim kuşak için. 12 Temmuz’da Mehmet Şevket Eygi’nin vefatı hepimizi üzdüğü gibi belki en çok A. Halûk Dursun’a tesir etmiştir. Galatasaray Liseli Şevket Ağabey şehirli muhafazakar kuşağın önemli simalarından biriydi. Hâluk Hoca’nın pek sık görüştüğü, ziyaret ettiği zevk-i selim sahibi bir bilgeydi. Şevket Ağabey’in vefatından sonra Emin Işık’ın vefatı da sarsıcıydı. Marmara İlahiyat Fakültesi’nin hoşsohbet, musıkişinas, ehl-i tasavvuf, babacan tavırlı Emin Hocası da Fethi Bey’in keşfettiği nadide çiçeklerdendi. 

A.Haluk Dursun ile son karşılaşmamız Zincilikuyu Mezarlığında gerçekleşti. Emin Işık Hoca’nın cenazesi Zincirlikuyu’daki bayrak direğinin hemen dibine defnediliyordu. Tekke usulü gerçekleşen defin bizi başka bir asra başka bir zamana alıp götürmüştü. Bir mezar taşına oturup derin bir tefekküre dalan Haluk Hoca’ya selam verdiğimde “Acaba bizi de böyle güzel bir cemaat uğurlar mı” demişti. 

GÖÇER OLDUM.... 

Millet yaz gelince sahillere koşar, ısınan tuzlu deniz sularına kendisini atar, bende ise tam tersi olur. 

Soğuk kaynaklardan çıkan tatlı akarsuların peşine düşerim.. 

Köpük köpük çağlayarak akan ak sulara (Kanispi) bayılırım. 

Mümkün olduğunca yükseklere, dağlara çıkmak, yaylaklarda dolaşmak isterim. 

Koyun sürülerinin meralara yayılmasını seyretmek ve kekliklerin seke seke, pır pır ederek kaçışmasını izlemek beni çok mutlu eder... 

Bazen ırmaklara takılır, akışta demetlenmiş büyük küçük kainat diyerek ben de hayatım gibi akar giderim. 

İspir’de Çoruh, Yedisu’da Peri Suyu, Edremit’de Şamran, Köprüköy’de Aras, Bahçesaray’da Müküs beni peşinden sürükler... 

Bir süredir Şırnak, Siirt, Batman, Bingöl, Van, Erzurum taraflarındayım. 

Çobanların arasına karıştım... 

Hep beraber bir yayladan diğerine göçüyoruz... 

Göçtü kervan kaldık dağlar başında diyecek halimiz yok... 

Zamanı gelince bu dünyadan biz de göçeriz... 

Gele bir devr, bu Haluk’u yad eyleyeler, 

Ahbap fırsatı sohbeti ganimet bilsin... 

25 Temmuz 2019 

GENÇLER BANA KIZACAK!..   

Son zamanlarda katıldığım bazı cenazelerde çok üzüldüm ve kendime çok kızdım... 

Ben niye adam kıymetini bilmiyor, tanıdığım adamların hakkını vermiyorum diye düşünüyorum. 

Daha da büyük hatam, bunu bilmeme ve her seferinde artık bu hataya düşmemek için uğraşacağım dememe rağmen bir arpa boyu yol alamamamdır... 

Kısaca söylemem gerekirse adam olan kişi adam kıymetini bilen kişidir. 

Peki nasıl adam? 

Sıradan ve sürüden olmayan adam. Geçmiş dönemde yetişmiş ve artık korkarım arkası gelmeyecek insanlar... 

Şevket Ağabeyin kaybına üzüntümüz bitmeden, bu gün Emin Işık ağabeyimizi defnettik... 

Kur’an okuyuşuna bayılırdım. 

Dini musikiye hakim, sayısız talebe yetiştiren bir hayır ve hasenat sahibi” er kişi”idi... 

Ehl- i hâl , sahibüsseyf vel kalem bir er kişi... 

Vatan, millet, ümmet ve devlet konularında hassas bir ağabey… 

Her fırsatta cemiyet ve cemaat hizmetlerine koşan bir hoca... 

Osmanlı dönemi ulemasına yetişmiş bir ara kişi... 

Aynı zamanda sohbet ve muhabbet meclislerinin çok aranan bir arif kişisi idi... 

Hele musiki onsuz olmazdı... 

Kendisinden çok Kur’an dinledik.  

Çok da gazel dinledik… 

Tek tesellim şu oldu... 

