Bölgesel güçten küresel alana istikrar diplomasisi

Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan/ Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
15.03.2024

Dış politikada bölgesel sorunların çözümü, uluslararası alanda sorunsuz bir tablonun ilk aşaması olarak düşünülmelidir. Bu açıdan Türk dış politikasında diplomatik girişimlerin her bölge ve kriz bağlamında odağı istikrardır. Türkiye'nin Antalya Diplomasi Formu ile başlattığı süreç iyi okunmalıdır


Bölgesel güçten küresel alana istikrar diplomasisi

Türk dış politikası özellikle 2000 sonrası dönemde konjonkturel gelişmeler ekseninde yeniden yapılanma sürecine girmiştir denebilir. Uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ve giderek artan bölgesel çatışmalar dış politika alanında yeni bir yapılanma ile aktif dönemi beraberinde getirmiştir. Bu süreç içinde özellikle dış politika adımları atılırken çatışma dinamiğinin değil iş birliğinin odağa alınması en önemli konudur. Özellikle 2020 sonrası süreç içinde dış politikada bölgesel çatışmalar ekseninde artan yoğunluk dikkat çekmektedir. Özellikle Rusya-Ukrayna krizinin tırmanması ve İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği katliamlar bu konuda en yakın örnekleri teşkil etmektedir. Bu dönem içinde Türkiye'nin yakın coğrafyasında yaşanan krizlerin ve çatışmaların artması eş zamanlı olarak politik adımların atılacağı yeni yaklaşımları şekillendirmiştir. Burada en temel kavramlar istikrar arayışı odaklı denge ve insani yön olmuştur. Dış politikada bölgesel sorunların çözümü, uluslararası alanda sorunsuz bir tablonun ilk aşaması olarak düşünülmelidir. Bu açıdan Türk dış politikasında diplomatik girişimlerin her bölge ve kriz bağlamında odağı istikrarın bir yansımasıdır.

Antalya Diplomasi Formu

Nitekim Türk dış politikasının çok yönlü yaklaşım ve arayışları esasında çok kutuplu dünya yaklaşımının da bir yansıması olarak okunmalıdır. Bu kapsamda diplomasinin dış politikada önemi bir unsur haline getirilmesi aktif olarak bölgesel sorunların çözümünde küresel bir etki yaratacağı için gelinen süreç sınırlı bir okumdan ziyade geniş bir yorumu gerekli kılmaktadır. Bu kapsamda diplomasinin geçmişten bu yana devlet ilişkilerinde çatışmayı önleyen en önemli araç olması devletler arası ilişkilerin barışçı yönünü karşımıza çıkarmaktadır. Diplomasi diyalog kanallarının genişlemesi ve aynı zamanda güç mücadelesi ile çatışmadan uzak bir dilin benimsenmesinde rol oynamaktadır. Bu nedenle de diplomasi dilinin gelişmesi ve bunun dış politikada denge, işbirliği ve insan odaklı olması uluslararası sistemin istikrarı açısından elzemdir. Türkiye açısından ise özellikle Antalya Diplomasi Formu (ADF) ile başlayan süreçte gelinen kritik eşik iyi okunmalıdır. Bu, diplomasinin bir arabuluculuk ve garantörlük görevi için işletileceği platformdur. Bu kapsamda 2021 yılında başlayan bu forumun, ilk önemli uluslararası girişimi 2022 Şubat ayında Rusya-Ukrayna arasında başlayan çatışma ve savaş süreci ekseninde kendini göstermiştir. Burada temel yaklaşımın bölgesel istikrar olması diplomasi kanallarının açık bir şekilde her iki ülkeyi de bir araya getirmesi adına önemlidir. Her ne kadar bu dönemde tarafların uzlaşı sağlamadığı görülse de önemli olan bu girişimin burada sonlanmamış ve arka planda Türkiye girişimleri ile devam ettirilmiş olmasıdır. Çünkü diplomasi sadece tek bir girişim ile sınırlı kalmaz.

