Birlikte, barış içinde... Mümkün!

MURAT GÜZEL
2.07.2016

Mustafa Şerif’in, Derrida ile yaptığı söyleşiyi konu edinen İslam ve Batı kitabı, her iki düşünürün felsefi projelerinin temel izleklerinden biri olan “birlikte yaşama” meselesini konu ediniyor.


Birlikte, barış içinde... Mümkün!

Martin Heidegger sonrası modern felsefe içinde etkisi hâlâ süren bir filozof Cezayir doğumlu bir Yahudi olan Fransız vatandaşı Jacques Derrida. Felsefi, siyasi ve edebi metinleri okumaya, yeniden yorumlamaya ve Batı tarzı felsefeye hakim olduğunu öne sürdüğü “sözmerkezciliği” ifşa etmeye dönük bir metin yorumlama stratejisi olan yapısökümün mucidi ve elbette en parlak uygulayıcısı. Batı kültürünün oluşumunda etkin rol oynamış metinlere dönük eleştirel bir okuma tarzı Derrida’nınki. Bu eleştirel okumaların sonuçları siyasetten edebiyat eleştirisine, hukuktan ilahiyat ve mimariye kadar bir çok farklı alanda uygulama imkanına da kavuştu. Bu uygulamaların birçoğunu Derrida’nın bizzat kendisi geliştirirken, Paul de Man, William Connolly vb. teorisyenlerin çeşitli çalışmaları da yapısökümcülüğün gelişip serpilmesinde önemli roller oynadı.

Tuzağa düştüler

Derrida, ölümüne yakın süreçte özellikle teolojik-politik diyebileceğimiz bir alanda çalışmalarını yoğunlaştırmıştı. İbrahimi olan üzerinde Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam arasındaki farklılıkların tarihsel kuruluşunu, Batı kültüründe ve tabii diğer kültürlerde bunun yansıma şekillerini de irdeledi Derrida. Şu sözler ona ait: “Klasik Batı, Yahudi-İslam-Hıristiyan ve Yunan-Arap olduğu halde biz onun Yunan-Roma ve Yahudi-Hıristiyan geleneğine ait olduğuna inandırıldık. İbrahim’in oğulları birlikte yaşamaları gereken bir anda birbirleriyle karşı karşıya gelmek gibi bir tuzağa düştüler.”

Diğer yandan 20. yüzyılın son çeyreğinde etkili olmuş postmodernizm ve postyapısalcılık tartışmalarında modern Fransız düşüncesinin ve tabii ki Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın da etkisi büyüktür. Modern Fransız düşüncesinin şekillenmesinde ve postmodernizm-postyapısalcılık tartışmalarında sık sık öne çıkarılan Lyotard, Derrida gibi düşünürlerin Cezayir doğumlu olmaları, bu düşünürlerin, bilhassa Derrida’nın, zaman zaman, bir tür Cezayir nostaljisi geliştirmeleri (Nostalgerie) dikkate değer bir konudur.

Cezayirli düşünür ve politikacı Mustafa Şerif’in, Derrida’nın ölümüne yakın bir vakitte, Derrida ile yaptığı söyleşiyi konu edinen İslam ve Batı kitabı, hem Derrida’nın Cezayir dolayısıyla İslam hakkında öne sürdüğü görüşleri hem de “birlikte yaşama” gibi gerek Mustafa Şerif’in gerekse Derrida’nın felsefi projelerinin temel izleklerinden birini konu ediniyor. Cezayirli olmasaydı filozof olamayacağını söyleyen Derrida “birlikte yaşama” kavramı etrafında şunu vurguluyor: “Birlikte yaşama ancak toplumun kendini kapatmadığı, gerçeğin tekelini iddia etmediği, kuralları ve prensipleri gözden çıkarmadığı ya da diretmediği takdirde gerçekleşir. Ve hiç bir zaman, hiç kimseye saldırmadan, kendi iyilik anlayışını gösterdiğinde, vazgeçmediğinde, susmadığında, dünya anlayışını değiştirmediğinde bu mümkün olur.” İslam ile Batı arasındaki ilişkilerin, kültürel zıtlaşmanın ötesinde sıcak çatışmaya dönüştüğü bir tarihi sürecin ortasında, 2003’te gerçekleştirilmiş bir söyleşinin Mustafa Şerif tarafından anlatılan öyküsü İslam ve Batı. Farklılıklar ilkesini ve ötekine saygıyı savunan iki düşünürün söyleşisi kitap. Bu bakımdan da siyasal çoğulculuğa ilişkin sıkıntılı süreçlerden geçen entelektüel hayatımıza önemli bir katkı.

Zweig ve Avrupa kültürü

Balzac, Dickens, Dostoyevski, Tolstoy, Nietzsche vb. biyografileriyle hem bu yazarları hem de Avrupa kültürünü gözler önüne seren, Stefan Zweig bu eserinde kendi hatıralarına yöneliyor. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başları gücünün doruğunda bir Avrupa, ama aynı zamanda bu güç sarhoşluğunun verdiği kibirle ahlâki ve insani çöküş içinde olan bir Avrupa... Ve yaşanan iki büyük dünya savaşı. Zweig, tüm bunları iliklerine kadar hissederek, daha güzel ve yaşanabilir bir dünyanın hayalini kuruyor. Zweig almış olduğu sağlam eğitim, geniş bilgisi, gezginciliği, koleksiyonculuğu ve önde gelen siyasetçiler ve yazarlarla yakın dostlukları sayesinde Avrupa kültürünü ve yaşadığı bu zaman dilimini bize anlatıyor.

Dünün Dünyası, Stefan Zweig,  çev. Gülperi Sert, Doğu-Batı, 2016

Fromm ve modern toplum

Erich Fromm, refah toplumunun insanını homo consumens olarak tanımlar. Bu yeni insanın dini tüketim, mabetleri ise alış-veriş merkezleridir. Modern insan kendisiyle baş başa kalmaktan korkmaktadır. Bu nedenle ya işle ya da eğlence ile meşguldür. Her iki durumda da ekonomik bir eylemde bulunur; iş yaparken üretir, eğlenirken tüketir. Eğlenceden alınan zevk, harcanan paranın miktarıyla ölçülür. Homo consumens için her şey tüketim ürününe dönüşür. Fromm’un insan ve toplum anlayışını kitabında irdeleyen Özyurt’a göre Fromm sosyal bilimcilerin toplumsal hayatın gözlemcisi olmaktan öte, insani sorumlulukları olduğunu hatırlatan bir bilim adamıdır.

Erich Fromm’un İnsan ve Toplum Anlayışı, Cevazt Özyurt, Hece, 2016

[email protected]