Trump’ın ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı, hem BM Güvenlik Konseyinde hem de BM Genel Kurulunda ezici bir çoğunlukla kınanmıştır. Filistin konusu, ABD’nin küresel vicdanı ve ortak ahlaki mutabakat noktalarını ihlal etmenin de maliyet doğurabileceğinin bir göstergesi olmuştur. Trump yaklaşımını dengelemenin en etkili yöntemi, bu yaklaşımın ABD’nin maddi çıkarlarına da dokunabileceğini göstermektir.
George W. Bush başkanlığında olduğu gibi ABD dış politikasında zaman zaman cezalandırıcı yöntemler ön plana çıkabilmekte, zaman zaman da ödüllendirme politikaları ağır basabilmektedir. Ancak, ABD’nin yumuşak güç elde etmek için sert gücüne başvurduğu nadiren görülmüştür. Bunun yanında hiçbir zaman liberal değerleri diplomasisinin önemli bir bileşeni olmaktan çıkarıp bir kenara koymamıştır. Özetle Trump doktrininin benimsediği “kuvvet yoluyla barış” anlayışı, ABD dış politikasında geçmişte görülen yumuşak ile sert güç, liberal değerler ile askeri caydırıcılık ve ABD menfaatleri ile dünyanın geri kalanının menfaatleri arasındaki hassas dengelerin gözetildiği yaklaşımdan açık şekilde kopulduğunu göstermektedir. Ayrıca, Trump’ın başkanlık koltuğundaki ilk yılındaki icraatları incelecek olursa, ABD’nin artık elinde bulundurduğu cezalandırıcı sert gücünü hem dostlarından hem de düşmanlarından taviz elde etmek için kullandığı söylenebilir. Trump’a göre, “Amerika’yı yeniden büyük yapmak”, dünyanın geri kalanını küçük yapmak manasına gelebilir. Bazı bölümlerinde stratejik müttefiklere atıfta bulunulsa da İsrail ve Suudi Arabistan dışında ABD’nin geleneksel müttefiklerinden hiçbiri, 68 sayfalık yeni UGS belgesini olumlu karşılaması beklenmemekte. İran’a yönelik tehdit algısı bu iki ülkeyi Trump politikalarına yakınlaştırmış olsa da Trump’lı Amerika’ya yakın durmanın kendileri açısından bir maliyet oluşturduğunu yakın bir zamanda hissedebilirler.
Tehditlerine rağmen hezimete uğradı
ABD’nin Paris İklim Anlaşması ve İran Nükleer Anlaşması gibi uluslararası mutabakatlardan tek taraflı olarak çekilmesi, ABD ile müşterek çıkarlar doğrultusunda müzakere için uygun zemini ortadan kaldırmaktadır. Trump’ın ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı, hem BM Güvenlik Konseyinde hem de BM Genel Kurulunda ezici bir çoğunlukla kınanmıştır. Kararı engellemeye yönelik olarak yapılan oylamada ABD, tehditlerine rağmen hezimete uğramıştır. Üstelik hemen hiçbir konuda ortak karar alamayan İslam İşbirliği Teşkilatı da Trump’ın bu yanlış kararını kınamış ve dünyayı Doğu Kudüs başkentli Filistin Devleti’ni tanımaya çağırmıştır. ABD’nin uluslararası hukuku ve uluslararası vicdanı hiçe sayan bu hamleleri uluslararası camiada karşılık bulamamıştır.
Trump yönetiminin dünyanın geri kalanını hiçe sayan ve tehdit yolu ile hedeflerine ulaşmaya çalışan bu yaklaşım tarzı ilk yılında başarısızlığa uğramıştır. Filistin konusu, ABD’nin küresel vicdanı ve ortak ahlaki mutabakat noktalarını ihlal etmenin de maliyet doğurabileceğinin bir göstergesi olmuştur. Trump yaklaşımını dengelemenin en etkili yöntemi, bu yaklaşımın ABD’nin maddi çıkarlarına da dokunabileceğini göstermektir.
Trump’ın kazan-kaybet üzerine kurulu müzakere stratejisi, başka aktörlerin ABD ile müzakere yoluna gitmesini zorlaştırmakta. Emlak pazarlığında görece işe yarayabilecek kazan-kaybet yaklaşımı, uluslararası ilişkiler gibi çok sayıda aktörün, çok sayıda konunun ve karmaşık ilişkilerin olduğu bir platformda oldukça ilkel bir yaklaşım haline dönebilmektedir. ABD yalnızca sert gücüne dayanarak başkaları ile yaptığı anlaşmaları kendi lehine çevirmeye çalıştığı takdirde, diğer bütün ülkeler de kendi sert gücünü artırmaya yönelir. Ortaya çıkan bu yıkıcı rekabet ortamı ise kimsenin çıkarına olmaz. ABD’nin Kudüs kararı konusunda yaşamış olduğu uluslararası yalnızlaşma, Trump yönetimi ve Trump’ın uluslararası destekçileri açısından bir işaret fişeği gibidir. Bu mesajı doğru okuyamayan bir ABD, uluslararası arenada dostlarını kaybetmeye mahkûm olur.
Trump doktrini, ortak uluslararası değerlerin ve işbirliği araçlarının yıpranmasına neden olacaktır. Böylesine yıkıcı rekabete dayalı bir ortamda ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturduğu görece istikrarlı küresel sistem çözülmeye devam edecektir. Terör, siber tehditler ve yasadışı göç gibi yeni dönemde ortaya çıkan tehditlerden, tek taraflı tedbirlerle değil, birçok tarafın ortak hareket etmesi ile korunabilecektir. Aynı şekilde güvenlik, refah ve ABD’nin benimsediği değerler, ABD’nin etrafına soyut ve somut duvarlar örerek muhafaza edilemez. Trump’ın yeni ulusal güvenlik stratejisi, dünyanın geri kalanına bir getiri vaat etmemektedir. Dolayısıyla dünyadaki diğer aktörler, kritik meselelerde ABD ile koordineli hareket etme konusunda iştiyaklı olmayacaktır. Mevcut durumda Trump politikaları ve söylemleri nedeniyle kaygı duyanlar arasında ön sırada bulunanlar ABD’nin düşmanları değil geleneksel müttefikleridir. Özellikle NATO üyesi ülkelerde, ABD’nin Avrupa güvenliği konusunda risk alıp maliyet ödeme konusunda gönülsüz olabileceğine dair kaygılar oluşmuştur. Şüphesiz ABD’nin devlet aklı ve güçlü müesses nizamı Trump’ı birçok noktada frenleyecektir. Ancak ortaya çıkan bu yeni öngörülemezlik durumu, birçok aktörü – özellikle ABD’nin dostlarını- yeni stratejik seçenekleri değerlendirmeye itecektir. Avrupa’nın kendi güvenlik yapılanmasını oluşturması, bazı önemli bölgesel aktörlerin Rusya, Çin ve diğer bölgesel aktörlerle yeni ittifak arayışlarına girme çabaları yakın gelecekte hız kazanacaktır. ABD’nin çekildiği alanlardaki güç boşluğunu yönetmek ve ABD bencilliğine karşı politika geliştirme gerekliliği, diğer uluslararası aktörlerin ulusal güvenlik stratejilerinde daha fazla merkezi bir tartışma konusu olacaktır.
@Talha_Kose1