Bir yaşama üslubu olarak Mevlevilik

Kâmil Yeşil / Yazar
16.12.2022

Mevlânâ/Mevlevîlik bir dildir, bir yaşama üslubudur, bir terbiyedir. Bu terbiyede yerdeki taş ayağın ucu ile ittirilmez, yere eğilinir, el ile alınır ve bir kenara besmele ile konulur. Bu terbiyede insanlar bir yerden sırtını dönerek çıkmaz, hafif geri geri gider. Çünkü insana sırt dönülmez. Bu terbiyede büyükler, küçüklere sorar "Nasılsın evladım?" diye. Küçükler, büyüklere sormaz.


Bir yaşama üslubu olarak Mevlevilik

Mevlânâ Celaleddin Rûmi Hazretlerinden ayrılığımızın 749 yılındayız. Ölüm ona şeb- i arûs(düğün gecesi) bize hicran oldu. Her 17 Aralık'ta onun sevgilisi (Mevlâ) ile kavuşmasını hatırlıyoruz. Ölümü düğün gecesi olarak gören ve yaşayan; İslam dininden başka bir din, İslam tasavvufundan başka bir anlayış, Türklerden başka bir millet yoktur. Biz Müslümanlar, ölümün ayrılık değil kavuşmak olduğunu Peygamber Efendimizden, onun ölümden önce söylediği er-Refîk'ul âlâ'ya (Yüce Dosta) tarifinden biliyoruz. O günden beri âşıklar ölmez, ölmüyor. O günden beri Mevlâmıza kavuşuyoruz, düğüne gider gibi ölüme gidiyoruz. Ölüm bize o günden beri munis, içimizden biri, bizi vuslata ulaştıracak bir vasıta olarak kabul ediliyor. 17 Aralıklarda Mevlânâ hazretlerinin kanatları altına giriyoruz ve düzenlenen ihtifal ile miraca yükselir gibi yükseliyoruz.

Mevlânâ Hazretlerinin tarihî olarak yaşadığı yıllar, ders aldığı hocalar, gezdiği yerler kitaplarda kayıtlıdır. Kimdir, sorusuna cevap arayanlar oralara baksın. Biz kendi Mevlânâ'mızı anlatacağız. Kimdir Mevlânâ? Mevlânâ bir İslam âlimidir. Mesnevi bir Kur'an tefsiridir.

Bir irşad eri

Mevlânâ bir mübelliğ, bir irşad eridir. Bedenen hayatta olmamasına rağmen 749 yıldır İslam'ı tebliğ etmekte, insanları Hz. Peygambere, Kur'an'a çağırmakta ve binlerce insanın hidayetine vesile olmaktadır. Bunun en önemli şahidi Muhammed Hamidullah hocadır. Şöyle diyor: 'Paris'te şuna şahid oldum. Hristiyanların İslamiyete kabulünü, onların İslam'a sevkini sağlayan ne Ebu Hanife'dir ne İmam Maturidi. Hristiyanları İslam'la kavuşturan kişiler Muhyiddin ibni Arabi'dir, tasavvuftur, gönül dilidir. İslam konusunda benim verdiğim aklî cevaplar Batılıları tatmin etmiyordu. Fakat İslam tasavvufu, kalbe dokunan sözler onları ikna ediyordu. Bundan sonra da Avrupa ve Afrika'da İslam'a hizmet kılıç ve akıl ile değil; gönül yolu ile olacaktır." Günümüz basınında sık rastlanan hidayet öykülerinden hatırlıyoruz ki Hristiyan dünyasını İslam ile buluşturan en önemli isimlerden biri de bu topraklarda medfun Mevlânâ'dır ve Mesnevi'dir. (Hamidullah hoca da 17 Aralık 2002'de şeb-i arûsunu yaşamıştır.)

