Bir ‘özeleştiri’ olarak silah bırakma

Dr. ALİ KEMAL ÖZCAN Tunceli Ünv. Sos. Bölüm Başkanı
20.04.2013

Türk ve Kürt milliyetçiğini kıştırtarak biryerlere varabileceklerini düşünenlerin en “sonuç-alıcı” buldukları memba, “Apo ne karşılığında örgütüne silah bıraktırıyor?” sorusudur. MHP yöneticileri ve CHP “ulusalcı”ları açık “cephe”den Türkçe dilimizin sınırlarını da zorlayarak yüklenirken, PKK şemsiyesi “gölgelik”lerindeki Kürt milliyetçiliği fısıltı ve “severken vur” yöntemiyle sonuç almaya çalışıyor.


Bir ‘özeleştiri’ olarak silah  bırakma

Oysa artık Öcalan; örgütünün sillahlı varlığının, “kendisinin hayat sigortası” olmadığını, tersine “hayatî tehlike” olduğunu biliyor; bunu en nazik, en sade, en felsefik, en “tarihi yaşayan” bir dille anlatan veriler kendisine ulaşıyor. Bu veriler yardımıyla, mesela; “her gün arttırılan cenaze sayısıyla ‘kalitesi’ tanımlanan bir ‘silahlı mücadele’ mi, yoksa ölümün, cenazenin, kırma-dökmenin olmadığı silahsız-taşsız-sopasız bir sivil-barışçıl-kitlesel mücadele mi liderliğimin tarihsel hakkını ve imkânını verir?” 

PKK’nin Kandil kadroları bunu bilmiyor mu, 12 yılda öğrenmedi mi?”

“Bunu yapmayan -ve yapmayacak olan- Bu PKK’nin ötesinde, Halk’tan bir şansım yok mu?” diye kendisine sorma imkânına sahiptir artık.

Öcalan, devletten/hükümetten hiçbir “taviz” veya “söz” almadan halktaki bu şansını deniyor. 13 yıldır örgütünden alamadığı sivil-demokratik şansını ekrandaki “Bir Milyon” ve ekran arkalarındaki milyonlar üzerinden almaya çalışıyor. Devletten aldığı alacağı bu... Milliyetçilik kaşıyıcı-kışkırtıcı “Apo ne karşılığında silah bıraktırıyor” “kuyu”sundan su çıkmaz. 

Bir de aynı Öcalan, 2004 başında şunları demiş: “Demokratik mücadelede iddialı olduklarını söyleyen binlerce aktivist ve milyonlarca özgürlüğe kalkmış halk gücümüz vardır. Silahlara başvurmadan da çözülebilecek sorunlara her tür cevabı verebilecek bir kitle ve militanlık gücüdür. Sözde önderlik konumunda olanların, başta gelen sorumluların bu imkânı kullanmamaları, tarih karşısında kendilerini büyük sorumluluk altında bırakacaktır. Her tür sivil toplum ve demokratik örgütlenme ve milyonların hak talepleri ile yürünerek ülkeye özgürlük, halka demokrasi getirilebilir.” (Öcalan, A., Bir Halkı Savunmak, Çetin Yayınları, s. 337)

Apo politika çalışmak/yapmak istiyor: bir de “Hewler-Çolemerg-Amed” hattında değil, Diyarbakır-Ankara-İstanbul hattında yapmak istiyor bunu. Böyle bir şansı veren devletten/hükümetten birşeyler almadan değil, “üstüne birşeyler” vererek bile sillahı-şiddeti devreden çıkarmayı kabul edeceğini, kendisini 1993’ten beri takibedenler bilir. Ayrıca, Öcalan’ın ‘ev hapsi’, ‘göz hapsi’ gibi fiziksel rahatlamalara ihtiyacının olduğunu sanmıyorum. Onun ihtiyacı fiziksel değil düşünsel özgürlüktür. 

Öcalan, devletten hiçbir ‘taviz’ veya ‘söz’ almadan halktaki bu şansını deniyor. 13 yıldır örgütünden alamadığı sivil-demokratik şansını ekrandaki “Bir Milyon” ve ekran arkalarındaki milyonlar üzerinden almaya çalışıyor. Devletten aldığı alacağı bu... Milliyetçilik kaşıyıcı-kışkırtıcı “Apo ne karşılığında silah bıraktırıyor” ‘kuyu’sundan su çıkmaz. 


nu da 13 yıldır -hatta 20 yıldır- örgütünden alamadığını devletten aldı.

