Bir vesayet mekanizmasının daha sonuna gelirken...

Yusuf Alabarda/ Strateji ve Güvenlik Uzmanı
31.03.2019

Türkiye’nin önümüzdeki süreçte terörü iç ve dış siyasetinin önünü kapayan bir unsur olmaktan çıkaracağını söylemek mümkündür. Hiç kuşkusuz terör ile imtihan edilemeyen Türkiye’nin, bölgesinde daha inisiyatif sahibi ve daha müstakil bir siyaset geliştireceği, satranç tahtasında karşısında oturan rakiplerinin de çok iyi bildiği bir husustur.


Bir vesayet  mekanizmasının daha sonuna  gelirken...

21 Mart 2019’da PKK terör örgütünün elebaşlarına yönelik MİT ve TSK tarafından icra edilen nokta operasyonu sonucunda kırmızı kategori ile aranan-lar listesinde bulunan Rıza Altun ile PKK’nın sözde Dış İlişkiler Sorumlusu ‘Navdar’ kod adlı Mikail Özdemir, PKK’nın sözde Sözcüsü konumunda bulunan ‘Serhat Varto’ kod adlı Emrullah Dursun ve sözde Kandil Dağı Sorumlusu ‘Sinan Sor’ kod adlı Ali Aktaş’ın bulunduğu üst düzey örgüt men-supları etkisiz hale getirildi.

Türkiye’nin terörle mücadelesini ‘konvansiyonel ve reaktif’ bir formattan çıkartarak ‘yoğun teknolojinin kullanıldığı proaktif’ bir formata taşıması, terör örgütlerinin tamamı ile mücadelesinde çok büyük bir eşik atlamasını da beraberinde getirdi. Bu anlayış değişikliği Türkiye’deki siyasi iradenin uzun yıllar terörün suistimal ettiği sosyal alanlara yönelik yürüttüğü bir siyasetin de tezahürüdür. Bununla birlikte, kendi milli imkanları ile geliştirdiği ve temeli uzun yıllar önce atılarak istikrarlı bir şekilde bugüne değin sürdürülen milli savunma sanayiinin meyvelerinin de toplanması çok büyük bir kuvvet çarpanı olmuştur.

07 Haziran 2015 seçimlerinin hemen sonrasında hükümet eden Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşa-maması, tüm terör örgütlerince çok önemli bir fırsat olarak görüldü ve her türden siyasi riski alma pahasına kardeşlik projesini sürdürmekte olan hü-kümete ve Türkiye’ye yönelik bir diz çöktürme hareketi başlatıldı. Bu kapsamda bir taraftan Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın iştahını kabartan gelişme-ler yaşanmakta ve Suriye’de terör örgütüne uluslararası bir akıl tarafından alan açılmakta, diğer taraftan da PKK ve sahada aynı söylemleri dillendire-rek siyaset geliştiren Halkların Demokrasi Partisi (HDP) tarafından Suriye’de terör örgütünün kazanımları ile ülke içerisindeki muhtemel kazanımların birleştirilerek daha büyük bir hattın oluşturulacağı umut edilmekteydi.

Tehditin boyutları

07 Haziran sürecinden yaklaşık üç ay önce 28 Şubat 2015’de, hem HDP Genel Başkanı Selahaddin Demirtaş’ın, hem de Kandil dağındaki terör örgütü elebaşlarından Mustafa Karasu’nun senkronize bir şekilde yaptıkları açıklamalar, siyasi iktidara ve devlete aba altından sopa gösterir nitelik-teydi. PKK, açıkça silah bırakmaya ve ülke içindeki silahlı militanlarını sınır dışına çekmeye yanaşmamaktaydı. Yine Kandil Dağı’nın elebaşların-dan olan Murat Karayılan 09 Haziran 2015 tarihinde ‘Açıkça söyleyeyim, eğer onlar Rojava’ya müdahale ederlerse biz de onlara müdahale ederiz; o zaman Türkiye’nin tümü bir savaş sahasına dönüşür’ diyerek tehdidin boyutunu tüm ülkede terör estirmek olarak büyütüyordu.