İki kanatlı olmak

Mevlânâ ermiştir, velidir. Ecdadın dilinde iki kanatlı(cülcenaheyn) diye bir tabir vardır. Bu tabir zahir ilimler(medrese ilimleri) ile bâtın ilimleri (tasavvuf-mükaşefe) kendinde toplayan kişiler için kullanılır. Kimse Mevlânâ Hazretleri olamayacaktır. Ancak Mevlânâlar gibi olmanın yolu açıktır. O da medrese ilimleri ile tasavvuf ilmini baş başa götürmekle mümkündür. Hazret, 749. Vuslat yıl dönümünde bize bu hali ile de yol göstermektedir.

Mevlânâ/Mevlevîlik bir dildir, bir yaşama üslubudur, bir terbiyedir. Bu terbiyede yerdeki taşa ayağın ucu ile ittirilmez, yere eğilinir, el ile alınır ve bir kenara besmele ile konulur. Bu terbiyede kapı kapatılmaz, önden çekilir. Bu terbiyede lamba söndürülmez, dinlendirilir. Bu terbiyede insanlar uyumaz, vahdete girer. Bu terbiyede insanlar bir yerden sırtını dönerek çıkmaz, hafif geri geri gider. Çünkü insana sırt dönülmez. Bu terbiyede büyükler, küçüklere sorar "Nasılsın evladım?" diye. Küçükler, büyüklere sormaz.

Sözün büyüsü

Mevlânâ bir şairdir. Söz sihirdir, diye bir tarif vardır. Bize göre sözün sihir oluşuna, büyüleyiciğine en yakın hali şiir kisvesine büründüğü haldir. Şiir söylemek daha doğrusu söyleyeceklerini en güzel kıvamda, zamana dayanıklı, çok anlamlı söylemek kabiliyeti bütün velilerde görülen bir haslettir. İslamlaşma tarihimiz, şiirimizin de tarihidir. Yesevî ve Yunus Emre ile birlikte bunun diğer sacayağı Mevlânâ Hazretleridir. Üstad bize 749 yıldır şiir kıvamında seslenmekte ve sanatımız ve estetiğimiz için en önemli kaynağın dilimiz ve şiirimiz olduğunu söylemektedir.

Mevlânâ Hazretleri zikirdir, semadır, musikidir. Onun bize taşıdığı musikinin yankısı elest bezminden "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Belâ, Sen bizim Rabbimizsin" nidası ve cevabından gelir. Yahya Kemal'in " Çok insan anlamaz eski mûsıkimizden / Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden" dediği musıki budur.

Neden tekkeler yasaklandı?

Mevlânâ/Mevlevilik milli mücadeledir. Tekkelerin seddine kadar en önemli sivil toplum örgütlenmesi olan dergahlar, zaviyeler, Özbekler Tekkesi örneğinde olduğu gibi Milli Mücadelenin merkezî yerlerinden biridir. İnsanımız, tekkede derviş, mensup ve muhip; tekke dışında ise tacirdir, esnaftır, askerdir. Nefsi ile mücahede ettiği kadar kafirle mücadele etmesini de bilmiştir. Bundandır ki Birinci Millet Meclisi'nde reisin iki yardımcısından biri Mevlevi şeyhi (Abdülhalim Çelebi), diğeri Bektaşi şeyhidir. (Çelebi Cemalettin Efendi)

Acaba ne olmuştur da Birinci Meclis'te el üstünde tutulan Mevleviler, Bektaşiler başta olmak üzere milletin manevi dünyasını zenginleştiren bu yerler mücrim ilan edilmiştir? Oysa BMM I'deki kişiler de aynı kişilerdir tekkelerdeki kişiler de. Toplumu yeniden şekillendirmek isteyen toplum mühendisleri ve siyaset 'dede', 'baba', gibi tarikat lakapları başta olmak üzere bütün aksamı yasaklamış, bulduklarını sürgüne göndermiş bazılarını da idamla yargılamış ve Nakşi büyüğümüz Erbili Hazretleri de oğlu ve müridanı ile şehid edilmiştir. Ne yazık ki büyük âlim, ârif, ermiş kişimiz, toplumun çimentosu Mevlânâ'dan korkan bir yapı türetmek istemişlerdir. BMM'nin üzerinden altı sene geçince tekkeler kapatılmış, yüzyıllardır beşikten mezara dinlenilen musiki, 'Türk musikisi değil' denilip yasaklanmış ve boşluk yabancı seslerle doldurulurmuştur. 1926'da kapatılan Mevlânâ Türbesi akreplere, çiyanlara terk edilmiştir. (1946'nın 17 Aralık'ında sözde bir anma programı yapılır ve fakat bu program Halkevinde icra edilir. Bu dönem, Konyalıların, yeni nesle dedelerinin Türbe'sinden bahsedemedikleri bir dönemdir. 47'de tören yapılmaz. 48'de ve 49'da 'yapılmadı' demesinler diye göstermelik, sınırlı sayıda kişilerin katıldığı resmî konuşmalı toplantılarından başka bir şey yoktur.)

