Bir yerel seçim koalisyonu olarak CHP

Doç. Dr. Hamit Emrah Beriş / Gazi Ünv. Öğretim Üy.
15.02.2014

CHP’de 30 Mart seçimleri sonrasında yaşanacak tartışmaların yalnızca genel başkanın kim olacağı ile sınırlı kalmayacağı öngörülebilir bir durum. CHP, ya Kemalist-ulusalcı çizgisine geri dönecek ya da söz konusu koalisyon görünümünü bir süreliğine daha sürdürecek. Bu durum, CHP’nin seçim sonrasında yaşayacağı iç iktidar mücadelesini hangi kesimin kazanacağı ile yakından bağlantılı.


Bir yerel seçim koalisyonu olarak CHP

Daha önce adaylarının bir bölümünü açıklayan CHP, kesin aday listelerinin Yüksek Seçim Kuruluna teslim edilmesine kısa bir süre kala İstanbul, Ankara ve İzmir’in ilçeleri başta olmak üzere önceden ilan etmediği yerlerde seçime gireceği isimleri belirledi. Genel merkezden yapılan açıklamayla ile birlikte Parti içinde yeni tartışmalar başladı; küllenen eski hesaplar yeniden gün yüzüne çıktı. Her şeyden önce siyasî partiler açısından adayların açıklanması sürecini bu kadar geciktirmenin birtakım riskler taşıdığını belirtmek gerekiyor. Aday ilanının son günlere kalmasıyla, seçmenlerde Partinin açıklanan isme yeterince güvenmediği ve muhtemel tartışma süreçlerini kısa tutmak için kararı son dakikaya bıraktığı yönünde bir algı oluşabiliyor. Böylece söz konusu güvensizlik hissi, seçmenlere de geçiyor ve adayın ismi etrafında soru işaretleri ortaya çıkabiliyor. Ancak CHP’nin adayları açıklandığında neden bugüne bırakıldıklarının anlaşıldığını da belirtmeliyiz. Bu bakımdan, özellikle “CHP’nin kalesi” gibi görülen bazı merkezlerde sürecin yavaş işlemesinin daha önce açıklanan Mustafa Sarıgül ve MHP kökenli Mansur Yavaş gibi spekülatif tercihlerle yakından bağlantılı olduğu söylenebilir.

CHP yönetimi, muhtemelen Sarıgül ve Yavaş gibi isimlerin adaylıklarının Parti içinde yarattığı depremin artçı sarsıntıları olmasını istemedi. Dolayısıyla Partide söz konusu isimlere yönelik ilk tepkilerin dinmesinden ve seçmenlerin ilk alışma süreçlerinin tamamlanmasından sonra ikinci hamlesini yapmayı tercih etti. Böylece hem ilçelerdeki adaylık beklentileri nedeniyle ilk dalganın Parti içindeki etkisinin nispeten hafif atlatılmasını sağladı hem de farklı etmenlerle oluşacak muhalefetin aynı anda harekete geçmesini engelledi. Gerçekten de CHP’nin aday tercihlerine ve açıklamanın ardından kopan fırtınaya bakıldığında bu tür bir “soğutma süreci”nin neden önem taşıdığı rahatlıkla anlaşılabiliyor.

Adayların CHP’liliği

CHP, İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra ilçe belediyelerinin büyük kısmını elinde tuttuğu İzmir’de mevcut başkanlarının çoğunu yeniden aday göstermedi. Bunların yerine kamuoyunda yeteri kadar tanınmayan yeni adaylarla seçmenlerin karşısına çıkmayı tercih etti. Bu durumun yalnızca CHP için değil, aynı zamanda siyasi partilerin yerel seçimlerdeki tutumları bağlamında çok alışıldık bir örnek olmadığı açık. Özellikle büyükşehirlerde seçmenlerin partiler tarafından aday gösterilen isimleri önceden tanımaları çok mümkün değil. Zira küçük yerleşim birimlerinin aksine büyükşehirlere bağlı ilçelerde seçmen sayısı birkaç yüz bin kişiyi bulabiliyor. Tanınırlık sorunundan ötürü “yeni” bir adayın parti kimliğinin ötesinde kişisel hasletlerinden dolayı alabileceği oy en aza iniyor. Bu nedenle, partiler, genelde ve adayın yıpranması gibi çok zorunlu bir durum olmadıkça, mevcut başkanları ile seçime girmeyi tercih ediyorlar. Örneğin daha önce büyükşehir ilçe belediyelerinde adaylarını açıklayan AK Parti’nin belirlediği isimlerin çoğu hâlihazırdaki belediye başkanlarıydı. CHP’nin bu denli radikal değişikliklere gitmesi ise başka etmenlerin devrede olduğunu gösteriyor. Daha doğrusu hem Baykal dönemine ilişkin bazı izlerin silinmesi hem de Partinin kurduğu yeni ittifaklarının temsilinin sağlanması için bu yönde bir karar alındığı anlaşılıyor. Ancak bu noktaya gelmeden önce CHP’nin seçim stratejisine genel olarak bakalım.