14 Temmuz 2015’de terör örgütü KCK’nın elebaşlarından Bese Hozat, Özgür Gündem gazetesine “Yeni Süreç: Devrimci Halk Savaşıdır” başlıklı bir yazı yazdı. Hozat “devrimci halk savaşı ve serhıldan” çağrısı yaparak yürütülmekte olan süreci sona erdirdiklerini duyurdu. PKK bu tarihten he-men sonra her türden terör eylemlerine hız kazandırsa da siyasi iradenin çok kararlı duruşu ile TSK, Jandarma, Emniyet ve İstihbaratın çok koordineli ve kahramanca bir mücadelesi sonucunda PKK kazdığı çukurlara adeta gömüldü ve ülke içerisindeki hemen hemen tüm elebaşı kadrosu çok başarılı istihbarat ışığında nokta operasyonları ile imha edildi. Silahlı militanlarını ülke dışına taşımayı reddeden ve devletin gücünü küçümseyen örgüt, adeta ülke içinde eylem ortaya koyamaz hale gelmişti. İşte 2015 yılında ortaya konulan terörle mücadelenin en önemli boyutunu oluşturan ‘önleyici müca-dele ve teröre karşı proaktif müdahale’ 40 yıllık PKK ile mücadelede ilk kez Türkiye’yi ülke içi mücadeleden ülke sınırları dışındaki mücadele boyu-tuna taşıdı. Bugün gelinen noktada, İç İşleri Bakanlığı’nın verileri doğrultusunda örgütün ülke içerisindeki silahlı militan sayısı 700 kişiye kadar indir-genmiş ve inisiyatif tüm ülke coğrafyasında tamamen devletin eline geçmiş bulunmaktadır. Bu husus hiç kuşkusuz örgütün ülke sınırları içindeki etkisini azaltmakla kalmamış, aynı zamanda örgütün finans kaynaklarına ve eleman devşirme noktasındaki faaliyetlerine de büyük darbe vurmuş-tur.

Devlet dışı mücadele

PKK özelinde bir değerlendirme yaparsak Türkiye’nin ortaya koyduğu ‘terör örgütleri ile kaynağında mücadele’ stratejisi doğrultusundaki en önemli hamle ‘Zeytin Dalı Harekâtı’ ile Afrin’deki PKK yuvalanmasına ait olan harekattır. Siyasi iradenin dışarıda AB ve ABD üzerinden, içeride ise ana muhalefet partisinin her türden popülist ve manipülatif söylemleri üzerinden acımasızca yıpratılmaya çalışıldığı bir ortamda, PKK için adeta finans kaynağı, insan kaynakları havuzu ve eğitim kampı konumunda olan Afrin bölgesi çok başarılı bir teknoloji kullanımı, ileri düzeyde bir komu-ta, kontrol ve koordinasyon sonucunda terör örgütünden arındırıldı. Gözden kaçan en önemli hususlardan birisi de şudur ki, Afrin bölgesinde Zeytin Dalı Harekâtı devam ederken, TSK çok etkin bir planlama ile Irak’ın kuzeyindeki Kandil Dağı ile Türkiye ve Kandil Dağı ile Sincar arasındaki irtiba-tı ortadan kaldırmaya matuf bugüne kadar da devam eden 16 irili ufaklı kalıcı askeri üs bölgesi inşa etti.

Bu süreçler esnasında da Türkiye ısrarla hem Irak’ın, hem de Suriye’nin toprak bütünlüğüne sonuna kadar saygılı olduğunu her türden uluslarara-sı ortamda dile getirmeye devam etti. Hem Irak’ın kuzeyindeki alanın kontrolü hem ülke içinde terör örgütü elebaşlarına yönelik nokta operasyonları hem de sözde PKK kantonlarının birleştirilmesi projesinin Fırat Nehri’nin batısına tekabül eden alanda askeri gücün ve diplomasinin başarılı ve etkin bir şekilde kullanımı örgütü hem ülke içerisinde, hem de ülke sınırları dışında çözülme noktasına getirdi. Sincar ve Karaçok Dağı bölgelerine yapılan irili ufaklı operasyonlar ile örgütün sadece alt düzey militanları değil, 15 Ağustos 2018 tarihinde kırmızı bülten ile aranan ve Sincar bölgesinden so-rumlu elebaşı ‘Mam Zeki Şengali’ kod adlı İsmail Özden kendisini birçok istihbarat örgütünün koruma şemsiyesi altında hissettiği bir ortamda etkisiz hale getirildi. Bu operasyonun üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişti ki bu sefer 21 Mart 2019 tarihinde Kandil Dağı bölgesinde Rıza Altun ile PKK’nın sözde Dış İlişkiler Sorumlusu ‘Navdar’ kod adlı Mikail Özdemir, PKK’nın sözde Sözcüsü konumunda bulunan ‘Serhat Varto’ kod adlı Em-rullah Dursun ve sözde Kandil Dağı sorumlusu ‘Sinan Sor’ kod adlı Ali Aktaş’ın bulunduğu üst düzey örgüt mensupları etkisiz hale getirildi.

