BM reformu kaçınılmaz

Dr. Hacı Mehmet Boyraz, İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Görevlisi
22.09.2023

Uzun zamandır dünyanın gündeminde olan BM reformuna dair vurgu yapılan asıl husus BMGK'nın yönetim yapısının ve işleyişinin dönüştürülmesiyle ilgili. Zira Libya, Suriye ve Ukrayna krizlerinde görüldüğü üzere BMGK üyesi ülkeler; kendi ulusal çıkarlarına ters düşen tasarıları reddediyor. Ayrıca BMGK bu haliyle dünyanın önemli bir kısmını temsil etmiyor. Zira nüfusları yaklaşık 65 milyon olan Fransa ve İngiltere BMGK'nın daimi üyeleri arasında yer alırken dünya genelinde sayıları 1,5 milyarı bulan Müslümanlar, dünya nüfusunun yaklaşık 1,2 milyarına ev sahipliği yapan Afrika ülkeleri ile nüfusları toplamda 650 milyonu aşan Latin Amerika ülkeleri ve Karayipler burada temsil edilmiyor.


BM reformu kaçınılmaz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta içerisinde New York'ta Birleşmiş Milletler (BM) 78'inci Genel Kurul görüşmelerine katıldı. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada BM reformuyla ilgili 2013'ten beri sık sık dile getirdiği ve artık kendisiyle özdeşleşen "Dünya 5'ten Büyüktür" söylemini üstüne basa basa yineledi. Türkiye haricinde birçok ülkenin de artık istikrarlı şekilde dillendirdiği üzere İkinci Dünya Savaşının hemen ardından kurulan BM, siyasi açıdan artık günümüzün taleplerine karşılık veremiyor. Zira bir yandan BM Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) veto hakkına sahip 5 ülke bu imtiyazı uzun zamandır istismar ediyor, diğer yandan BM kurumsal olarak küresel siyasi krizlerin üstesinden gelemiyor. Bunlardan ötürü adil ve sürdürülebilir bir küresel barış için uzun zamandır beklenen BM reformu, artık tam manasıyla kaçınılmaz hale geldi.

Köhne ve adil olmayan bir düzen

BMGK ile ilgili tartışmaların mahiyetini doğru anlayabilmek için öncelikle Konseyin yapısını ve işleyişini bilmek gerekiyor. Bu bağlamda hemen vurgulamak lazım ki BMGK, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından kurulan BM'nin bir nevi icra organıdır. Asli görevi idealist bir yaklaşımla küresel barışı ve güvenliği korumaktır. Bunun için BM'yi kuran anlaşmayla ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya'ya özel bir veto yetkisi verildi. Bu yetkiye göre 5 daimi üye, sözde küresel barışı ve güvenliği koruma adına BMGK gündemine gelen her tasarıyı reddetme imtiyazına sahip. Bir diğer ifadeyle bu ülkeler veto yetkilerini kullanarak tüm dünyaya yön verebilecek kararlara imza atabiliyor. Nitekim Mayıs 2022 itibariyle Rusya'nın 121, ABD'nin 89, İngiltere'nin 29, Çin'in 17 ve Fransa'nın 16 kez veto yetkisine başvurması çarpıcı bir veri olarak duruyor.

5 daimi üye haricinde BMGK'da ayrıca Genel Kurul tarafından seçilen 10 ülke daha bulunuyor fakat bunlar geçici olarak görev yapıyor. Dahası bu 10 ülke daimi 5 ülkenin sahip olduğu veto imtiyazına sahip değil. Bu nedenle alınan kararlara etkileri son derece sınırlı. Bu sebeple BMGK'nın yapısı, İngiliz yazar George Orwell'ın çok okunan kitabı Hayvan Çiftliği'ndeki şu veciz sözüyle tam olarak örtüşüyor: "Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir". Yani her ülkenin BM'de söz hakkı var ama karar hakkı sadece bazı ülkelerin uhdesinde.

BMGK özelindeki siyasi reform talepleri bugüne özgü değildir; çünkü neredeyse son 30 yıldır bu konuda ciddi bir gündem var. Burada İkinci Dünya Savaşı'nı müteakiben ABD ve Rusya'nın öncülük ettiği; Çin, Fransa ve İngiltere'nin desteklediği yeni bir dünya düzeninin kurulduğunu hatırlamak gerekiyor. Savaşın ardından ABD ile Rusya ekseninde oluşan küresel kutuplaşma sebebiyle diğer ülkeler, siyasi ve askerî açıdan bu iki ülkeyle baş edebilecek güce sahip olmadıkları için uzun süre statükoya boyun eğmek zorunda kaldılar. Bu süreçte (Batı) Almanya gibi az sayıdaki ülke, zaman zaman BMGK'nın yönetim yapısının güncellenmesine dair talepte bulunsa da bu taleplerini kısık ve yumuşak bir dille seslendirmekten öteye geçemediler.

Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte ise küresel sisteme hâkim olan yeni siyasi atmosferde statükoyu sorgulayan ülkelerin sayısı hızla artmaya başladı. Bu şartlar altında 1993 yılında BM'de kapsamlı bir reforma gitmek için Genel Kurul bünyesinde açık katılımlı bir çalışma grubu oluşturuldu ve bu grup 2009'da hükümetler arası müzakere formatına dönüştürüldü. Bu süreçte ayrıca Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi küresel siyasette daha fazla söz sahibi olmak isteyen ülkelerin sayısı arttı. Gelinen nokta itibariyle BM'de reform talebi bir beklentiden öteye geçerek mecburiyet haline geldi.

Reforma kimler destek veriyor, kimler karşı çıkıyor?

Uzun zamandır dünyanın gündeminde olan BM reformuna dair vurgu yapılan asıl husus BMGK'nın yönetim yapısının ve işleyişinin dönüştürülmesiyle ilgilidir. Zira Libya, Suriye ve Ukrayna krizlerinde görüldüğü üzere BMGK üyesi ülkeler; kendi ulusal çıkarlarına ters düşen ya da doğrudan kendi aleyhlerine olan tasarıları reddediyor. Örneğin 2017'de BMGK'ya sunulan ve dönemin Trump hükümetine Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımaktan vazgeçme çağrısı yapan tasarı, bizzat ABD tarafından veto edildi. Bir başka örnekte ise Kuzey Kore'ye balistik füze denemeleri nedeniyle yaptırımların artırılmasını isteyen BMGK tasarısı, geçen yıl Çin ve Rusya tarafından engellendi. Sayıları artırılabilecek bu tür örnekler, BMGK üyelerinin sadece kendi ulusal çıkarlarını gözeterek hareket ettiklerini ve dünya barışını korumaktan ziyade bu barışa alenen zarar verdiklerini gösteriyor.

Ayrıca BMGK bu haliyle dünyanın önemli bir kısmını temsil etmiyor. Zira nüfusları yaklaşık 65 milyon olan Fransa ve İngiltere BMGK'nın daimi üyeleri arasında yer alırken dünya genelinde sayıları 1,5 milyarı bulan Müslümanlar, dünya nüfusunun yaklaşık 1,2 milyarına ev sahipliği yapan Afrika ülkeleri ile nüfusları toplamda 650 milyonu aşan Latin Amerika ülkeleri ve Karayipler burada temsil edilmiyor. Bu da aslında BMGK'nın en adil olmayan yönü olarak nitelendiriliyor.

Konseyde veto yetkisini elinde tutan 5 daimi üye ülke, olası bir BMGK reformuna da karşı çıkıyor; çünkü böylesi bir imtiyazı yeni bir ülkeyle ya da ülkelerle paylaşmak istemiyorlar. Her ne kadar bu ülkelerin devlet ve hükümet başkanları, zaman zaman BMGK'nın yapısını eleştiriyor olsalar da bu eleştirileri hayata geçirmeye yönelik en ufak bir adım atmıyorlar. Örneğin mevcut ABD Başkanı Joe Biden, geçen hafta içerisinde Genel Kurul'da yaptığı konuşmada BMGK reformu için uzun süredir görüşmeler yaptığını ve reform için üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu söyledi. Ancak Biden, kulağa hoş gelen bu söylemlerini hayata geçirmek için görev süresi boyunca hiçbir somut adım atmadı.

Aynı şekilde Çin ve Rusya; BMGK'da ABD, Fransa ve İngiltere'nin öncülük ettiği Batı tahakkümünden rahatsız oldukları için Konseyin yapısının güncellenmesine sıcak baktıklarını dile getiriyorlar. Ancak bunlar da reform yolunda somut bir adım atmayarak statükonun korunmasından yana tavır gösteriyor. Kısacası sahip oldukları siyasi imtiyazı kaybetmek istemeyen 5 daimi üye ülke, BMGK reformunun önündeki en büyük engel olarak duruyor.

Diğer taraftan BMGK üyesi ülkeler dışında neredeyse bütün ülkeler BM'de reforma gidilmesini ve BMGK'nın dönüştürülmesini istiyor. Türkiye ve Ukrayna gibi az sayıda ülke bu taleplerini münferit şekilde dile getirirken bazı ülkelerse örneğin Afrika Grubu, L.69 Grubu, Arap Grubu, Konsensüs için Birlik ya da G4 ülkeleri adıyla müşterek şekilde dile getiriyor.

Peki, reform mümkün mü?

