Bir ‘sömürü nesnesi’ olarak Müslüm Gürses

Doç. Dr. Ali Murat Yel / Marmara Ünv. İletişim Fak.
9.03.2013

Vahşi kapitalizm Müslüm Gürses’in hitap ettiği kitlelerin ekonomik durumlarını göz önünde bulundurarak onu lüks tüketim maddelerinin reklamında değil, iç göçlerle büyük şehre gelmiş fakir halkın içeceği olan çay reklamlarında kullanmıştır.


Bir ‘sömürü  nesnesi’ olarak Müslüm  Gürses


Ülkemizde son zamanlarda yapılan sosyal bilim araştırmalarında şehirleşme önemli bir yer tutarken özellikle “şehirlerdeki köylüler” ve onların toplumsal görünürlükleri olan gecekondular, minibüs hatları, popüler kültür ve tabii ki arabesk müzik gibi unsurlar öne çıkmıştır. Sosyal bilimciler için araştırılmaya değer konular bakımından bir “dünya üzerindeki cennet” olarak algılanabilen Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren bir iktidar mücadelesi yaşanmış veya tepeden inmeci bir modernleşme projesi dayatıldığından hayatın hemen her alanı araştırma konusu olma potansiyeline sahiptir. Her homojen olmayan toplumda görülebilen siyasi veya ekonomik çatışma sadece bu alanlarla sınırlı kalmayıp aynı zamanda kendisini kültür alanında da göstermiştir. Özellikle sanayi inkılabından sonra gelişen boş zaman imkânları yeni teknolojik buluşlarla birleşince “kitle kültür araçları” da kolayca toplum içerisinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu arada kalabalıkların kültür ihtiyaçları da tabii ki hâkim kapitalist sınıf tarafından karşılanacaktır.



İşte Türkiye bu konuda Cumhuriyet’in ilk yıllarında modele -kapitalist sınıf ile halk ikilemi olarak değil de devlet ile halk olarak- uygun hareket etmiş ve halkın kültür ihtiyacı devlet tarafından karşılanmıştır. “Halkın kültür ihtiyacını karşılama” bilindiği üzere en çok devlet radyolarında mütemadiyen çalınan batılı klasik müzik ile gerçekleşmiştir. 1980’lere kadar bu ülkede radyolarını açan herkes çoğunlukla “kapı gıcırtısı” olarak niteledikleri bir müziği dinlemek zorunda kalmıştır. Garip ve anlaşılmaz bir şekilde bir üniversitenin senfoni orkestrasının konseri bu ülkenin cumhurbaşkanı tarafından bir “modernlik” olarak tasvir edilmiştir. Tabii bu konserlerin birisinden sonra halktan birisinin “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” şeklindeki tepkisi de bu ülke halkının içine düştüğü traji-komik hali anlatmaya yeterlidir herhalde.



Devletin kültür tekeli

Türkiye’de kapitalizmin yükselmesiyle birlikte meydana gelen en önemli değişimlerden birisi de kültür alanında gerçekleşmiştir. Artık devletin kültür alanındaki tekeli sona ermeye başladığında ülkedeki iç göçler gibi diğer gelişimlere paralel olarak dayatmaların da sonuna gelinmiş olunuyordu. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de artan liberalleşme ve kapitalistleşme ve kalabalıkların kendi bireyselliklerini ifade etmeye başlamaları yanılgısıdır. Bundan sonra kapitalist sınıf çok daha rahat biçimde devletin bıraktığı boşluğu doldurmaya başlayacaktır. Özel radyolar bu konuda bir milat sayılabilir. Kişi başına düşen araba sayısının artmasıyla daha da popüler hale gelen radyolar bundan böyle tüketim kültürünün de etkisiyle halkın istediği ve sevdiği izlenimi uyandırılan pop(üler) müziği alabildiğince tüketime ve arza sunmaya başlamışlardır. Eskiden “yasak” olan müzik türleri artık olabildiğince özgürleştirilmiş ve hatta bir zamanlar küçümsenen arabesk müzik gibi türler tabir yerindeyse baş tacı edilmeye başlanmıştır. Liberal ekonomik politikaların sonucu olan bu durum ülkenin özgürleştiği iddiaları ile daha da benimsenmiştir. Ne de olsa artık “mutlu olunacak, ol” dayatmalarının sonuna gelinmişti. Bundan böyle eski zamanların radyosunda çok az yer edinebilen “yurttan sesler korosu” bir kakafoni olarak yurdun her yerinden sürekli olarak duyulabilecekti.