‘Alamut Kalesi’ artık yok

Hem Sincar Dağı bölgesindeki ‘Şengali’ kod adlı teröristin imhası, hem de en son yapılan operasyonda terör örgütünün elebaşı kadrosunun TSK ve MİT tarafından etkisiz hale getirilmesi, örgütün kendisi için bir ‘Alamut Kalesi’ niteliğinde kullanabileceği bir alanın artık kalmadığının açık bir göstergesidir.

PKK türündeki terör örgütleri Afrin, Kandil ve Sincar gibi alanları tamamen kendi kontrollerinde tutmak isterler ve bu alanlar üzerinden her türden dış desteğin sağlanması bu örgütler için çok kritik önemdedir. İşte tam bu noktada, dışarıdan bağımsız bir siyaset üretebilen ve bu siyasetini çok geliş-miş bir teknolojik askeri güç ile destekleyebilen Türkiye, terör ile mücadelesinde artık çok kritik bir eşiğe gelmiştir. Bu operasyon sonrasında sadece Türkiye sınırları içerisindeki terör örgütü mensupları değil, aynı zamanda ‘Alamut’ kalelerinde bugüne kadar güvenli bir şekilde yaşayan ve dış istihba-rat örgütleri ile bu bölgeler üzerinden ara yüz ilişkisi geliştiren elebaşlarının da hareket edebileceği alan sıfırlanma noktasına ulaşmıştır. Bu operasyon görüntülerinden de net bir şekilde anlıyoruz ki, örgütün Türkiye sınırları dışında dahi “nerede, ne zaman, kimlerle, hangi konuda ne yapacağına” dair tüm istihbarat bilgisi Türkiye Cumhuriyeti tarafından çok başarılı bir şekilde toplanıp istihbarat analizine tabii kılınmakta ve bu analiz sonucu ortaya çıkan yüksek düzeydeki koordinasyon başarılı bir operasyona dönüşebilmektedir.

Ayrıca örgütün lider kadrolarının yaklaşık üç yıldan bu yana hem yurt içinde, hem de yurt dışındaki nokta operasyonları ile etkisiz hale getiril-mesi, PKK’nın hafızasına, bölgedeki aktörlere ve yurt dışındaki bağlantılarına yönelik de bir operasyon olması açısından çok kıymetlidir. Özellikle, Rıza Altun ve PKK’nın sözde Dış İlişkiler Sorumlusu Mikail Özdemir gibi örgütün Avrupa’daki tüm finans ve istihbarat desteği anlamındaki ilişkilerini yürüten elebaşlarının ve Kandil Dağı’ndaki tüm kirli ilişkileri koordine eden sözde Kandil Dağı Sorumlusu Emrullah Dursun’un etkisiz hale getirilmesi birçok Batı istihbarat örgütünü bu bölgede şu an adeta kör ve sağır bir halde bırakmıştır. Bu istihbarat örgütlerinin yeni militanlar ile bir angajmana girmesi ve yeniden bir iletişim çerçevesi belirlemesi Türkiye’nin bölgede bu derecede etkin olduğu dikkate alınır ise oldukça güç gözükmektedir.

Kritik eşik

Ülkelere ait sınırların uluslararası hukukun iğfal edilmesi pahasına değiştirildiğini, güç perspektifli siyasetin yegâne belirleyici parametre olduğunu ve bu sürecin önümüzdeki günlerde daha da ivmelenerek devam edeceğini söylemek mümkündür. İşte tam böyle bir ortamda siyasi istikrarını yeni Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile sağlamlaştıran Türkiye’nin, iç ve dış siyasetinin terör gündemi ile manipüle edilmesinin önüne geçilmesi hayati önemde-dir. Türkiye bu anlamda PKK terörü başta olmak üzere, tüm terör örgütleri ile olan mücadelesinde çok kritik bir eşiğe gelmiştir.

Türkiye’nin önümüzdeki süreçte terörü iç ve dış siyasetinin önünü kapayan bir unsur olmaktan çıkaracağını söylemek mümkündür. Hiç kuşku-suz terör ile imtihan edilemeyen Türkiye’nin, bölgesinde daha inisiyatif sahibi ve daha müstakil bir siyaset geliştireceği, satranç tahtasında karşısında oturan rakiplerinin de çok iyi bildiği bir husustur. Bu yüzden Türkiye’nin elde ettiği bu başarıyı farklı gerekçeler ile önce kontrol altına almaya, sonra da tekrardan Türkiye’nin terör ile imtihan edildiği zamanlara ülke siyasetini geri götürecek kapıyı aralamaya çalışacaklardır. Son 20 yıl içerisinde birçok vesayet mekanizmasını etkisiz hale getirerek ayağına takılmış prangalardan kurtulan Türkiye’nin, kısa vade içerisinde önemli bir dış vesayet unsuru olan ‘terör vesayetinden’ de kurtulması yakındır.

@yusufalabarda