Bir uzlaşma masalı

İsmail Çağlar / SETA Medya ve İlet. Dir.
7.11.2015

Evet, 1 Kasım seçimlerinden sonra ülkenin bir uzlaşmaya ihtiyacı olduğu açık. Ancak bu uzlaşma AK Parti ile siyasete dışarıdan müdahale etmek isteyen gayrı meşru aktörler arasında olmamalı. Kaldı ki bu tür bir girişimi uzlaşmadan çok tereddi, yani yozlaşma, değersizleşme, kavramı ile ifade etmek daha isabetli olacaktır.


Bir uzlaşma masalı

 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri birbirinden çok farklı sonuçlandı. Farklı sonuçlara rağmen iki seçimin de ortak mesajı Yeni Türkiye’nin seçmen tarafından onaylanmasıdır. 7 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin oy oranındaki düşüşü ve muhalefet partilerinin oylarındaki artışı bu perspektiften okumak mümkündür. AK Parti 13 yıl önce kendi başlattığı dönüşüm süreci neticesinde toplumsal taleplerin farklılaşmasını anlamakta ve bu taleplere cevap vermekte eskiden olduğu kadar mahir davranamayınca oy kaybetti. Muhalefet partileri de görünürde bu farklılaşma ve talepleri dikkate alan söylemler ve politikalar önerdikleri için oylarını arttırdılar. Buna mukabil iki seçim arasındaki 5 aylık sürede yaşananlar ve bunlara siyasi partilerin verdikleri tepkiler oy dengesini eski haline çevirdi. AK Parti’nin Yeni Türkiye’nin talep ve beklentilerini karşılamakta yaşadığı sıkıntının geçici, muhalefet partilerinin de bütün kozmetik değişikliklere ve yenilenmelerine rağmen eski Türkiye’deki ısrarlarının kalıcı olduğu ortaya çıktı. Netice 1 Kasım seçimleri ile seçmen Yeni Türkiye istikametini tekrar teyit etmekle birlikte AK Parti’nin bu yürüyüşte siyasi alandaki hâkimiyetini tekrar tescil etmiş oldu. 1 Kasım seçimlerine farklı siyasi ve toplumsal unsurlarından verilen tepkilere baktığımızda, 7 Haziran ve 1 Kasım seçim sonuçlarının bu yönünün tam olarak anlaşılamadığını görmekteyiz. Adeta içerisinde Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’ni, 17-25 Aralık Darbe Girişimi’ni ve 6-8 Ekim Kobani Provokasyonu’nu barındıran 2010 yılından beri yaşanan çatışma süreçlerinde dış müdahaleler karşısında meşru siyaseti savunan, demokratik süreçleri ayakta tutmaya çalışan, Türkiye’nin içerisinde karmaşa ve kaosu barındıran bir ara döneme savrulmasını engellemeye çalışan AK Parti değilmiş ve bu politikaları neticesinde büyük bir oy ve destek kaybı yaşamış gibi, AK Parti’ye 1 Kasım sonrası uzlaşma çağrıları yapılmakta.

Evet, 1 Kasım seçimlerinden sonra ülkenin bir uzlaşmaya ihtiyacı olduğu açık. Ancak bu uzlaşma AK Parti ile siyasete dışarıdan müdahale etmek isteyen gayrı meşru aktörler arasında olmamalı. Kaldı ki bu tür bir girişimi uzlaşmadan çok tereddi, yani yozlaşma, değersizleşme, kavramı ile ifade etmek daha isabetli olacaktır. 7 Haziran ve 1 Kasım seçim sonuçlarına ikisi arasında yaşananlarla birlikte bakıldığında, kendini gözden geçirip yeni bir politika benimsemesi gereken ve bu yönüyle uzlaşmacı bir tutum takınması gerekenlerin kendilerini siyasi ve toplumsal muhalefet olarak tavsif ettikleri halde siyasetin alanını daraltmak ve toplumu olağan mecrasının dışına sevk etmek için her türlü siyaset dışılıktan ve gayrı meşruluktan medet umanlar olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla mesele kimin kiminle hangi konuda uzlaşacağından daha çok uzlaşmanın yönünün ne olacağıdır.

