BM, dünya barışı için bir tehdit unsuru

Prof. Dr. Cengiz Gül/ Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi
22.02.2024

Birleşmiş Milletler'nin, İsrail'in Gazze'de işlediği soykırım ve savaş suçlarına karşı sergilediği acziyet, iki yüzlülük ve tıkanıklık, işgalci Siyonist bir örgüt olan İsrail'i daha da cesaretlendirmektedir. Bu manzara karşısında, dünyanın en büyük küresel örgütü BM'nin, kuruluş amacı olan dünya barış ve güvenliğini korumak şöyle dursun, bu barış ve güvenlik için en büyük küresel tehdit unsuru haline gelmeye başladığını söylemek mümkündür.


BM, dünya barışı için bir tehdit unsuru

İsrail, İngiltere'nin başını çektiği Batılı sömürgeci güçler tarafından kurulduğu 14 Mayıs 1948'den itibaren, Siyonist saiklerle adım adım gerçekleştirdiği Filistin coğrafyasını tamamen işgal ve ilhak etme planını sürdürüyor. Hamas'ı ortadan kaldırmak bahanesiyle, çok istemesine rağmen halen ele geçiremediği Gazze'yi, hava saldırılarıyla yaptığı katliamlar sonucunda boşaltmaya zorluyor. Kuzeyinden başlayarak, katliam ve soykırımlarla her türlü savaş suçunu da işlemeye devam eden İsrail, alt ve üst yapısıyla yerle bir ettiği ve hiçbir güvenli yaşam alanı bırakmadığı Gazze'den, "güvenli alan" diyerek Mısır sınırındaki Refah bölgesine göçe zorladığı bir buçuk milyon Gazzeli Müslümanı, bebek, çocuk, kadın, yaşlı, yaralı ve hasta demeksizin bombalayarak, şu ana kadar işlediği soykırım ve insanlığa karşı suçlarında yeni bir aşamaya geçmekte olduğunu göstermektedir. İsrail bu son katliamlarıyla, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren devlet olma refleksiyle hareket etmekten artık tamamen uzaklaşmıştır. Temel hedefi olarak gördüğü Siyonizm ideolojisini gerçekleştirmek noktasında adeta gözü dönmüş bir örgüt misyonuyla hareket etmekte olduğunu sergilemekten de pek çekinmemektedir. Öyle ki bu noktada, İsrail'e tam ve mutlak desteklerini sunmaktan asla geri durmayan, ABD başta olmak üzere diğer sömürgeci devletlerin de, bu desteklerini giderek kaybetmeye başlamasına rağmen, İsrail'in onlara da rest çeken tavırlar sergileyerek tüm barbarca katliamlarına devam etmesi, O'nun, tüm terörize yöntemleri kullanmakta ısrar eden nasıl bir soykırımcı cinayet şebekesine dönmüş olduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir. İsrail, Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere, uluslararası örgütler, devletler ve sivil halklar olmak üzere, uluslararası toplumun büyük bir kısmının, aleyhindeki karar, tavır ve protesto eylemlerinin hiçbirisini dikkate almadan vahşetini sürdürmektedir.

Sürgün ve ilhak planı

Gazze'nin güneyindeki Refah kentinde ayakta kalan son bir hastaneyi de, karargâh yapmak üzere boşaltmaya zorlayan İsrail, soykırımdan geriye kalan Müslümanları Mısır tarafına, Sina Çölü'ne doğru sürgün ederek buraları ilhak etme planlarını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu işgal ve soykırım eylemlerinin üstüne bir de, tüm Müslümanları Gazze'den sürgün etmeye çalışması, İsrail'in asıl hedefinin, sadece Hamas'ı etkisiz hale getirmek değil, Gazze'nin tamamını ve ardından, Doğu Kudüs de dâhil tüm Filistin yurdunu ilhak etmek, yani cebir ve terör yöntemleriyle ele geçirmek olduğunu göstermektedir. İsrail ile Hamas arasında, teknik ve gerçek anlamıyla, birbirine yakın güçler arasındaki bir savaş durumunun varlığından ise asla söz edilemez. Ortada görünen olgu, kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşan aktif 160 bin askerlik bir ordu ile ABD ve İngiltere'nin başını çektiği Batılı sömürgeci güçlerin muazzam para, mühimmat ve lojistik desteğiyle ve en önemlisi tüm dünyanın gözü önünde işgal, soykırım ve savaş suçlarının her türünü sorgusuz ve sualsiz işleyebilme serbestiyetiyle hareket eden İsrail'in, Refah kentindeki barbarlığına engel olunmazsa, bir sonraki adımda tüm Gazze'yi ilhak etmeye çalıştığıdır.

