Birileri CHP’ye sistemin değiştiğini söylemeli

Taceddin Ural / Gazeteci-Yazar
20.05.2017

Türkiye’de siyaset yapma biçimi, 16 Nisan sonrası yepyeni bir kulvara girdi. Ülkeyi yönetmeye dair ciddi iddiası olanlar bu yeni duruma intibakın yollarını aramaya mecburken, kendisini “Hayır cephesinin lideri” ilan eden CHP hala eski ezberleriyle iş görmeye çalışıyor. Partideki son kurultay tartışmaları da “Eski Türkiye”nin bildik politik pratikleriyle yürüyor.


Birileri CHP’ye sistemin değiştiğini söylemeli

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, klişesinin en isabetli kullanımlarından birisi, hiç şüphesiz 16 Nisan referandumu için geçerli olur. Gerçekten de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Halkoylaması, ortaya koyduğu sonuç ile paradigmayı değiştirdi, ezberleri bozdu, çarşıyı karıştırdı. Siyaset kurumu/aktörleri için şimdi, yüzde 51,4 ile gelen bu “evet”ten gerekli mesajı alma zamanı. Profesyonel politikacılar, ferasetleri ölçeğince bu mesajdan pay sahibi olacak.

‘Hayır’ın yüzde 25’i

Kendisini “Hayır cephesinin doğal lideri” gören, dahası yüzde 48,6’nın handiyse tamamının sahibi ilan eden CHP’nin ise bu mesajı aldığı oldukça su götürür. CHP; muhalif kesimler arası dağılım ölçümü asla yapılamayacak yüzde 48,6 üzerinden kendisine özel bir görev verilmiş vehmine kapılmış görünüyor. CHP’nin müzmin halini, yani şu yıllardır yüzde 25 bandına sıkışmışlığını düşününce, bu durum bir parça “anlayışla” karşılanabilir belki. Öyle ya, genel ya da yerel seçimlerde hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak biçimde her dört seçmenden üçünün kendisine karşı olduğunu acıklı bir biçimde gören CHP, referandum gibi partili dağılımı bağlamında faili meçhul kalan seçim pratiklerinde ise her iki seçmenden birisinin yanında olduğunu varsaymaktan elbette memnun. Hatırlanacak olursa, CHP 2010 referandumunda da “Hayır”ların sahibi olduğunu iddia etmişti.

İşte, bütün bu ahval ve şerait içerisinde CHP’de beklenildiği gibi kurultay kıyameti koptu. Çünkü pasta büyük görünüyor, gerçek öyle olmasa da “Hayır pastası, CHP’nin pastası” demek, parti içi muhalif için de kulağa çok hoş geliyor. Bu mantaliteyle hareket edince, yüzde 48,6’lık “Hayır Cephesi”ni 2019’a kadar hem diri hem de partinin yanında tutmak CHP açısından elzem. Ancak sorun şu ki, referandum sonrası ortaya çıkan durum fevkalade yeni, alışılmadık iken, CHP’deki siyaset yapma tarzı ise fevkalade arkaik, eski, konvansiyonel. CHP kurmayları “Eski Türkiye”nin ezberleriyle, yöntemleriyle bu süreci geçirebileceklerini düşünüyor. CHP yönetimi, hassaten de Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu öncelikle nimete talip, külfete ise mesafeli. Karşımızda, “Hayır cephesinin lideri” var ama o isim, 2019’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmayı aklından bile geçir/e/miyor.  

Bu noktada, CHP’de hiçbir zaman eksikliği hissedilmeyen muhalifler devreye giriyor. Onlara göre, CHP 16 Nisan sonrası hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Muhalifler özetle “AK Parti 16 Nisan akşamı 2019 seçim çalışmalarına başladı. Adayı belli. Bizim de şimdiden adayımız belirlenmeli ve bu aday CHP Genel Başkanı olmalı” diyor. Söyledikleri doğru olmasına doğru da CHP’de bu doğruluğun kendisine yer bulabileceği bir zemin var mı, o şüpheli. Buna; ne partinin oluşturulmuş teşkilat/ delege yapısı ne de, Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Sen çekil, ben daha iyisini yaparım” diyenlerin müktesebatı müsait.

