Bismarck Almanya’sına dönüş mü?

Aydın Enes Seydanlıoğlu / UETD Yönetim Kurulu Üyesi
1.07.2017

Almanya göçmenlere monolitik bir kültür dayatmakta ve radikal bir asimilasyon politikası uygulamaktadır. Bu durum göçmenlerde derin yaralara sebebiyet verir ki, insanlık tarihi bu tecrübenin hiçbir kesime faydası olmayacağını birçok kez kanıtlamıştır. Bismarck dönemi kültür savaşının 21. yüzyıla yansıması, bu ülkeye hizmet etmekle ömrünü heba etmiş bir topluluğa yapılmış çok büyük bir haksızlıktır.


Bismarck Almanya’sına dönüş mü?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın korumalarının Mayıs ayındaki Washington ziyareti sırasında terör örgütü yandaşlarına yaptığı müdahale Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenecek G20 Zirvesi öncesi bir takım tartışmaları da beraberinde getirdi. Welt am Sonntag gazetesi, Washington’da vuku bulan olay sürecinde adı geçen korumaların 7-8 Temmuz tarihlerinde Hamburg’ta düzenlenecek G20 Zirvesi için Almanya’ya gelmesinin istenmediği ve Alman Dışişleri Bakanlığı’nın, ABD makamları tarafından tutuklama talebi bulunan korumaların Almanya’ya gelmemesi gerektiğini Türk tarafına ilettiği yönünde bir habere yer verdi.

Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerde son dönemde oluşan gergin hava,  mezkur olayın bu şekilde gündeme gelmesiyle ilintilidir. Bu olay üzerinden Almanya bazı mesajlar vermek istemektedir. Almanya Washington’da yaşanana benzer bir hadiseye karşı tedbir alıyor görünmekle beraber aslında Türkiye’ye bu olay üzerinden gözdağı vermek istemektedir. Alman kamuoyuna da mevcut hükümetin ya da Şansölye Merkel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan karşında eğilmediği mesajı iletilmektetir. Sistematik olarak Erdoğan karşıtlığının basın yolu ile pompalandığı kamuoyuna, eylül ayında yapılacak genel seçimler öncesi böylesi bir mesajın verilmesi Şansölye Merkel için önemli bir hamledir. Bu olayın güdeme gelmesi mülteci anlaşması sürecinde muhalefet partilerinin Merkel’e karşı dile getirdikleri “Erdoğan’a boyun eğme” ithamları dolayısıyla, bu imajdan kurtulma taktiği olarak ta okunabilir.

Bununla beraber yine G20 zirvesine katılmak üzere Almanya’da bulunacak olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk toplumu ile bir araya gelebileceği muhtemel bir buluşmanın engellenmesi yönünde bir karar alındığı haberleri basına yansıdı. Anayasada konuşma ve toplanma özgürlüğü olmasına rağmen terör örgütü yandaşlarının dahi toplantılarının engellenmediği bir ülkede, demokratik yollarla seçilmiş, NATO üyesi ve Avrupa Birliği’ne aday bir ülkenin Cumhurbaşkanının konuşturulmaması, bütün demokratik nezaket sınırlarını aşan bir durum olarak tezahür etmektedir. Bu siyasi “anksiyete bozukluğunun” kalıcı bir hal alıp almaması eylül ayında yapılacak seçimler sonrasında biraz daha netleşecektir. Alman kamuoyuna verilen mesaj bu yönde seyrederken meselenin Almanya’nın Türk diasporası ile ilgili politik kaygılarından mütevellit bu ve benzeri uygulamaları gündeme getirdiği aşikardır. Alman İmparatorluğu’nda 19. yüzyıl sonlarında Katolikliğin ictimai hayatta var olan etkisini kırma amacıyla yapılan devlet müdahalesine ve bu müdahalelere tepkilerden oluşan döneme kulturkampf (kültür savaşı) ismi verilmektedir. Bu süreç Katolik kilisesi ile  Prusya Krallığı daha sonra Otto von Bismarck’ın Şansölyesi olduğu Alman imparatorluğu arasında meydana gelen sürtüşme olarak da bilinir.

Katolik Kilisesi tarihinde, papanın üstünlüğünü ve kilisenin merkezileştirilmesini savunan ve Vatikan’da ortaya çıkan “ultramontanizm” (dağların ötesi) kavramı, Alplerin ötesinde yaşayan ve her tür kararda papaların yönlendirmeleri ile hareket eden kilise üyeleri için kullanılmıştır. 1870 yılı sonlarında Katoliklerin kurduğu Merkez Partisi (Zentrumspartei) ultramontanizm için çalışmakla itham edildi ve Vatikan’dan gelen talimatları uygulamak üzere faaliyet gösterdigi iddiaları ile karşı karşıya geldi. Protestan Devlet ve katoliklerle bu dönemde olan kavga, dışa bağlı olma kavgasıydı ve o dönem katoliklere sadakatsizlik suçlamaları yapıldı. Bütün bu tartışmaların yanı sıra katoliklere aynı zamanda kendilerini toplumdan soyutlama ithamı isnad edildi ve bu bağlamda 1872’de katolik okullarının devlet denetimine alınmasını sağlayan ve rahiplerin devlet okullarında çalışmasını yasaklayan, katoliklere baskının artırılması adına bir dizi yasa hayata geçirildi.