BM sisteminin açmazları

Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından açılan ve Türkiye'nin de müdahil olarak, İsrail'in soykırım ve savaş suçları işlediğine dair delilleri sunduğu Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde devam eden davada, İsrail'in, bu suçları işlediği yönünde kuvvetli bir kanaatin oluşmasıyla, yargılanmasına ve bazı ihtiyati tedbirlerin alınmasına karar verildi. İsrail, daha önce hiçbir uluslararası örgüt ve mahkemenin, kendi aleyhindeki kararlarına uymadığı gibi, bu kararın da gereğini yerine getirmemiş ve hatta aleyhinde karar veren UAD üyelerini hayatlarıyla tehdit etme derecesinde terör yöntemleriyle hareket etmekten de çekinmemiştir. UAD'nin bu kararlarının hukuken olmasa da, siyaseten cebren icrası için, Cezayir'in çağrısıyla toplanan BM Güvenlik Konseyi'nden beklenen hamle ise, UAD'nin ihtiyati tedbir kararında bir ateşkes çağrısında bulunmadığını ileri sürerek, yine İsrail'in mutlak hamisi ve destekçisi olarak hareket eden ABD ve İngiltere yüzünden hayata geçememiştir. Bu da, dünya barışı ve güvenliğini korumak amacıyla kurulduğu söylenen BM'nin ve insan haklarıyla ilgili diğer uluslararası örgütlerden oluşan küresel sistemin, ne kadar içi boş ve çürümüş olduğunu ve ABD ve İngiltere'nin başını çektiği küresel sömürgeci yönetimlerin elinde birer kuklaya dönen bu örgütlerin, sadece Batılı sömürgeci devletlerin ve toplumların menfaatlerine hizmet ettiğini, konu Müslüman ülke ve toplumlar olduğunda ise, tam bir baskı ve cezalandırma aracına dönüştüğünü alenen göstermektedir. Özellikle BM sisteminin, 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail'in Gazze'de işleyegeldiği soykırım ve savaş suçlarına karşı sergilediği acziyet, iki yüzlülük ve tıkanıklık, işgalci Siyonist bir örgüt olarak İsrail'i daha da cesaretlendirerek, zulüm ve barbarlığını artan ölçekte pekiştirmesine zemin hazırlamıştır. Bu manzara karşısında, dünyanın en büyük küresel örgütü olarak, şu anki haliyle BM'nin, kuruluş amacı olan dünya barış ve güvenliğini korumak şöyle dursun, bu barış ve güvenlik için en büyük küresel tehdit unsuru haline gelmeye başladığı söylenebilir. Şöyle ki, BM Güvenlik Konseyi'nde kararların oy birliğiyle alınmak zorunda olması ve buradaki beş daimi üyeden (ABD, İngiltere, Rusya, Çin, Fransa) birinin vetosuyla kararların uygulamaya geçememesi, BM'nin işleyiş sisteminin, uluslararası barış ve güvenliğe ilişkin problemleri çözme kabiliyetini ciddi anlamda baltalamakta ve bu sorunların daha da katmerleşmesine yol açabilmektedir. İsrail'in, Gazze'deki işgal, zulüm ve soykırımları karşısında, BM sisteminin, Gazze'deki insani felaket ve mezalimin sona erdirilmesine yönelik olarak, icrai karar yetkisi olmayan BM Genel Kurulu'nun bir-iki kınama ve ateşkes çağrısı dışında, hiçbir olumlu katkısı olmamıştır. Dünya barış ve güvenliğinden sorumlu en büyük küresel örgüt olarak BM'nin, her halükarda işgalci ve soykırımcı İsrail'in yanında yer alan, insani ve kalıcı ateşkes çağrılarına bile karşı çıkan ABD ve İngiltere tarafından işlemez ve sorun çözemez hale getirilmesi de, İsrail'in, işgal, soykırım ve savaş suçlarına devam etme pervasızlığına ve hatta hesap sorulamazlık algısı içinde hiçbir gücün kendi karşısına çıkamayacağı zannına kapılması yönünde, küresel barış ve güvenlik için büyük bir tehdit unsuru haline gelmesine yol açmıştır.