20 ayda bir kongre

Siyasi partilerin kongreleri, parti içi bir mekanizmadır ama en çok da parti dışına, genel kamuoyuna “mesaj” vermek amaçlıdır. Partinin fikriyatı kongrede elden geçirilir, vitrini kongrede seçmene hazırlanır, yönetme iddiası kadrolarla kongrede ete kemiğe bürünür. Teoride bu böyledir. Pek çok partinin pratiğinde de bu böyledir. Türkiye’de bunun bir istisnası varsa o da Cumhuriyet Halk Partisi kongreleridir. Bu partinin, adeta bitmek tükenmek bilmez hissi veren kurultayları, ortalama bir partide olması gerektiği gibi dışarıya, siyasi rakiplerine odaklanmaktan çok içeriye odaklıdır. Parti yönetimi, partinin rakibi olan siyasetteki diğer partilerden çok, içerideki farklı kliklerle meşguldür. Yönetim, yönetimde olmanın getirdiği bütün gücü, partideki aykırı sesleri bastırmak için kullanır. Parti içi muhalefet de genel siyasetle fazla ilgiliymiş gibi görünmez. Hemen hemen tek motivasyonu “Hele bir parti yönetimini ele geçirelim” yaklaşımı olan muhalefet, bütün enerjisini buraya teksif eder. Her iki tarafın ortak özelliği ise bir hükmü şahsiyet olarak farklı partilerden muarızlara bile gösterilmeyen şiddet ve celalin birbirlerine gösterilmesidir. Sonra kongre günü gelir çatar. Süreçte iyice gerilen sinirler, yükselen tansiyon, artan hakaret yoğunluğu o gün pik noktasına ulaşır. CHP kurultaylarının parti hafızasında da toplumsal hafızada da bıraktığı tortu budur.

Kuruluşundan bugüne 35 olağan, 18’de olağanüstü kurultay düzenleyen CHP’nin tarihi, aslında mevcut, işleyen, yürüyen siyaseti doğru okuyamamanın da tarihi bir bakıma. Zaten böyle olduğu içindir ki, bir türlü milletle/ seçmenle beklenen, arzu edilen ilişki kurulamamış, bu irtibat kurulamadığı için de partide sık sık niza çıkmıştır. Kurulduğu 1923’ten bu yana ortalama 20 ayda bir kongre toplamak durumunda kalan bir partinin, tarihi ve yapısal sorunlarını bu defaki kurultayında da çözemeyeceğini bilmek için müneccim olmaya gerek yok.

Bir türlü sırtından atamadığı ideolojik bagajları yüzünden daha yola çıkarken her dört seçmenden üçünü karşısına almayı “başaran” CHP, bu yakıcı hakikatle yüzleşmediği, hesaplaşmadığı müddetçe “Her defasında benzer şeyleri deneyip farklı sonuçlar beklemek” gibi bir garabeti yaşamaya mahkûm görünüyor. En basit anlatımıyla “Milletin çoğunluğunun değer verdiği değerlere değer vermemekle” meşhur CHP, aslında bu haliyle kurucusunun izleğinden de uzaklaşıyor. Mustafa Kemal Atatürk, 9 Aralık 1922’de, CHP’yi kurma niyetini, “Milletin her sınıf halkından, hatta İslam dünyasının en uzak köşelerinden bana ebedi olarak iftihar duyacağım şekilde gösterilen teveccüh ve itimada layık olabilmek için” sözleriyle açıklamıştı. Evet, formül basit: Milletin her kesiminin desteğini almak, teveccühüne mazhar olmak, itimadını kazanmak. İşte, CHP’de yıllardır olmayan, oldurulamayan tam da bu.

