Bırakma Beni: Bir niyet sineması

Dr. Sertaç Timur Demir / Gümüşhane Üniversitesi
22.09.2018

Burası, gariplerin istedikleri kapısından girebildikleri salihler yurdudur. Dün olduğu gibi bugün de vermenin eksiltici olmadığını bilen cömertlerin, tanımadıkları mazlumların dahi hakkını koruyan mertlerin anavatanıdır. Böyle olduğu için bunca badireye rağmen ayaktadır. Bu açıdan, çekimleri Urfa’da yapılan Bırakma Beni filmini, Türkiye propagandası yapmamakla itham eden görüşü haksız bulduğumu söylemeliyim.


Bırakma Beni: Bir niyet sineması

Bir film neden izlenir? Duygusal rahatlama için mi, fikri aydınlanma için mi, yoksa estetik haz için mi? Ve neden sevilir bir film? Bizi can evimizden yakaladığı, hislerimize tercüman olduğu veya gerçeği hayal; hayali gerçekmiş gibi sunduğu için mi? Belki de tüm bunlar birer geçerli nedenidir sinemanın bu denli yaşamımızda olmasının. Boş zamanlarımızda kanalları değiştirirken yakalandığımız filmlerin bizleri bu denli kuşatmasının. Ürettiği basmakalıpların zihnimizi bu kadar yoğun işgal etmesinin.

Pekâlâ, bir inanç olarak sanat –özelde sinema nerede durur? Allah rızası için secde edilir de, film çekilir mi? Bosnalı parlak yönetmen Aida Begiç’in Bırakma Beni (Never Leave Me) filminin iddiası değilse de; derdi budur. Filmin kendisi güçlüdür; ancak niyeti daha güçlüdür. Tutulmamaktan korkmamasının sırrı bu niyette saklıdır. Mezuniyet projesi dâhil çektiği tüm filmleriyle ses getiren Begiç savaşı bilen, savaşın şekillendirdiği ve savaşla savaşan bir yönetmendir. Buna şaşmamalı. Nitekim insanın kaderi, vatanının kaderine prangalıdır. Vatan, emziren ana; besleyen babadır. Bu yüzden yetim, biraz da vatansız kalandır.

İfşa değil ima eden dil

Bugünlerde vizyona giren Bosna’nın Oscar adayı Bırakma Beni, hem anne babasından hem de vatanından yana yetim kalmışların hikâyesini işler. Filmdeki çocuklar oyuncu değildir. Cannes ödüllü yönetmen Aida Begiç, kurduğu atölyede uzun süre çalışmıştır çocuklarla filme hazırlamak için. Suriye’den Türkiye’ye iltica eden bu yetim çocukların her biri kendi öyküsünün gerçek karakteridir. Ortada, izleyicinin duygularını sömürecek bir “rol kesme” de yoktur. Bu nedenle film, kurmacadan ziyade tesirli bir belgesel tadı bırakır.

Sinemada gerçekçilikle ajitasyon arasında ince keskin çizgiyi aşındırmayan Aida Begiç, izleyiciyi kolayca ayartmanın banal yöntemlerine başvurmamıştır. Büyük hesaplaşmalar, vurucu aforizmalar veya ezber bozan çatışmalar yoktur filmde. Birkaç saniye süren iki kavga sahnesi var örneğin. İlki, tül perdenin gerisine; ikincisi, karanlığın içine saklanmıştır. Teşhirin teşvik edildiği ve şiddetin de tıpkı cinsellik gibi yüceltildiği bu görüntüler dünyasında Bırakma Beni, günümüz film piyasasının tartışılmaz sayılan kurallarıyla da hesaplaşmıştır.Allah rızası için film yapmanın tek usulü de, kaçınılmaz bedeli de işte budur!