İİT'den ekonomik, siyasi ve askeri bir İslam birliği çıkar mı?

Kurulduğu 1948'den beridir, BM'de aleyhinde alınan onlarca kararın hiçbirinin gereğini yapmayan ve yapmadığı sürece de hiçbir zorlayıcı yaptırıma maruz bırakılmadığı için zulüm ve barbarlıklarını daha da ileri taşıyan İsrail'in, şimdiye kadar Filistin genelinde ve özellikle Gazze'de gerçekleştirdiği işgal, soykırım ve insanlığa karşı suçlarının tamamından hak ettiği cezaya çarptırılmasının, mevcut uluslararası sistemin kurumsal zafiyetleri ve çifte standartlı uygulamaları nedeniyle pek muhtemel görülmediğini maalesef belirtmek gerekir. Bu durumda, şimdi Gazze ve Filistin coğrafyasındaki tüm Müslümanlara barbarca her türlü insani felaketi yaşatan bu Siyonist İsrail terörünün, vaat edilmiş topraklar saplantısının da etkisiyle, çevresindeki İslam ülkelerine ve Türkiye'ye de sıçramasını önlemek adına, İslam ülkeleri tarafından, Mescid-i Aksa'ya yönelik girişilen saldırılara karşı 1969'da kurulan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), şimdiki adıyla da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)'nın, mevcut haliyle pasif ve silik konumundan çıkarılarak, bu işbirliğinin sözde kalmaması ve gerçek anlamda bir İslam Birliği'nin hayata geçirilmesi, çok acil bir zaruret olarak kendini göstermektedir. İslam ülkelerini, basit kültürel işbirliğinin ötesine geçerek, hem ekonomik, hem de siyasi ve askeri bir ittifak sistemi içinde toplayabilecek böylesi bir uluslararası teşkilatın, başta İsrail'in işgal, zulüm ve katliamlarına karşı olmak üzere, Doğu Türkistan'daki ve başkaca İslam coğrafyalarındaki zulümlere karşı da caydırıcı ve bastırıcı etkin bir fonksiyon görerek, dünyada barış ve güvenliğin sağlanmasına büyük bir katkı sunabileceğini özellikle belirtmek gerekir. Ancak hâlihazırdaki İİT'nin, bahsedilen anlam ve fonksiyonuyla bir İslam Birliği'ne dönüşmesinin önünde ise, bu teşkilat üyesi İslam ülkelerinin büyük bir kısmının yönetim kadrolarında ABD, İngiltere ve Fransa'nın başını çektiği emperyal Batılı güçlerin sömürgesi gibi hareket eden ve adeta birer kuklaya dönüşmüş yöneticilerin bulunması, en büyük engel olarak durmaktadır. Buna rağmen hiç olmazsa, Batılı emperyal güçlerin kuklası ve uydusu konumundan çıkmış ve çıkmaya çalışan az sayıdaki İslam ülkesinin ise, Türkiye'nin de öncülüğünde bir araya gelerek oluşturacakları ekonomik, siyasi ve askeri bir uluslararası örgütlenmenin, ideal ölçekteki İslam Birliği'nin bir çekirdeği ve numunesi olarak, başta İsrail olmak üzere, tüm işgal, zulüm ve baskı rejimlerine karşı, etkin bir fonksiyon göreceğini söylemek mümkündür. Zira Gazze'deki vahşet ve katliamlarına karşı uluslararası sistemin kural ve kurumlarını yok sayan ve aleyhinde karar alan veya almaya çalışan örgüt ve devletlere rest çekip tehditler savurmayı alışkanlık haline getiren İsrail'in, bu hukuk tanımaz tutum ve zorbalıklarına karşı, İslam ülkelerinin ekonomik, siyasi ve askeri açıdan bir araya gelerek güçlü bir duruş sergilemekten başka çareleri de bulunmamaktadır. Mevcut dünya konjonktürü ve uluslararası güç dengeleri dikkate alındığında, İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye 57 ülke açısından bu dönemdeki en büyük ve önemli farz vazifenin de, kültürel boyuttaki işbirliğinin ötesinde, Avrupa Birliği (AB) ve NATO'ya benzer hedeflerle kurulması gereken bir İslam Birliği'ni hayata geçirmek olduğu, gayet açık bir realite ve ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.

[email protected]