Okur, farketmiş olmalı. Yazı boyunca, CHP’deki olası bir Parti Meclisi veya kurultay hesaplaşmasının “gerekli imza sayısı, delege eğilimi, tüzük incelikleri” gibi teknik detaylarına girilmedi. Çünkü, bu zait bir çaba. Çünkü, bunlar anakronik detaylar. Çünkü, CHP’nin öncelikli işi, yeni siyaseti okumak olmalı. Aslında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, CHP’ye bugüne kadar bir türlü gerçekleştiremediği “siyaset yapma” yetisini kazandırabilir. Kazandırabilir ama CHP kurumsal aklında böyle bir irade gözükmüyor. Türkiye’de 16 Nisan’dan itibaren artık siyaset yapmanın, ülkeyi yönetmeye talip olmanın asgari şartı, seçmenin yüzde 50’den fazlasının oyunu alma olarak belirlendi. Eski tarz delege oyunlarıyla, teşkilat kurgulamalarıyla belki yüzde 25’lik oyu olan bir partinin yönetimini ele geçirebilirsiniz ama Türkiye’yi yönetmek gibi bir gündeminiz asla olamaz.

CHP, bunu idrak etmek zorunda. Yoksa, bindiği otobüsteki koltuğunda uyuyakalan yaşlı amcanın haline benzeyecek hali: “Uyan bey amca, geldik.”

Adaylar, memnuniyetsizler

CHP’de genel başkan adaylığına adı geçen ya da mevcut yönetime tepki koyanlar arasında Deniz Baykal, Fikri Sağlar, Muharrem İnce, Selin Sayek Böke, Tuncay Özkan ilk akla gelen, en fazla öne çıkan isimler.

Deniz Baykal… Malum müessif olaydan dolayı N.Ş.A.’da ortalarda pek görünmemesi beklenecekken, o gayet ateşli bir biçimde tartışmaların içinde oluyor, ekran ekran boy gösteriyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat ettiği 1938’de doğan Baykal, “yaş problemi”ni de mesele etmeyerek, 2019’da 81 yaşında olacağını hesaba katmıyormuş gibi davranıyor. Baykal’ın çağrıştırdığı “eskiye dair ambians”ta Fikri Sağlar’ın da ismini zikretmek, dolayısıyla benzer handikapları akla getirmek mümkün. 

Muharrem İnce… Sahil şeridindeki bir kasabada “kitleyi” heyecanlandırabilecek söyleminin bütün CHP’de, dahası bütün Türkiye’de ilgi çekebileceğini düşünüyor. Yıllardır, “Ağzı iyi laf yapan bir öğretmen” kalıbından Türkiye ölçeğinde bir siyasetçi olmanın mücadelesini veriyor. Çabaları, merhum Osman Bölükbaşı’yı akla getiriyor. O da iyi konuşurdu, meydanları doldururdu ama oy alamazdı. Bu durumu soranlara, “N’apalım. Başak var ama dane yok” derdi.

Selin Sayek Böke… Bir parti sözcüsünde pek de rastlanmayan asık yüz, çatık kaş gibi özellikleriyle parti sözcülüğünü yürüttü. Muhtemelen akademisyenliğinin de etkisiyle sürekli asabi bir İngiliz mürebbiye tipolojisi çizdi. Medyanın bir kısmı, akademi dünyası, Nişantaşı ve Çankaya gibi semtlerden eşhasın arkasında olduğu sanrısıyla ortalığa atıldı. Bunların, CHP’nin “Eski Türkiye” işi delege yapısına tesir edebileceğine inanan bir naiflik taşıyor gibi. Muhtemelen, geçmişte Tansu Çiller örneğinde bir kez tutmuş, “Sarışın güzel kadın” formülünün kendi özelinde işleyebileceğini de düşünüyor.

Tuncay Özkan… Bazı Ankara, özellikle de Meclis gazetecilerinde görülen bir zanla malûl gibi. Kimi parlamento muhabirleri, siyasilerle çok dip dibe olmanın getirdiği bir özgüvene sahiptirler. “O yapıyorsa ben hayda hayda yaparım” yanılsamasıdır bu. Tuncay Özkan da muhtemelen hüsranla sonuçlanacak bu deneyimi yaşayacak gibi görünüyor. Mustafa Balbay ismi de aynı kulvarda zikredilebilir. 

[email protected]