‘Boko Haram ve İslam’

Nazife Şişman/Yazar
18.05.2014

Kızların/kadınların kaçırılmasının Afrika’nın geleneksel savaş tarzı içinde bir yerinin olması, çağdaş insan ticareti tanımı içine dahil edilmesine engel değil. Böyle olunca Filipinlerde seks kölesi olarak satılan küçük kız çocukları ile Nijerya’daki kaçırılan Müslüman/Hıristiyan kızlar arasında ne fark var?


‘Boko Haram ve İslam’

Boğaziçi hazırlıkta iken (1979-80) bir gün bir grup kız arkadaşın meraklı sorularına muhatap olmuştum. Yan sınıftaki uzun sakallı ve bol pantolonlu (şalvarlı?) sınıf arkadaşları, onların yüzüne bakmadığı gibi sorularını da cevaplandırmamış. Takvasından mı, asosyalliğinden mi yoksa utangaçlığından mı böyle davranıyordu? Bilmiyorum. Peki bu davranışının açıklamasını neden ben yapmak zorundaydım? Çünkü okulun tek başörtülü öğrencisiydim ve dindarlığını görünür kılan herkesin her davranışının hesabı benden sorulabilirdi.

Bu sosyal psikoloji, grup kimliği üzerinden tanımlanma şeklinde, bütün başörtülüleri bir güruh olarak algılama ve birbirleri üzerinden yargılama şeklinde devam etti yıllarca. Şimdi ise küresel düzeye taşındı desek abartmış olmayız. Nitekim 11 Eylül sonrası Muhammed Ali Clay de böyle bir sorgulamanın muhatabı olur: “Bu teröristlerle aynı dine mensup olmak nasıl bir duygu?” Muhammed Ali’nin cevabıysa bir başka soruda gizlidir: “Hitler’le aynı dine mensup olmak nasıl bir duygu?”

Bugün de benzeri sorulara muhatap oluyoruz. Mesela Boko Haram adlı bir örgüt tedhiş faaliyetlerinde bulunuyor, bombalı saldırılar yapıyor, Müslüman kız öğrencileri kaçırıyor, son olarak da iki yüzden fazla Hıristiyan kız öğrenciyi kaçırıyor... Yani uluslararası terminolojide kabul gördüğü şekliyle terör tanımı içine giren faaliyetlerde bulunuyor. Lakin Müslüman oldukları için ben ayrıca bir tavır göstermek, bir açıklama yapmak zorunda kalıyorum. Ya asla ve kat’a İslam’ın bu yapılanlarla bir ilgisi olamaz, diye savunuya geçmek zorundayım. Ki Müslüman STK’lar böyle bir saikle uluslararası basın açıklaması yaptılar geçen hafta.

İyi Müslüman kötü Müslüman

Ya da meselenin ABD, Fransa, İsrail, İngiltere, Çin eksenindeki küresel hesaplaşma boyutuna dikkat çekerek bir savunu yapmam gerekiyor. Özelde Nijerya, genelde Afrika’nın küresel ekonomi politik içindeki yeri, büyük küresel güçlerin stratejik çıkar ve planları, ülkenin kendi iç dinamikleri, etnik yapısı, sömürgecilik sonrasında ortaya çıkan toplumsal hasarlar vb. konularda çok ayrıntılı ve derinlemesine bilgiye sahip olmasam da “emperyalizmin oyunu” deyip kendi beratımı elime almak istiyorum. Çünkü İslam ve terörün yan yana getirilme sürecinden muzdaribim ve bu hususta da haklıyım.

Ama bu tavırların her ikisi de problemli değil mi sizce? Birincisinde özür dileyici bir yaklaşım hakim. İslam’ı, Müslümanların kötü uygulamalarından beri kılma yolunda cansiperane bir savunu ve “kötü Müslümanlar”ı dışlama (Amerikan dış politikasında iyi/kötü Müslüman tanımının stratejik önemi üzerine bkz. Mahmood Mamdani). İkincisinde de Müslümanların bütün yapıp ettiklerini, sanki kendi iradeleri yokmuş gibi tamamen sömürge geçmişi, Batının oyunu, küresel hesaplaşmalar vb. dinamiklerle açıklama çabası. Esasında her ikisi de, yanlış bir sorunun doğru cevabının olamayacağını gösteriyor bize.

Soran, hesap soran olduğundan, yani Müslümanlarla ilgili bir mevzu hep “İslam ve şiddet”, özelde de Müslüman kadınlarla ilgiliyse “İslam kadınlar ezicidir” şeklindeki oryantalist klişeyi takip ettiğinden, bu meselelerde objektif (tarafsız demiyorum dikkat ederseniz) bir tavır sergilemek neredeyse imkansız hale geliyor. Halbuki karşımızda belli açılardan net, belli açılardansa karmaşık bir olay var. Net olan şu: Sivil halkı hedef alan bir terör olayıyla karşıyayız. Ama bu görünür tespit olayın bütününü açıklamamıza yetmiyor. Çünkü daha karmaşık bir arka plan söz konusu. İbrahim Tığlı’nın dunyabulteni.net’te yazdığı kadarını biliyorum, Nijerya’nın etnik düşmanlıkları dini bir kisveye bürünmeye başladı son yıllarda. Bunun Afrika’da çatışan ABD/Çin çıkarlarıyla da ilişkisi var, yükselen muhalefet hareketlerinin dini ifade biçimini benimsemesiyle de. Akif Emre’nin işaret ettiği gibi sömürgeciliğin toplumsal yapıda bıraktığı tortunun da yükselen şiddetle irtibatı incelenmeye değer. Görüldüğü üzere bu konu derinlikli bir ele alışı gerektiriyor.