Paralel toplum iddiası

Bugün Almanya Türkiye gerginliğinin temel parametrelerinden biri tarihte yaşanan Bismarck’ın ve Protestan ağırlıklı devlet düzeninin, Vatikan ve Alman katolik kilisesine karşı yürüttüğü “kulturkampf” süreci ile büyük benzerlikler göstermektedir. Gezi olayları sonrası gerçekleştirilen hükümet yanlısı yürüyüş, Türk diasporasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verdiği büyük destek ve benzeri olaylar Almanya’da makbul karşılanmadı. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın Almanya’da yaşayan Türk diasporası üzerinde olan etkisi ve bu kitleyi yönlendirdiği paranoyası ve kaygıları, Almanya’da devlet aklının Türkiye’ye ve diaspora Türklerine olan tavrında belirleyici oldu. Şansölye Merkel’in Alman vatandaşlığına geçmiş Türk kökenli vatandaşlardan sadakat göstermelerini beklediği yönünde yaptığı açıklama, Katoliklere yapılan sadakatsizlik ithamlarını çağrıştırmakta ve bu süreç ile büyük bir benzerlik göstermektedir. Bugün yine gündemi işgal eden Türk diasporasına yönelik geliştirilen paralel toplum iddiası, Bismarck döneminde Katoliklerin kendilerini toplumdan soyutladıkları söylemleriyle neredeyse aynı şekilde telaffuz ediliyor. Aslında Almanya’daki Erdoğan ve Türk diasporası karşılaştığının, sistematik baskıların temelinde, Almanya’nın keskin kimlik politikalarının izlerini görmek mümkündür.

Marjinal gruplara destek

Almanya’da uzun zamandan beri yaşayan ve temelinde Türkiye’de son dönemde yaşanan gelişmelere dair empatiden uzak olan Alevi transnasyonal örgütlenmeleri ve marjinal Kürt grupların Türkiye karşıtı çalışmaları da Alman siyasi partileri bünyesinde ciddi bir karşılık bulmaktadır. Özellikle son yıllarda devletin sisteme entegre ettiği Alevi yapılanmalarının politize olması ve Almanya’da Ak Parti karşıtı bir mobilizasyon oluşması da Almanya-Türkiye ilişkilerini çıkmaza sokan diğer bir unsur olarak belirmiştir. Türkiye’de daha Liberal bir politika izlenmesini isteyen Almanya, bu tip gruplar ile de yakın bir teşriki mesai içerisine girmiş bulunmaktadır. Almanya’da azınlık hakları talepleri genel demokratikleşme gereksinimleri olarak ele alımakta fakat Türkiye söz konusu olunca genelde Türkiye’nin demokratikleşmesinden ziyade etnik ve mezhepsel temelde bir söylem geliştirilmektedir. Örneğin Almanya’da yüzde 30’dan fazla göçmen yaşayan şehirlerde yüzde 3 oranında dahi göçmen kökenli kamu personelinin olmadığı bölgeler varken, mesele Türkiye olunca ayrıştırıcı bir tavır ile özgürlükler ve hakların verilmesi vurgusu yapılıyor. Bu yönü ile yukarıda bahsi geçen yapılanmalara, Türkiye’deki çalışmalarını etnik ve mezhepsel temelde yapabilmesi noktasında destek sağlanıyor. Bu durum Türkiye’de özgürlüklerin ve demokratik hakların elde edilmesine fayda sağlamaktan ziyade, bir ayrışmaya ve çatışmaya zemin hazırlıyor. Bunun yanında bu kesime belirli imtiyazlar tanınırken, göçmenlerin büyük çoğunluğunu oluşturan muhafazakar kitle dışlayıcı bir politika ile karşı karşıya kalıyor. Türk vatandaşlığından çıkmak istemeyen ama yıllardır Almanya’da yaşayan göçmenler temsili demokrasinin politik sürecinin dışında tutuluyor, seçme ve seçilme hakkı elde edemiyor. Sosyal vatandaşlık haklarına erişim konusunda sıkıntılar yaşıyor ve kurumsal ayrımcılığa maruz kalıyor. Muhafazakar kitle topluma uyum sağlayamamayan problemli bir kitle olarak lanse ediliyor Bu durum Batı’nın kadim ayrıştırma stratejisinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Almanya’da hükümet ve devlet aklı her ne kadar söylemlerinde ve iddiasında çok renklilikten ve çoğulculuktan bahsetse de hem tarihsel mirası hem de bugünkü pratikleri ile çok monolitik bir dayatmakta kültür ve radikal bir asimilasyon politikası uygulamaktadır. Bu durum göçmenlerde derin yaralara sebebiyet verir ki, insanlık tarihi bu tecrübenin hiçbir kesime faydası olmayacağını birçok kez kanıtlamıştır. Bismarck dönemi kültür savaşının 21. yüzyıla yansıması, bu ülkeye hizmet etmekle ömrünü heba etmiş bir topluluğa yapılmış çok büyük bir haksızlıktır.

[email protected]