1 Kasım seçim sonuçlarına partilerin verdikleri ilk tepkiler tarafları değersizleştirmeyecek bir uzlaşmanın yönü hakkında fikir vermektedir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 1 Kasım seçim sonuçlarını değerlendirdiği ilk açıklamasında seçimlerin olağanüstü şartlarda gerçekleştiğini birkaç defa altını çizerek vurguladı.

Kılıçdaroğlu’nun olağanüstü şartlara yaptığı bu vurgu örtük bir biçimde CHP’nin seçim yenilgisini -ki Kılıçdaroğlu ortada bir yenilgi olmadığını düşünmektedir- henüz ne olduğunu bilmediğimiz olağanüstü şartlarla açıklamak dolayısı ile yenilgiye bahane bulmak amacını taşıyordu. Bu tutum daha önce çok örneklerini gördüğümüz seçmen iradesinin aslında olmaması gereken hatalı bir yönde tecelli ettiği iddiasının daha örtük bir ifadesidir. Bu örtük ifade AK Parti’nin seçim kazanmasının normal ve olağan şartlarda imkânsız olduğu, dolayısı ile seçmenin olağanüstü şartların etkisinde kalarak irrasyonel bir karar verdiği görüşüne karşılık gelmektedir. Bu düşünce ve açıklama biçimi siyaset alanını daraltarak, seçmenin “irrasyonel tercihler”ine karşılık siyaset dışı müdahalelere alan açmaktadır. Bu görüşle uzlaşmak, seçmen iradesini ve AK Parti’nin temsil ettiği siyaseti değersizleştirmektir. Bu türden “değersizleştirici uzlaşma” talepleri var olduğu iddia edilen toplumsal kutuplaşmayı azaltmak bir yana, tarafları ve siyaseti değersizleştirdiği için kutuplaşmaya katkı sağlamaktadır. Dahası bu türden uzlaşma taleplerinin arka planında yatan gerçeklik ise AK Parti’yi 2010 öncesi irtica ve sonrasında etkin olan otoriterlik söylemlerinde olduğu gibi kuşatmaya, çerçevelemeye, etkinliğini daraltmaya dönük taktiksel bir çabadır.

Her türlü uzlaşma talebine kapalı olan MHP’nin tutumunu göz ardı edip, HDP’nin seçim sonrası tutumuna bakıldığında ortaya çıkan fotoğraf maalesef CHP’den pek farklı değildir. HDP Eşbaşkanları “adaletsiz şartlarda gidilen bu seçim sonucunda barajı geçebilmiş olmalarının büyük bir başarı” olduğunu ifade etmişlerdir. Bu açıklamadaki “adaletsiz şartlar” Kılıçdaroğlu’nun açıklamasındaki “olağanüstü şartlar” ifadesi ile aynı örtük zihniyeti içermektedir; AK Parti kazanıyor ve biz kaybediyorsak, bunun adil ve rasyonel bir açıklaması olamaz. Bu olsa olsa bir yol kazası veya kandırılmış seçmenin yanlış kararıdır. Kürt oylarını neden kaybettiklerini sorgulamak şöyle dursun, şehirlere kazılan hendekler sayesinde barajı geçtikleri bir diğer HDP Eşbaşkanı tarafından ifade edilmiştir. Bir an için hendeklerin HDP’nin seçimde elde ettiği oy oranı üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu göz ardı edip, gerçekten HDP’nin hendekler sayesinde barajın üzerinde kaldığını ve bunun bir başarı olduğu varsayalım. Sokağı terörize ederek kazanılan bir seçim başarısını kutsayan ve dolayısı ile meşru siyasetin alanını daraltan bu yaklaşım ile yapılacak bir uzlaşmanın aslında bir değersizleşme olduğu aşikârdır. Dolayısı ile bu anlayışa mahkûm olmuş HDP ile yapılacak herhangi bir uzlaşma, söz gelimi geçmişte olduğu gibi çatışmasızlığı müzakere etmek, uzlaşmadan beklenen çatışmayı azaltıcı fonksiyonu ifa etmekten çok uzak kalacak, aksine orta ve uzun vadede çatışma ve ayrışmaları derinleştirecektir. Çözüm Süreci’nin 7 Haziran’dan sonra nihayete ermesi bu durumun tipik bir misali olarak ortada durmaktadır.