Bu soruya verilebilecek en makul yanıt şu olabilir: Zor ama imkânsız değil. Zor çünkü yukarıda ifade edildiği üzere böylesi bir reformun gerçekleşmesi yolundaki en büyük engel bizzat 5 daimi üye ülkenin kendisi; çünkü hiçbiri sahip olduğu bu imtiyazdan vazgeçmek istemiyor. Diğer taraftan böylesi bir reform imkânsız değil; çünkü BMGK üyesi ülkeler dâhil olmak üzere toplam üye 193 ülke mutabık kalırsa yeni bir düzen inşa edilebilir.

Bununla birlikte BM kuran anlaşmanın 108'inci maddesinden hareketle olası bir reform tasarısının evvela BM Genel Kurul üyelerinin 3'te 2 çoğunluğu tarafından kabul edilmesi lazım. Akabinde bu tasarının 5 daimi üye dâhil olmak üzere tüm üye ülkelerin 3'te 2'si tarafından onaylanması gerekiyor. Uygulanabilir gibi gözükse de her ülkenin dış politika itibariyle kendi öncelikleri var. Örneğin BMGK'ya yeni üye olarak girecek ülkelerden biri İsrail olursa İran başta olmak üzere birçok ülke buna karşı çıkar. Dolayısıyla BMGK'da gerçekçi bir reforma gitmek için öncelikle nasıl bir reform olacağında uzlaşılması lazım. Aksi takdirde her ülke kendi reform planında ısrar ederse konuya dair en küçük adımın bile atılması söz konusu olmaz.

Öte yandan 30 yıldan fazla bir süredir beklenen reform gerçekleşmezse BM, önümüzdeki süreçte daha fazla itibar kaybına uğrar ve bugünkünden daha işlevsiz bir örgüte dönüşür. Bu nedenle gereken konsensüs sağlanmazsa ilerleyen süreçte BM'ye alternatif olabilecek yeni bir uluslararası örgütlenmeye ya da örgütlenmelere gidilebilir. Böylece iyimser bir yaklaşımla dünya devletleri, zamanla BM'yi devre dışı bırakarak yeni bir küresel çatı altında çok daha güçlü şekilde bir araya gelebilir. Buna karşın kötümser bir yaklaşımla önceki hatalar tekrar edilirse inşa edilecek yeni örgütlenme ile BM arasında bir fark kalmaz.

Türkiye'nin vizyonu: Dünya 5'ten büyük

Günümüzde BMGK'nın yönetim yapısının değişmesi gerektiği konusunda en istikrarlı ve kararlı duruşu hiç şüphesiz Türkiye gösteriyor. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Dünya 5'ten Büyüktür" vizyonuyla ortaya koyduğu yaklaşım meseleyi özetler nitelikte. Esasen Erdoğan, bu doktrini 2013'te daha başbakanken BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada dile getirmişti ve o günden beri hiç ara vermeden tekrarlıyor. Özü itibariyle BMGK'daki 5 daimi üyenin alenen nemalandıkları köhne düzeni sorgulayan Erdoğan, bu düzenin insanlığa fayda sağlamaktan ziyade zarar getirdiğine vurgu yapıyor. Erdoğan ayrıca mevcut sistemin adil bir sisteme dönüştürülmesini ve bütün dünyanın sadece 5 ülkenin vereceği bir karara bırakılmamasını savunuyor.

Erdoğan'ın kaleme aldığı "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" isimli kitaptan hareketle Türkiye'nin BM reformuyla ilgili öne sürdüğü somut öneriler arasında şunlar yer alıyor: Genel Kurulun güçlendirilmesi, BMGK'daki daimi üye sayısının artırılması, BMGK üyelerinin rotasyonla görev yapması ve BMGK üyelerinin veto hakkının kaldırılması ya da bu hakkın olabildiğince sınırlandırılması. Türkiye, BMGK'nın olası genişleme sürecinde adil bir yaklaşımla dünya nüfusunun önemli bir kısmına ev sahipliği yapan fakat BMGK'da temsil edilmeyen Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu bölgeleri ile Müslüman toplumların yoğun yaşadığı ülkelere öncelik verilmesini istiyor.

Türkiye sunduğu bu adil çözüm önerileriyle BMGK'daki reformu kendi lehine çevirmek isteyen ülkelerden tamamen ayrışıyor. Zira örneğin BMGK reformunu dile getiren ülkeler arasında yer alan Almanya, reform taleplerinde bulunurken sahip olduğu siyasi ve ekonomik gücü hatırlatarak kendisinin BMGK'ya dâhil olması gerektiğine vurgu yapıyor. Böylece bencilce bir yaklaşım sergilemiş oluyor. Türkiye ise olası bir BM reformunda salt kendini özne haline getirmek yerine yıllardır haksızlığa maruz kalan tüm kesimlere referansla diğerkâmlık örneği sergiliyor.

[email protected]