Bize özgü-Batıya örnek bir Başkanlık Sistemi

Zelkif Kazdal - Avukat, ASEM
3.05.2015

Türkiye kendine özgü bir başkanlık modeli üretemez diyenler, millete ve sahip olduğu birikime güvenmiyorlar. Oysa bize özgü ve örnek derecede demokratik bir Başkanlık Sistemi pekala geliştirebiliriz.


Bize özgü-Batıya örnek bir Başkanlık Sistemi

Türkiye’de hükümet sistemi tartışmaları giderek daha farklı bir görünüm almaya başladı.

Sosyolojik, sınıfsal ve siyasal farklı aktörler konuyu tartışmaya başladı. Belki de doğru olan bu. Başkanlık Sistemi’nin sadece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsı üzerinden konuşulması zaten sağlıklı bir durum değil. Ancak bu kez de karşımıza tıpkı Tanzimat sonrası aşırı batılılaşma tartışmalarındaki gibi ilginç durumlar çıkmaya başladı. Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”, Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası”, Ahmet Mithat’ın “Felatun Bey ile Rakım Efendi” romanlarında görülecek türden durumlar bunlar.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Nisan Perşembe günü Bilkent Üniversitesi’nin ev sahipliğinde Ankara Siyasal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi (ASEM) tarafından düzenlenen Türkiye’de Hükümet Sistemi Tartışmaları ve Başkanlık Sistemi başlıklı programında yaptığı konuşma bana yaklaşık yüz elli yıl önceki bu tartışmayı anımsattı. Bir tarafta bize özgü olanı evrensel değerlerle birlikte devam ettirmeyi amaçlayan bir yaklaşım, diğer yanda ise Batı’da ne varsa iyidir ve hiçbir değişiklik yapmadan transfer etmeliyiz diyen aşırı batıcı yaklaşım.

Felatun ile Rakım efendi

Hükümet sistemi tartışmaları ilginç bir biçimde bu forma bürünmeye başladı. Tıpkı 1876 Mayıs ayı sonunda Elliot’un meşrutiyet ve kanuni esasi tartışmaları için yazdığı gibi: “Anayasa kelimesi her ağızda vardı. Kur’an’ın demokratik bir hükümete izin verdiği her yerde yayıldı; hatta Boğazdaki kayıkçı bile anayasa ve demokrasiden bahsediyordu” cümlelerinde olduğu gibi, Türkiye’deki hükümet sistemi tartışması artık her tarafta konuşulmaya başlandı. Bundan rahatsız olan, milli iradenin şeksiz şüphesiz egemen olma ihtimalini benimseyemeyen kitleler bu kez de tartışmayı farklı bir boyuta çekmeye başladı.

ASEM’in gerçekleştirmiş olduğu konferans bu açıdan çok farklı bir başlangıç olacak gibi. Bir kere Bilkent Üniversitesi’nin bu tartışmaya ev sahipliği yapmış olması apayrı bir öneme sahip. Bu nedenle üniversite yönetimini kutlamak gerek. İkincisi uzun zamandır Başkanlık Sistemi hakkında konuşmalar yapan Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı konuşma içeriği itibariyle son derece dikkatle hazırlanmış ve tartışmaları başlangıcından bugüne özetleyen bir formda idi. Özellikle bize özgü bir model kurgulanamaz eleştirilerine yönelik cümleler kanımca bu konuşmanın en önemli çizgileri idi. “Bunlar üzerinden yapılan modellemelerin birebir diğer ülkelere oturması beklenemez. Doğru olan, bu sistemlere esas teşkil eden prensiplerden hareketle, her ülkenin kendi durumuna uygun, özgün sistemler oluşturmasıdır. Nitekim, dünyada kaç tane başkanlık sistemi uygulayan ülke var ise o kadar başkanlık sistemi, kaç tane parlamenter hükümet sistemi uygulayan ülke var ise o kadar parlamenter hükümet sistemi olduğu açıkça ifade edilir.” Cümlesi tam da millete ve sahip olduğu birikime, kültüre ve tarihe güvenmediğinden, özgüveni olmadığından “bize özgü” modeli “alaturka” görüp küçümseyen aşırı batıcılara bir gönderme idi.

Tıpkı Felatun Bey ile Rakım Efendi’de olduğu gibi. Kendisini okula gönderebilmek için gündelikçilik yapan “Bacı”nın büyüttüğü bir yetim olan Rakım ile, son derece müreffeh şartlarda yetişen, iki lafının arasına Fransızca kelimeler serpiştiren ve ukelalıktan hiç geri durmayıp içinde çıktığı topluma ait değerleri kötüleyen Felatun gibi. Ya da Araba Sevdası’nda Recaizade Mahmut Ekrem’in Bihruz Beyi gibi. Hatırlayalım “kudemayı vüzeradan” bir babanın oğlu olan Bihruz bey, Türk gelenek ve göreneklerini “barbarca” olarak nitelendirir ve günlük kıyafetleriyle gördüğü halkı şaşkınlıkla seyreder, babasının bütün servetini o dönemin batılılık göstergesi olan arabalara harcar, evinde Fransızca öğrenmek üzere bir profesör, yemeğin hazır olduğunu Fransızca söyleyecek bir bir “valet de chamber” bulundurur. Benzer örneklerin sayısını çoğaltmak Felatun bey şahsında dönemin batıcılarının halk kültürü, mahalle kültürü, yönetim ilişkileri ve din başta olmak üzere “bize özgü” olan değerlere yönelik küçümseyici tavırlarını sıralamak mümkün.