CHP ve HDP’nin yapması gereken

Her şeye rağmen ülkede siyasi tansiyonu düşürücü adımlara dolayısı ile bir uzlaşma zeminine ihtiyaç var. Yeni anayasa, seçim ve yönetim sistemi, yargı reformları, bölgesel ve uluslararası dengelerin gidişatı konuları göz önüne alındığında, siyasetin önünde daha geniş tabanlı alındığında daha isabetli olacak kritik birçok karar bulunmaktadır. Ancak uzlaşma niyetiyle çıkılan yolculuğun siyaseti değersizleştirici bir menzilde son bulmaması için öncelikle uzlaşmanın AK Parti dışındaki taraflarının yapması gerekenler var. CHP ve HDP demokratik siyasette, şiddetin reddinde, siyasetin alanını daraltan yollara meyletmemekte bir iç uzlaşma geliştirdikleri zaman bu partilerle varılacak daha geniş kapsamlı bir uzlaşma siyasete değer katacaktır. Bu durumun örneğini de 7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki siyasi pratiklerde bulmak mümkündür. CHP 7 Haziran’a giden süreçte arkaik bir hal almış olan devletçi ve laikçi tutumunu en azından söylem bazında reddetti ve sosyal refahı önceleyen bir vaat siyaseti benimsedi. Bütün popülistliğine ve gerçek üstülüğüne rağmen CHP’nin bu dönüşümünün genel siyasi atmosfere olumlu bir katkısı oldu; seçmenin gündelik hayatını direkt etkileyen somut talepler kimlik tartışmaları tarafından olağandan fazla domine edilen Türk siyasetinde yeni bir zemin açtı. Bunun etkisi ile seçmen 1 Kasım’da oyunun yönünü belirlerken diğer birçok faktörün yanında kendisine somut olarak kimin neyi vaat ettiğine ve vaat eden bu aktörlerden hangisinin vaadini gerçekleştirme potansiyeline sahip olduğuna bakarak karar verme imkânına sahip oldu.

Bu durum siyasete değer katacak bir uzlaşmanın örneği olarak değerlendirilebilir. Nihayetinde özlenen siyasi uzlaşma tarafların bir araya gelerek lafzen herhangi bir konuda uzlaşmalarını beyan etmelerinden çok daha derin bir süreçtir. Uzlaşması beklenen siyasi aktörler herhangi bir konuda değer üreten bir politika ürettiklerinde, siyasetin rekabetçi ortamında bu değerin diğer siyasi aktörler tarafından göz ardı edilmesi mümkün değildir. Bu metotla sağlanan uzlaşma lafzen sağlanan bir uzlaşmadan çok daha etkili ve değerlidir. Hal böyle olunca 1 Kasım sonrası süreçte esas kıymetli olan herhangi bir değer üretmeyen söylemsel bir uzlaşmadan ziyade, uzlaşmanın tarafı olması beklenen siyasi aktörlerin siyaset biçimlerini siyasetin alanını daraltacak, siyaseti müdahaleye açık hale getirip onu meşru zemininden uzaklaştıracak şekilde değil, değer üretecek şekilde oluşturmalarıdır.

[email protected] (İsmail Çağlar / SETA Medya ve İletişim Arş. Dir.)