CHP seçim stratejisi

Son dönemde CHP, yüzde 25-30 arasında seyreden bir oy parantezine sıkışmış olduğunu ve mevcut tabloda, seçmenlerin yaklaşık yarısının oyunu alan AK Parti karşısında iktidar alternatifi olma ihtimalinin bulunmadığını görüyor. Bu nedenle, Parti, sağdan belirli ölçülerde oy devşirip içinde bulunduğu dar parantezi genişletmek istiyor. Bunun yanında, göreve geldiği günden itibaren somut bir başarı yakalayamayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun da genel başkan olarak bir zafere ihtiyacı var. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu yönetimi, neredeyse hiçbir standart gözetmeden “zafere giden yol”u keşfetmek istiyor. Hatta bu süreçte Partinin ideolojisi ile söylemsel tutarlılığının bile göz ardı edilmesinden kaçınılmıyor. CHP’nin “merkez sol”da adeta alternatifsiz kalması, bu nedenle, her koşulda belirli bir seçmen kitlesinin oyunu alabilmesi Parti yönetimine bu yaklaşımı hayata geçirebilmek için elverişli bir zemin sunuyor. Buna karşılık, siyasette kimsenin hiçbir zaman sonsuz bir kredisi bulunmadığını görmek gerekiyor. Nitekim aşağıda değineceğimiz gibi CHP’nin denediği yeni taktiklerin bu kez de başarılı olamaması durumunda Parti yönetiminde bir değişiklik yaşanması kaçınılmaz görünüyor. Bu yılın yaz aylarında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri de aslında bu tür bir değişikliğin nispeten sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesi açısından elverişli bir araç olabilir. 

CHP, seçimlerde belki de en az genel oy oranını yükseltmek kadar 25 yıldır kazanamadığı (Sosyal Demokrat Halkçı Parti 1989’da her iki ili de almıştı) İstanbul ve Ankara’da elde edilecek bir zaferin peşinde. Ancak adayların belirlenme sürecindeki tartışmalar bir kenara bırakılsa dahi bu illerde halen işlerin istenildiği gibi gitmediği görülüyor. Bu bağlamda, 17 Aralık ile başlayan algı operasyonu sürecinin de CHP için amaçlanan sonuçları doğurmadığını söylemek mümkün. CHP’nin Gülen cemaati ile zımni bir ittifaka girdiği yönündeki izlenim de sonucu değiştirmiyor. Her iki kesim de kendi tabanlarından gelecek tepkilerden çekindikleri için açıktan bir işbirliği içerisine giremiyorlar. Zira Sarıgül ve Yavaş gibi mutedil aday tercihlerine rağmen kurumsal olarak CHP isminin muhafazakâr seçmen için taşıdığı anlamın kısa vadede değişmesi oldukça zor.

Öte yandan mevcut tabloya bakıldığında İstanbul’da Sarıgül’ün Parti yöneticileri ile gayet iyi bir pazarlık yaptığı anlaşılıyor. Bu bakımdan, “CHP’nin kalesi” gibi görülen bazı ilçelerde Sarıgül’le bağlantılı isimlerin aday gösterilmiş olması dikkat çekiyor. Dolayısıyla Sarıgül’ün CHP adaylığından daha en başta kazançlı çıktığı söylenebilir. Diğer taraftan, Sarıgül’ün İstanbul’da CHP yöneticilerinin ve kendisine umut bağlayanların istediği etkiyi yaratamadığı da açık. Ancak Sarıgül’ün seçimlerdeki asıl hedefinin Kılıçdaroğlu’nun 2009’da aldığından daha yüksek bir oy oranına ulaşmak olduğu görülebiliyor. Özellikle İstanbul’da CHP’nin kazanma ihtimalinin yüksek olduğu ilçelerde listeler üzerinde etkili olan Sarıgül, seçimlerden sonra Parti için en etkili figürlerden biri durumuna gelecek. Bu bağlamda, seçimi kazanamasa da istediği oy oranlarına ulaşması durumunda Sarıgül, 30 Mart sonrasında CHP ile ilgili kurulan tüm denklemlerin en önemli değişkenlerinden biri olacak.