Senaryosu mutlak bir giriş gelişme ve sonuca dayalı dramatik yapıda değildir. Her geçen gün devasalaşan yıkımın minimal bir kesitidir Bırakma Beni. Durumlar olaylardan; izlenimler mesajlardan; haller fikirlerden değerlidir burada. Kimlikler ve aidiyet(sizlik)ler detaylara sinmiştir. Yaklaşım gerçekçidir. Bu tavır kamera hareketlerinden ışığa, dekordan montaja belirleyici olmuştur. Umudunu yitirmeyen bir gerçekçiliktir bu. Diyaloglar doğal, kamera aktüeldir.  İfşa değil; ima eden bir dili vardır filmin. Zaten izleyiciden beklenen de “ağlaması” değil; “anlaması”dır. Empati kurmasıdır. Bu işaretleri kendi dünyasıyla ilişkilendirmesidir. Evsizlerin ve yetimlerin “bırakma beni” nidasına bizatihi kendi nefsini muhatap etmesidir.

Salihler yurdu

Film, yol sahnesiyle başlar. İnişli çıkışlı ve çok dönemeçli bir yoldur bu. Tıpkı hayat gibi. Ancak bu yol, doğduğu evinden; büyüdüğü yurdundan uzak düşen biri için elbette romantik göndermelere sığmaz. İnsan vatansız kaldı mı, her yer yol olur çünkü ona. Güzel mazinin geride silikleştiği, tepenin ardının ise tümüyle belirsizliğe çıktığı bir yoldur bu. Bırakma Beni’de bu başlangıçsızlık ve sonrasızlık portresi, yarım kalan hikâyelerde vücut bulur. Yetimlerin isimlerinden başka her şeyi flûdur. Mültecileri gurbette birbirleriyle kesiştiren karşılaşmalar hesaplı ve planlı değildir. Savaşı yaşamış bir yetim için zamansal akış da pürüzlüdür. Düz, akıcı ve çizgisel değildir. Kırılmalarla doludur. Varlığıyla bugünde, umutlarıyla yarında yaşayan yetim, özünde düne gömülüdür. Mazi, hem sığınılası dost hem de kaçılası düşmandır onun için. Yönetmen, filmde anlık flash-back’ler, istemsiz hatıra parıltıları ve yitik aile üyelerinin sanrıları olarak verir bu kırılmaları ve gelgitleri.

Aida Begiç sinemasında çocuklar ve kadınlar önemlidir. Çocuklar-özellikle de yetimler- savaş sancısının en net okunabildiği yüzün sahipleridir çünkü. Köklerinden koparılmanın yaralayıcılığı, olanca şiddetiyle çocukların korunaksızlığında cisimleşir. Bu noktada filmdeki Ömer karakterini hatırlayabiliriz. Oldukça az sahnede görülen Ömer’in önemli bir değeri vardır filmde. O Türk’tür ve büyüklerinin aksine Suriyeli arkadaşlarıyla sorunsuz iletişim kurabilmektedir. Böyledir, çünkü çocukların ideolojileri yoktur çevrelerini ötekileştirdikleri. Hendekleri, kalıpları yoktur. Oysa yaşça büyüyen insanlar kirlenmekte ve kirletmektedir çoğu zaman. Etrafını etiketlemekte ve sakınma duvarlarıyla daraltmaktadır. Kuşkuyla çalışan, sıkı işleyen gümrükler oluşturmaktadır. Bu yaklaşım, filmde de görüldüğü gibi, bazen peçete satan bir çocuğu bile köşeye sıkıştıracak sorulara, sorgulamalara varabilmektedir. “Niye okumuyorsun”, “Sen benden çok kazanıyorsun”, “Ne işiniz var burada, ülkene dönsene” diyecek cüreti üretebilmektedir.