Son zamanlarda İstanbul tekke tarzı bu kadar güzel bir defin olmamıştı... 

Hepsi kendi talebesi olan birbirinden değerli gençler bir tarafta, onun neslinin son temsilcisi üstadlar diğer tarafta mezarının başında o kadar güzel okudular ki... 

Eski günlerdeki adamlar aklıma geldi... 

Ahmet Özhan okurken sanki  

Muzaffer Efendi’nin ruhu da yanımızda gibi geldi... 

Sevgili Gençler, 

Siz niçin sağ iken bizi Emin Işık Hoca’ya tanıştıran olmadı derseniz haklısınız... 

Biz tanıdığımız için kaybına üzülüyoruz, siz de tanıyamadık diye üzülün... 

Bize kızmak hakkınız... 

2 Ağustos 2019 

NİYE ÇİÇEK BÖCEK YAZIYORUM?    

Zaman zaman bana yakın dostlarım başta olmak üzere sık sık niçin çiçek böcekle ilgilendiğim sorulur... 

Sanki bu soru ile bürokrasiye ve devlet ciddiyetine uymayan bir işi yaptığım ima edilir. 

Cevap vermem, yahut kinayeli ve muammalı sözler mırıldanır geçiştiririm... 

“Ülfet etsem yar ile ağyara ne?” 

Bazı zamanlarda (bu zamanlarda) bahar beni bir hoş eder… 

Her neye baksam, “seni söyler bana dağlar dereler” 

Diyarbakır’da Dicle, Aksaray’da Hasan Dağı önümü keser... 

Dönerim Ankara’ya toplarım gençleri başıma, giderim bir havuz başına... 

Havadan sudan, dereden tepeden bahsederim... 

Ben işte böyle bir ademim... 

29 Mayıs 2019 

DİCLE’NİN KUZULARINI ÇAKALLARA KAPTIRMAMAK!.. 

Diyarbakır’da Dicle Üniversiteli bir grup genç ile sohbet ederken hiç beklemediğim bir soru ile karşılaştım. 

Tuna ve Nil ile ilgili kitap yazan birisi olarak niçin Dicle hakkında bir çalışmam olmadığını sordular. 

Ben de onlara bu konuşmanın, içinden Dicle Nehri’nin geçtiği Üniversite kampüsünde yapıldığını, bir süre önce yine Dicle kıyısındaki Cizre ve Hasankeyf taraflarında olduğumu anlattım. 

Ama haklıydılar çünkü Dicle hakkında bir kitap yazmamıştım. 

Son zamanlarda İstanbul Boğaziçi sahillerinden çok Dicle’nin kıyılarında dolaşıyorum. 

Onlara orada bir de söz verdim. 

“Merak etmeyin gençler, siz Dicle’nin kuzularını çakallara kaptırmayacağız” dedim. 

18 Şubat 2018 

MAKAM ODASINDAKİ KUMRULAR... 

Aslında bu olayı emekli olup, köşeme çekildikten sonra yazmayı düşünüyordum. 

Çünkü biliyordum ki, ben yine çenemi (kalemimi) tutamayarak zülfü yare dokunacağım... 

Ama o dönemde yaşananları anlattığım bir dostum çok ısrar etti, bunu mutlaka yazman lazım dedi. 

Ben de hikâyenin içinde hem bürokratik bir zihniyet hem de gerçek bir aşk hikâyesi bulunduğu için saray tarihine bir kayıt düşürmeye karar verdim... 

Kimse ısrar etmesin isim vermeyeceğim. 

Topkapı Sarayı'nda müdürlük yaptığım dönemde, makam odamda otururken bir kumrunun açık pencereden girerek avizenin etrafında uçtuğunu gördüm. 

Hiç kımıldamadan seyretmeye başladım. 

Kumru sanki tavaf eder gibi odanın her tarafında dolaştı, avizenin üzerine kondu, bir süre oturdu. Sonra geldiği gibi uçup gitti. Biraz sonra yanında başka bir kumru ile tekrar geldi. 

Bu sefer sanki bir ev (saray) sahibi edasıyla onu gezdirdi. 

Yeni geleni elinden (kanadından) tutar gibi aldı ve avizenin içine oturttu. Bir süre koklaştılar... Sonra uçup gittiler. 

Ertesi gün ikisi birlikte ağızlarında dal parçacıkları ile geri geldi ve avizenin içine bir yuva kurmaya başladılar. 

Yuva birkaç gün içinde kuruldu.  