CHP açısından Ankara’da yaşanan sorun ise daha büyük. Son birkaç ay içerisinde adı neredeyse tüm sağ partilerle anılan Mansur Yavaş’ın CHP’nin adayı olarak açıklanmasından sonra yaşanan “doku uyuşmazlığı” sorunu hâlâ çözülebilmiş değil. Nitekim Yavaş, adeta bağımsız bir aday gibi davranıyor; katıldığı televizyon programlarında neredeyse kerhen CHP adayı olduğu mesajını veriyor. Aynı durumun CHP örgütleri için de geçerli olduğu söylenebilir. Yavaş’ın seçim çalışmalarını kendi ekibiyle yürüttüğü ve yerel CHP örgütlerinden yeterince destek alamadığı anlaşılıyor. Bu açıdan, Yavaş’ın CHP içerisinde Sarıgül’e göre çok daha zayıf bir pozisyonda olduğu söylenebilir. Muhtemelen 30 Mart’tan sonra tarafların yolları ayrılacak ve ancak Yavaş’ın adaylığı CHP yönetimine muhalif kesimler tarafından daha uzunca süreler temel eleştiri noktalarından biri olarak kullanılacak. Sonuç olarak medyada estirilmeye çalışılan tüm olumlu havaya rağmen CHP’nin İstanbul ve Ankara’da büyükşehir belediyelerini AK Parti’nin elinden almasının oldukça zor olduğu söylenebilir.  

Susturulan Kılıçdaroğlu

Diğer taraftan 30 Mart’ta alınacak seçim sonuçlarına göre CHP’nin yeni bir liderlik tartışması yaşayabileceğinin işaretleri doğuyor. Partinin aday belirleme sürecinde aldığı “radikal” kararların beklenen etkiyi doğuramaması, ulusalcılar başta olmak üzere muhalif kanatları “şimdilik” kaydıyla susturan Kılıçdaroğlu’nun işini oldukça güçleştirecek. Seçimlerin hayatî önemini gerekçe göstererek AK Parti dışındaki hemen her kesimle işbirliği yapabileceklerinin işaretlerini veren Kılıçdaroğlu, beklediği sonuca ulaşamaması durumunda ortaya çıkan manzarayı izah etmekte oldukça zorluk çekecek. Kaldı ki aday listelerinin oldukça eklektik bir şekilde belirlenmesi CHP tabanında da rahatsızlık doğuruyor.

CHP, aday tercihleriyle AK Parti’nin karşısında yer alan tüm muhalif kesimlere belirli ölçülerde yer veren bir “koalisyon” görünümü çiziyor. Bir bakıma, kendi çekirdek tabanı dışında CHP’ye destek veren pek çok unsurun yegane ortak motivasyon kaynağı AK Parti karşıtlığı. Burada gözden kaçırılan gerçek ise koalisyonların geçici ve konjonktürel oluşu. Siyasetin doğası gereği, bir parti, bir ideolojinin beslediği sağlam bir zemine oturamazsa kalıcı bir görünüm sergileyemez. Tam tersine seçim kazanma odaklı stratejilerin ve günübirlik politikaların uzun vadede partiden götürdükleri ilk anda getirdiklerinden çok daha fazla olabiliyor. Bu bakımdan, CHP’nin 30 Mart seçimleri sonrasında yaşayacağı tartışmaların yalnızca genel başkanın kim olacağı ile sınırlı kalmayacağı öngörülebilir bir durum. CHP, ya Kemalist-ulusalcı çizgisine geri dönecek ya da söz konusu koalisyon görünümünü bir süreliğine daha sürdürecek. Bu durum, CHP’nin seçim sonrasında yaşayacağı iç iktidar mücadelesini hangi kesimin kazanacağı ile yakından bağlantılı. Parti içindeki ulusalcı kanadın Deniz Baykal benzeri bir lider üzerinde uzlaşması, CHP’nin aslî siyasal diline dönmesini beraberinde getirecek. Sarıgül’ün iktidar mücadelesinden galip ayrılması ise sözünü ettiğimiz koalisyon modelinin bir süre daha sürmesine neden olacak. Kuşkusuz üçüncü bir seçenek daha var: CHP’nin evrensel değerleri sahiplenen, özgürlükçü ve demokrat, gerçek bir sol parti olması. Ancak Parti içindeki farklı kesimlerin iktidar mücadelelerindeki dile bakıldığında halen CHP için en “uzak ihtimal”in bunun olduğu da kolayca görülüyor.

[email protected]