Hiç şüphe yok ki, Türkiye Cumhuriyeti, devletinden milletine Suriyeli kardeşleri için en büyük fedakârlığı yapan ülkedir. Burası, gariplerin istedikleri kapısından girebildikleri salihler yurdudur. Dün olduğu gibi bugün de vermenin eksiltici olmadığını bilen cömertlerin, tanımadıkları mazlumların dahi hakkını koruyan mertlerin anavatanıdır. Böyle olduğu için bunca badireye rağmen ayaktadır. Bu açıdan, çekimleri Urfa’da yapılan Bırakma Beni filmini, Türkiye propagandası yapmamakla itham eden görüşü haksız bulduğumu söylemeliyim.

Her şeyden önce bu film bir ülkeyi değil; bir vakıayı anlatıyor. Bu yüzden filmdeki gri kasvetli Türkiye imgesi, ülkenin koşullarını değil; esasında ailesiz ve vatansız kalmanın ruh halini yansıtıyor. Ne kadar iyilik yapılırsa yapılsın, gurbetin rengi gridir, dokusu depresiftir çünkü. Yoksa verdiği demeçlerde dört milyon mülteciyi kabul eden Türkiye’nin yeteri kadar konuşulmadığından hayıflanan yönetmenden, tümüyle bunu gündeme getirecek bir propaganda filmi yapmasını beklemek, ahlaklı bir talep de değildir. Filmin oyuncularından Usame’nin “Annem gibi görüyorum” dediği Aida Begiç’in, izleyicileri dünya yetimlerini anlamaya davet etmesi tüm bu propaganda beklentilerinin ve teşebbüslerinin üstündedir. Daha kalıcı olan da budur doğrusu. Keşke anlaşılabilse.

Nefsin sineması

Film, yalnızca ekranda görünenlerden ibaret değildir. Çoğunlukla kameranın gerisindeki ekibin, başta yönetmenin ve yapımcıların niyetidir, maksadıdır. Hollywood nefsin sinemasıdır mesela. Güçlüdür, ama adaletten yoksundur. Zengindir, ama hakikatten mahrumdur. Estetiği bile kontrolsüz arzunun ellerine teslim eden tavrıyla Hollywood, olanca bütçesi ve yüksek teknolojisiyle obur iktidarların yanındadır. Bu yüzden yetimlerin gerçek hikâyesini anlatmak, yetimleri en çok seven, kendisi de yetim olan Peygamber’in nesline ve ümmetine nasip olmuştur. Üstelik sanatın bunca acıya böylesine sessiz kaldığı bir zamanda ve zeminde.

Tam burada, “Gönüller Yapmaya Geldik” sloganıyla Türkiye’nin 255, dünyanın 55 noktasında yardım faaliyetleri gerçekleştiren Beşir Derneği’ni, Bırakma Beni gibi yetimlerin dünyasına nüfuz eden başarılı bir filmin yapımcılığını üstlendikleri için kutlamak gerekir. Benzer tüm kurum ve organizasyonlara model olması umulan bu yöntem, bir sosyal sorumluluk projesini sanat potasında eritmiştir. Bu umut, yeryüzündeki 200 milyon yetime ve yetimlerin etrafındaki kalabalıklara doğrudan ya da dolaylı olarak dokunmaktadır. Genel izleyici kitlesine hitap eden Bırakma Beni, bu minvalde esasında izlendikten sonra başlayan bir filmdir. Çünkü filmden sonra, peçete satmak için yanınıza gelecek bir yetimin sadece muhtaç bir mülteci olmadığını; sizin kadar ve sizin gibi sade hayalleri, düzen arayan umutları, kaçamadığı korkuları ve yürekten duaları olduğunu fark edeceksiniz. Filmdeki yetimlerin, artık birer gölge gibi etrafınızda olduğunu hissedeceksiniz filmden sonra. Sonunda bu yabancı kardeşlerinize evinizin ve gönlünüzün kapısını biraz daha çok ve cesaretle aralarken; içinizdeki yersiz endişelerin ve aşılmaz engellerin yavaş yavaş silinmeye başladığını göreceksiniz.

[email protected]