Ben olup biteni hiç ses çıkarmadan izliyordum. Dişi kuş yumurtlama hazırlığı yapıyordu. 

Galiba onlar da beni izliyordu ki, hiç tedirgin olmuş gibi görünmüyorlardı. Buna karşılık dışarıdan odaya başka birisi girince, hemen ürküp pencereden kaçıyorlardı. 

Baktım olmayacak, makam odamı onlara bırakıp hemen karşıda bulunan küçük bir odaya geçtim. Bir gün televizyon çekimi için Topkapı Sarayı'na gelen gazeteci dostum rahmetli Savaş Ay, “Hocam niye bu küçücük odada oturuyorsun” diye sordu. 

“Ben hâlden anlarım, bir kumru arkadaşım sevgilisine, ben seni saraylarda yaşatacağım, diye söz vermiş, insan yuva kurana yardımcı olmaz mı” dedim. 

Hocam ne olur göster dedi ve kapıdan odadaki yuvanın resmini çekti. 

Ertesi gün beni Ankara'dan arayan arayana... Derhal oda açılsın, yuva dağıtılsın, saray bakımsızlıktan perişan olmuş görüntüsü verilmesin, dediler. 

Meğer Savaş Ay haber yapmış bizim kumru hikâyesini... 

Hemen aradım, “Üstad sen ne yaptın” dedim. 

“Hocam bu kadar güzel malzeme (haber) buldum yazılmaz mı” Allah aşkına” dedi. 

Gazetede sabah toplantısında anlattım, herkes ayağa kalktı ve seni alkışladı, diye ilave etti. 

Sadece gazete değil, Ankara da ayağa kalktı sayende, diye cevap verdim. Ne yapacaktım? 

Çifte kumrulara kol kanat gerip onların saadetlerini mi korumaya çalışacaktım, yoksa odayı kullanmaya açarak bir yuvanın dağıtılmasına mı neden olacaktım. 

Bir şekilde ya ben makamı, ya da onlar makam odamdaki yuvalarını kaybedeceklerdi. 

Akşama kadar Bakanlıktan beni aramayan kalmadı... 

En azından yumurtadan yavru kuşlar çıksın, uçup gidene kadar bekleyelim diye düşündüm. 

Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın isterseniz dedim. 

Ertesi gün yuvaya bakmaya gittim ki ne göreyim yuva duruyordu, ama kumrular yoktu. 

Yuva olmasa birisi kuşları ürküttü, kovaladı diyecektim... 

Halbuki yuva yerli yerinde duruyordu. 

Kumrular sanki durumu hissetmiş ve sessizce çekip gitmişlerdi. 

Bir daha da hiç gelmediler... 

Ben daha sonra Topkapı Sarayı'ndan Müsteşar ve Bakan Yardımcısı olarak Ankara' ya gittim. 

“Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın” diyenlerin ise hiçbirisi Bakanlıkta makamında kalamamıştı. Muhakkak ki, biz de bir gün bu makamdan uçup gideceğiz... 

Kuşlar ise hep uçmaya ve yuva kurmaya devam edecek… 

30 Aralık 2018 

Ahmet Halûk Dursun

1957 yılında Kocaeli’nin Hereke ilçesinde doğan Ahmet Halûk Dursun Galatasaray lisesinde okudu. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde asistanlığa kabul edildi ve yakın çağ tarihi kürsüsünde yüksek lisansını ve doktorasını tamamladı. 

Akademik çalışmalarının yanında İBB Kültür AŞ. Genel Müdür Danışmanı olarak Miniatürk Projesi’nin hazırlanmasında görev aldı. TURİNG Kurumunun Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. 2005-2006 ve 2011 tarihlerinde TURİNG’de başkan vekilliği yaptı. 

2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı görevine atanmış ve 2016 yılında kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır. 20 Temmuz 2018 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakan Yardımcılığı görevine getirilmiştir. 

A.Halûk Dursun bir kültür tarihçisi olarak yakın dönemin önemli simaları arasında yer almıştır. Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Türk Kültür Tarihi gibi derslerin yanı sıra İstanbul’un tarihini, mimarisini, kültür ve sanatını konu alan birçok konferans vermiştir. Yayına hazırladığı birçok televizyon programı ile kültür hayatımıza önemli katkıları olan A.Haluk Dursun 20 Ağustos 2019’da Van-Erciş karayolunda geçirdiği trafik kazasında vefat etmiştir. 

@myalcinyilmaz