Kız kaçırma savaş geleneği

Diğer taraftan kızların/kadınların kaçırılması da küresel bir vaka. Bunun Afrika’nın geleneksel savaş tarzı içinde bir yerinin olması, çağdaş insan ticareti tanımı içine dahil edilmesine engel değil. Böyle olunca Filipinlerde seks kölesi olarak satılan küçük kız çocukları ile Nijerya’daki kaçırılan Müslüman/Hıristiyan kızlar arasında ne fark var? Kaçıranların kimliği midir olayı farklılaştıran? Michelle Obama sadece bu olaydakileri “kızlarımız” diye sahiplenmemiş olsa, ABD siyasetinin Nijerya’daki Müslüman/Hıristiyan karşıtlığı üzerinden yürüyüşünü bu kadar açık etmemiş olsa, bu son kaçırma olayını geçen yıllardaki Müslüman kızların kaçırılmasından farklı görmeyecektik. Ve daha genel bir çerçevede kadınların ve kızların, çatışma bölgelerinde bir savaş ve ganimet unsuru oluşunun acı bir örneği olarak görecektik. Aynı zamanda genel kadın ticareti içinde değerlendirme imkanını da yakalamış olacaktık.

Ama ne yazık ki böyle bir imkana, yani olmakta olanı vazıh bir şekilde görme ve anlama imkanına sahip değiliz. Çünkü görüşümüz pek çok açıdan kırılmaya uğruyor. Bir kırılma noktası da şöyle bir düşünce silsilesinin akabinde geliyor: Elbette İslamofobi faktörünü, daha doğrusu bu tür olayların Batıdaki İslamofobik yaklaşımları desteklemek üzere kullanılıyor olduğunu dikkate alalım; Batılı güçlerin bir takım stratejik hedeflerle bu tür örgütleri besleme, destekleme olgusunu da göz önünde bulunduralım. Ama el-Kaide, Taliban, Şebab ve en nihayet Boko Haram gibi örgütleri besleyen bir bünye de var burada. Bunu neyle açıklamalı? Müslüman bünye neden böyle semptomlar ortaya koyuyor?

Ben yine sorunun yanlışlığından başlamak taraftarıyım. Bir kere ‘bünye’ metaforu ne kadar doğru o tartışılır. Ama bu metafor üzerinden gideceksek eğer şunu da sormak zorundayız: Bünye ne kadar kendi organizmasının doğal koşullarına tabi? Sağlıksız semptomatik tepkiler vermesine sebep olan olağanüstü şartların ve zorlama deneylerin muhatabı olduğu görmezden gelinebilir mi?Kestirmeden “emperyalizmin oyunu” diyen yaklaşım, sığ ve gerçekliğe tekabül eden bir boyutu olsa da yüzleşmeden kaçan bir yaklaşım. Evet, ama”Müslüman bünye neden böyle sağlıksız tepkiler veriyor? sorusunda ifadesini bulan yaklaşım da tek boyutlu ve apolojetik.

Boko Haram’ı anlamalı mı?

Halbuki her toplumsal ve siyasal olay çok boyutludur. Ama nedense “İslami terör” tanımına sıkıştırılmaya çalışılan bütün toplumsal ve siyasal hareketler, sadece din faktörü ile açıklanabilir ve anlaşılabilirmiş gibi bir ön kabulden yola çıkılarak ele alınıyor. Bu da oryantalist yaklaşımın bakiyesi. Müslüman toplumlarda her şeyi belirleyen tek faktör dindir, şeklindeki toptancı yargı belirli oranda sosyal bilimlerin yaklaşımını belirliyor hala. Hele mesele siyasi/stratejik analizlere gelince zaten “problem” olarak görülen bütün tavır ve davranışların kökeninin ve belirleyici etkenin İslam olarak işaretlenmesi, neredeyse kaçınılmaz kabul ediliyor.

Velhasıl Boco Haram gibi terörist eylemlerde bulunan toplumsal/siyasal hareketleri, sadece Müslüman oluşları üzerinden anlamamız mümkün olmayacağı gibi sadece “dış güçlerin oyunu” klişesi üzerinden de anlayamayız. Hem Afrika’nın sömürge geçmişinin genelde tüm Afrika’da özelde Nijerya’da yaptığı tahribatlar sonucu etnik çatışmanın bir ifade biçimi haline gelişini, zaman zaman bunun dini çatışmayla beslenişini, hem uluslararası güçlerin bölgedeki stratejik hedeflerini, hem de genel olarak küresel manada toplumsal siyasal hareketlerin dilini ve yöntemlerini dikkate alarak bir yere oturtabiliriz gördüklerimizi, duyduklarımızı. Aksi taktirde, bilmediğimiz bir konuda ahkam keserek medyanın yalancısı olma konumundan kurtulamayız.

[email protected]