Mektuplarını/değerlendirmelerini, mesajlarını en güvenli yollardan hedeflerine ulaştırabiliyor. Medya konu ile ilgili düşüncelerini neredeyse ‘az sonra’ anonslarıyla yansıtıyor. Temel haber kanallı televizyonundan da ‘dışarı’yı takibedebiliyor. 

 

Bir yılı aşkın zaman önce -Başbakan’a yazdıklarımızda tekrarladığımız- bu ‘tehlike’ye dikkat çekmemiz boşuna olmadı: “Öcalan’ın, örgütünün bugün geldiği hâl bilgisinden kopuşu, çatışmalı sürecin sürmesinden kazancı olanlar dışında herkes için, sanıldığından da ciddi bir tehlikedir. Onun için ona örgütü ve Türkiye’yi izleme imkânı verilmemesi, Tv ve internete ulaşmasına fırsat verilmemesi, Öcalan’a değil Türkiye’ye, Türkiye ulusuna bir cezadır.” (“Mağdur Milliyetçilik”, Gazi Ü., İİBF Yayın Organı, Ekonomik Yaklaşım, C. 22, S. 80, s.112.)

 

Öcalan’a yazdığımız üçüncü “kapak mektup”u şöyle sonlandırmıştık:

 

“Kısaca; PKK yayınları dolu-dizgin ‘ulusal kurtuluşculuk’ yapmaya -tırmandırarak- devam ediyor. PKK’nin yazılı ve sözlü dilinde felsefenin/felsefenizin ‘koku’su yok. Çünkü mevcut PKK’nin felsefenize değil karizmanıza ihtiyacı var.  Bunun için her gün, ulusal kurtuluş kavramları/sloganları ve cenazeler eşliğinde -felsefenizin ve çözüm dilinizin halka taşınmasına engel olmaya da özel özen ile- “önderimiz muhataptır’ diye tekrarlayarak, gerçekte muhatap olma ihtimalini sıfırlamaya yüklenmektedir. Bunda abartıyla değil, yetersiz anlatım dilinden ve çabasından dolayı eleştirilmemin gerçeğe daha yakın olacağını düşünmekteyim. (Asker cenazelerinin Türk milliyetçiliğini ne kadar kitleselleştirdiği atlanamaz gerçeğinin, ‘önderleri’ni nasıl muhataplıktan giderek ettiğini, bunun giderek bir Türk-Kürt kapışmasına ve kopuşmasına, sizin deyiminizle ‘bir vücudu ortadan ikiye ayırmaya’ götüreceğini bilmemeleri mümkün mü acaba?)   

 

Bu anlamda, devletin çözüme daha yakın olduğunu söylemenin bir o kadar abartısız gerçek olduğuna inanmaktayım. Devletin bu konuda yanlış yapmadığını söylemenin peşinde değilim. En büyük yanlışı da, size örgütü ve Türkiye’yi izleme imkânı vermemesidir.” (Özcan, A.K. [2012], Öcalan’a Mektup, s.32, Orion, Ankara)

 

CNN Türk-Kanal D ortak yayınında (29 Mart) Başbakan, “takımını izliyor” dediğinde, bu tehlikenin bertaraf edildiğinin -bu yanlıştan dönüldüğünün- rahatlığıyla konuşur gibiydi.

 

İlk savunmalarında Öcalan, 1993’ten bu yana silahlı mücadeleyi sürdürmekte yanlış yaptıklarını, silahın “yenilenmiş” bir insan çıkaracağını beklerken, “ucubeleşmiş” bir insan ortaya çıkardığını felsefik ve tarihi köklerine giderek defaatla yazar. Ancak bunu örgütüne götüremedi, Örgüt’ten bu şansı alamadı.

Bir Halkı Savunmak adıyla yayınlanan (2004, s.12,13) savunmasının başına şunları koyar: “Eğer bir suçum varsa, iktidar ve savaş kültüründen benim de bu mikrobu kapmamdır. Özgürlük için devlet iktidarı ve bunun için de savaş adeta müminler için bir Kuran emri gibi anlaşılınca bu oyuna dahil olacaktım. Hemen hemen tüm ezilenler adına yola çıkanların kurtulamadıkları bir hastalıktır bu. Bu temelde sadece hakim sisteme karşı değil, adına her şeyimi ortaya koyduğum Özgürlük Mücadelesi’ne karşı da suçluyum. Bunun özeleştirisini sadece teoride değil, yalnızlığımın soylu pratiğinde de sonuna kadar götüreceğim.”

Öcalan bunun “karşılığı” silah bıraktırıyor.