Cumhurbaşkanının konuşması ve akabinde yayınlanan ASEM Raporu bana birden bunları anımsattı. Türkiye kendine özgü bir başkanlık modeli üretemez diyenlerin millete olan güvensizliklerini yüzlerine haykırdı adeta. Bir akademisyen olarak Türkiye’nin en güzide üniversitelerinden birinde genç akademisyenlere, hukukçulara ve milli iradeye yönelik “size güveniyorum, biz birlikte Türkiye’yi en iyi şekilde yönetecek modeli üretebiliriz” mesajı ancak bu açıklıkla verilebilirdi.

Bize özgü parlamentarizm

1860’lı yıllardan beri yürüyen bu tartışma daha başladığı günlerde benzer argümanlar gündeme gelmişti. Hürriyet, Muhbir ve Basiret yayınları başta olmak üzere Namık Kemal gibi, Ali Suavi gibi isimlerin yazılarından bu tartışma rahatlıkla izlenebilir. Osmanlı için en uygun olan ve sorunları en rahat çözecek hükümet sistemi mekanizmasının ne olduğunu tartışan Yeni Osmanlı aydını örneğin klasik parlamenter sistemin çözüm olmayacağını ve kabul görmeyeceğini “...padişah dahi ben ahalinin umurunu vükelaya ihale etmişdim. Hüsn ve kubuh onlardan mesuldur, dese kezalik ma’zur olamaz.” diyerek kenara çekilen ya da  “Meşe ağacının dibine oturup, teb’asının şikayetlerini dinleyen bir Sultan” formunun bize uygun olmayacağını açıkça tanımlamışlardır.

Cumhurbaşkanının konuşmasından sonra da programda oldukça zengin ve farklı yönleriyle Türkiye için tek başlı yürütme ve katı kuvvetler ayrılığı prensibini gündeme getiren sunumlar yer aldı. Hem Türkiye’deki parlamenter sistem pratiklerinin ürettiği siyasi krizlerin altı çizildi, hem bu siyasi krizlerin ekonomi-politiği yapıldı. Kriz anlarında, krizin faturasının nasıl ekonomik ve siyasal olarak halkın ödediğine vurgu yapan sunumlar yapıldı.

ASEM’in hazırladığı raporun sonuç kısmında ise tüm bu tartışmalara cevap verecek önermelere yer verilmiş. Üretilecek modelin sadece Türkiye için değil, aynı kültür ve gelenekten beslenen çok sayıda ülke için de bir moral unsuru olacağının altı çizildikten sonra, “Bu değişimi hayata geçirirken referans alacağımız ana kriterler binlerce yıllık devlet geleneğimiz, üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki insanların toplumsal ve siyasal iktidar algısı ve evrensel değerleri göz önünde tutan bir yaklaşım içinde olmalıdır.” Cümlesine yer verilmiş. Ardından da üretilecek modelin demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, hesap verebilirlik gibi evrensel değerlerle uyumunun gerekliliği vurgulanmış.

Türkiye’nin siyasi birikimi

Rapor Cumhurbaşkanının konuşmasında değindiği “bize özgülüğe” vurgu yapan şu cümlelerle sonlandırılmış. “Türkiye arkasına böyle bir evrensel tecrübe almış bir ülke olarak, tarihin milletimizin önüne getirdiği bu anlamlı fırsatı ideolojik kaprislere ve komplekslere düşmeden, ama dünyanın birinci sınıf demokrasilerindeki standardlardan da taviz vermeden hayata geçirmelidir. Kendi siyasi sistemimizi revize etme konusunda söz sahibi olmak ne kadar gurur verici ise bir o kadar da mesuliyetli bir görevdir....

Ayrıca millet ve devlet olarak mirası üzerinde durduğumuz bin yılı aşkın bir geleneğinin bize bu tür cesur kararlar alma konusunda ilham verecek, bizi yönlendirecek malzemeler içerdiğini de unutmamak gerekir. Bu zengin tecrübenin epistemolojik birikimi aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa tecrübelerini de güçlendirip ileri boyutlara taşıyacak bir referans kaynağıdır. Kuşkusuz bütün bu hedeflerin gerçekleşmesi toplumsal bir konsensusa bağlıdır; bu da ancak vesayet ve darbe izleri taşımayan çok daha demokratik bir anayasa ile mümkündür.”

Tanzimat sonrası aşırı batılılaşmacı “aydınların” düştüğü hatalara düşmeden, İbn Haldun ve Montesquieu başta olmak üzere bir çok siyaset düşünürünün altını çizdiği gibi içinde yaşanılan toplumun iktidar algısı, referans değerleri, tarihi, kültürü, gelenekleri göz önüne alınarak yeni bir hükümet sistemi modeli üretmek zorunludur. Cumhurbaşkanı düzeyinde bu denli desteğin olduğu Türkiye’deki entelektüeller, üniversiteler, akademisyenler, sosyal bilimciler rahatlıkla bu modeli üretebilecek yetkinlik ve donanıma sahiptir. Üretilecek bu modelin kendi değerleriyle uyumlu olduğunu gören halkın desteği milli iradenin artık hiç kesintiye uğramadan “yürütme erki”ne de yansıyacağının en önemli garantisi olacaktır.

[email protected]