Popüler kültürün yaratıcıları halka kendi zevk ve değerlerini empoze etmeye çalışmakta, hatta onları eğittiklerini bile iddia etmektedirler. Zira popüler kültür üreticilerinin çoğu hitap ettikleri kesimden daha iyi bir eğitim almışlardır. Muhtemelen bizzat kendilerinin tüketmeyecekleri kültürel öğeleri başkalarına sunmakta, hatta kendi aralarında nasıl hiç televizyon seyretmedikleriveya arabesk müzik dinlemediklerinden bahsedebilmektedirler. Dolayısıyla burada bir aşağı kültür programlanmasından bahsedilebilir. Yani, yüksek kültür sahipleri halka kendi kültürlerini aşılamak yerine daha düşük bir kültür empoze etmektedirler. Bir başka deyişle, bu programlama halka “iyi” olanı vermektense kendi istediklerini vermekte böylece medyanın yaptığı şeyleri haklı göstermeye çalışmaktadır. Tabii böyle bir uygulama da tenkit edilebilir. Fakat halkın kendi kültür seviyesine uygun öğeleri tercih etmesi de ayrıca tartışılabilir. Mesela, siz halka Türk klasiklerini okumayı önerebilirsiniz ama onlar bunun yerine aynı kitapların televizyona uyarlanmış hallerini tercih edebilirler yahut bugünlerde çeşitli kanallarda tüketime arzedilmiş olan sözüm ona yerli dizileri, hatta televoleleri seyretmeyi yeğleyebilirler.

Daha önceleri aşağılanan ve hor görülerek yasaklanan arabesk ise özellikle 90’larda tam anlamıyla zaferini ilan etmiş ve yadsınamaz bir görünürlük elde etmiştir. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ile Müslüm Gürses ve bu dayanılmaz yükselişe önceleri “yurdun sesi” olarak ortaya çıkan İbrahim Tatlıses de eşlik etmiştir. Aslında “kitlelerin sesi” olmayı ve onların içinde bulundukları sosyo-ekonomik şartlarla baş etmeyi “öğrettiklerini” iddia eden bu sektör kültür endüstrisinin bir ürünü olmaktan öteye gidememiştir. Bu bağlamda adına arabesk denilen bu tür aslında kapitalizmin ürettiği popüler kültürün bir unsuru olarak ele alınmalı ve özellikle de Müslüm Gürses’in hayatının son dönemlerinde denediği veya denemeye mecbur bırakıldığı diğer türleri seslendirmesi üzerine daha fazla düşünülmelidir. Halk tarafından efendiliği ve saflığı ile sevilen bir şarkıcının onun arabesk müziğini dinlemeyenlere de pazarlanması projesi olarak görülebilecek bu girişimin en çok kimin işine geldiği sorgulanmalıdır. Bu sektördeki diğer pek çok benzerinin aksine şımarık olmaması ve içtenliği ile reklam filmlerinde oynatılması da onun dürüst imajının kapitale çevrilmesinin bir başka göstergesidir. Vahşi kapitalizm Müslüm Gürses’in hitap ettiği kitlelerin ekonomik durumlarını göz önünde bulundurarak onu lüks tüketim maddelerinin reklamı için değil, hatta çoğu zaman kendisinin giydiği beyaz takım elbise reklamları için de değil, iç göçlerle büyük şehre gelmiş fakir halkın içeceği olan çay reklamlarında kullanmıştır.



Hatırlanmak-unutulmak

Vefatının ardından yapılan törenlerde uzun yıllar kendisine eşlik etmiş Muhterem Nur’un duygu yüklü konuşması dışında onun sesinin kalitesi veya şarkı söylerken yapmış olduğu yorum katkısı gibi konulardan bahsedebilen pek kimse çıkamamıştır. Hatta vefat ettiği hastaneye olan borcu daha öne çıkmış ve kendisini şimdiye kadar suiistimal eden kapitalizmin onu ne kadar sömürdüğü ve ömrünün sonunda sağlık giderlerini bile karşılamaktan aciz kalması üzerinde kimse durmamıştır. Belki de uzun yıllar hayat arkadaşı olan Muhterem Nur’un üzüntüsü ve feryatları da bu bağlamda gelecek korkusu ile daha iyi anlaşılabilir. Şarkı söylemeyi bıraktığı an geçim derdine düşebilecek bir figürün acımasızca ve kıyasıya sömürüldüğünün belki de en son örneği Müslüm Gürses’tir. Tanrı istemezse yaprak düşmese de kültür endüstrisinin efendileri insanı bu dünyada öldürerek dostlarının alaylarına maruz bırakabilir.



Bütün söylemini “hatırlamak” değil de tam tersine “unutmak” üzerine kuran bir devletin unutturmaya çalıştığı her şeyin aslına sadık olmaktan uzak bir şekilde dejenere bir formda geri dönmesinin örneklerinden birisi olan halk müziğinin arabeske evrilmesi bu bağlamda anlam kazanabilir. Bu sebeple Aşık Veysel veya Neşet Ertaş’ın hayatlarında değil de ancak ölümlerinden sonraki birkaç gün saygıyla anılması, kültür endüstrisinin son bir kar maksimizasyonu hamlesi olarak bile algılanabilir. Dolayısıyla, halkın saf duygularını ve onun kendi hür iradesiyle ürettiklerini hor görmenin, yasaklamaya kalkmanın acı bir sonucu olarak isyan ve protest müziği toplumsal mühendisliğin başarısızlığına sebep oldu. Ama öte yandan devletin baskısına karşın kültür endüstrisi bir şekilde kendi yöntemlerini kullanarak tüketim toplumu yaratmada başka yollar deneyecek ve dinlediğimiz müzik türleri ya da izlediğimiz -hatta yabancı ülkelere satıldığı için gurur duyduğumuz- diziler ile şov programlarını üretmeyi başaracaktı.



[email protected]