İhtifallerin yeniden ihyası 1950, DP İktidarı ve Menderes'in inisiyatif alması ile tekrar başlamıştır.

Dostun bir tek gülü...

Mevlevilik ve Mevlânâ'nın başına gelenler bunlarla sınırlı değildir. Hallac-ı Mansur'un, arkadaşı Şibli için "İllâ dostun bir tek gülü yâreler beni" dediği nakledilir. Çünkü Hallâc'ın hakkı söylediği, şer'i olarak bir suç işlemediğini bilen arkadaşı, kalabalığa uymuş ve taş yerine gül atmıştır Hallac'a.

Buradan hareketle diyoruz ki Mevlâna Hzazretlerini anlamayan onun eserlerinden ve hizmetlerinden bigane kalanlar, ona mesafeli olabilirler. Hatta düşman bile kesilebilirler. Ancak sapı aynı ağaçtan olan baltanın, kökünü kesmeye çalışması kadar büyük ihanet olamaz ve bunu hâlâ anlayabilmiş değiliz. Marksistlerin, sosyalistlerin dinden soyutlanmış, kendi başına din kurucusu imiş gibi göstermek istedikleri, birkaç şiirini yorumlayarak Hümanist, Sosyalist Mevlânâ çıkarmak istedikleri bir Türkiye'de, din ve ilim adına söylenen sözleri ihanet olarak bile adlandıramıyoruz maalesef. Yazdıklarına verilen cevaplardan anlıyoruz ki metinleri doğru okumadıkları gibi doğru da yorumlamıyorlar. Yine de tarihin kuyumcusu olarak isimlendirilebiliyorlar ki hayret ediyoruz.

Sonuç itibariyle Mevlânâ Hazretlerini bir güneşe benzetiyorum. Herkese aynı eşitlikte aynı ısı ve ışıkla vuruyor. Biberi de kızartıyor elmayı da. Ancak birisi acılık kazanıyor, içindeki acıyı açığa çıkarıyor, diğeri tatlanıyor.

Mesnevi başta olmak üzere onun şiirlerinden besteler yapan, o şiirleri tasavvuf musikisi, türkü, şarkı, pop olarak yorumlayan, Mevlânâ'dan sosyalist, Marksist bir portre çıkarmak isteyen kişilerden anlıyoruz ki ondaki ruh, dil, herkese hitap eden fıtratın dilidir. Herkes ondan kendince faydalanmaktadır.

Eğitimdeki yeri

Ben bize bakıyorum. Biz ne öğrendik, ne öğreniyoruz? Liselerde tek başına bir dersin adı, bir müfredat olabilecek zenginlikte olan Mevlânâ ve eserleri, bizim Milli Eğitim Sistemimize ne katıyor ona bakıyorum. Toplum hayatımızda, dini düşüncemizde, musikimizde, şiirimizde, medeniyet tahayyülümüzde bize ne diyor? Daha doğrusu dediklerini doğru anlıyor ve ondan gereği gibi faydalanabiliyor muyuz? İhtifalin 749.yılı bu konuda bir atılıma, bir açılıma vesile olursa kanaatim odur ki bu da Mevlânâ'nın ruhaniyeti ve feyzi sayesinde olacaktır. O'na rahmet O'ndan şefaat olsun.

[email protected]