İstikrar diplomasisini uluslararası alanda tesis etmek

Türk dış politikasında uzun bir süredir takip edilen diplomatik adımların istikrar diplomasisi ekseninde okunması gerekir. Çünkü dış politikada son dönemde diplomasi hamleleri istikrarı temel alan güçlü bir alan yaratma girişimleri ile ilerletilmektedir.. Bu açıdan Türkiye, bölgedeki yumuşak gücünü desteklemek için insan merkezli girişimlerde bulunmaktadır. Fakat öte yandan istikrar diplomasisi bağlamında politik adımlarla bunu desteklemekte ve bölgeselden ziyade küresel bağlamda bir güç ortaya çıkarmaktadır. Burada iki örnek ile konuya bakabiliriz. İlki Rusya ve Ukrayna arasında devam eden kriz sürecidir. 2014 itibari ile başlan bu süreçte Türkiye Batı'dan farklı olarak yaklaşımını tarafsızlık üzerine sürdürmüştür. Özellikle 2022 Şubat itibariyle savaşın başlaması akabinde de yaklaşım değişmemiş ve Türkiye, her iki ülke ile ilişkilerini tarafız bir çerçevede devam ettirmiştir. Bu noktada bölgesel bir savaş olarak ele alınamayacak etkilere sahip bu kriz içinde Türkiye, sadece Rusya ve Ukrayna arasında değil aynı zamanda Batı ve Rusya arasında da bir köprü görevi görmüştür. Bunun en temel nedeni NATO ve Batı nezdinde Rusya'ya uygulanan yaptırımlar ve Ukrayna üzerinden devam ettirilen vekâlet savaşının yarattığı sivil alandan küresel alana uzanan yıkıcı etkilerin sonlanması isteğidir. Burada en önemi konu istikrardır. Çünkü bölgede istikrarın sağlanması küresel alana uzanan olumsuz etkileri de azaltacaktır. Gerek askeri, gerek enerji alanında ve gerek ise gıda güvenliği açsından bu bölgedeki sorunun çözülmesi sistemik etkileri ve güvensizliği sonlandıracaktır. Bu açıdan 2024 yılında gerçekleşen ADF kapsamında görüşmeler istikrar diplomasisi nezdinde meyvelerini vermeye başlamıştır. Özellikle krizlerin sona erdirilmesi açsından tarafların bir araya getirilmesi aşamasında 8 Mart'ta ani gibi görünen, ancak ADF sonrasında kısmen de beklenti içinde olduğumuz, sorun çözümlerinden ilki Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin Türkiye ziyareti ile gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Zelenski arasında gerçekleşen bu görüşmede savunma sanayiinden bölgesel sorunların çözümüne kadar uzanan bir dizi bağlantılı konu ele alınmıştır. Elbette bugün Avrupa'nın Ukrayna'ya olan mali ve askeri desteği sonlanmamıştır. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Rusya'nın yenilgiye uğratılması konusunda yaptığı açıklamalar ve Ukrayna'ya asker gönderme gibi konuları dile getirmesi süreci değiştirecek bir söylem gibi durmaktadır. Fakat diğer Avrupa ülkelerinin bu söylemi takip edip etmeyeceği sorulması gereken asıl sorudur. Nerede ise topyekûn bir savaşın göze alınacağı bir gelecek senaryosu ne derece rasyoneldir? Nitekim Batı, Rusya karşısında Ukrayna'yı desteklenmiş olmakla birlikte, her iki taraf için de kazananın olmadığı bir savaşın devamı yaşanmaktadır. Sivil can kayıplarının yanı sıra, yaralılar ve yaşanan kitlesel göçler savaşın kazanansız olduğunun kanıtıdır. Bu noktada Türkiye bu kaybet-kaybet politikasına son verme adına yeniden arabulucu girişimlerini devreye sokmuştur. Türkiye tüm bu süreçte Rusya ile iyi ilişkiler devam ettirirken aynı zamanda Ukrayna ile ilişkilerini sürdürmüş ve savunma sanayii alanında da ticari işbirliğini bırakmamıştır. Yakın bir gelecekte Rusya açısından da benzer bir yaklaşım ile sürece dair adımlar atılır ise Türkiye'nin istikrar diplomasisi girişimlerinin sonuçları görülecektir. Çünkü bölgesel krizlerin çözümü küresel istikrarın anahtarıdır.

Keza İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze'de devam ettirdiği sivilleri hedef alan operasyonu bir diğer yakın kriz alanıdır. Türkiye, gerek bölgesel anlamda Arap Devletleri ile gerekse de küresel olarak BM kapsamı da dâhil pek çok ülkeyle diplomatik temaslarda bulunmuştur. Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde bölgede bir ateşkes ya da son dönemdeki popüler söyleyişle "insani ara" hala sağlamamıştır. Ancak yine ADF kapsamında düşünüldüğünde Gazze konusunun ele alınması ve akabinde Mahmud Abbas'ın Türkiye ziyareti çok önemli bir gelişmedir. Ortak bir alan belirleme ve buna göre bölgede 1967 sınırları bağlamında iki devletli bir çözümün uluslararası alanda kabul edilmesi için uygun platformların yaratılması açısından önemli girişimlerin ilk aşaması olarak görülecek sürecin başlatılması önemlidir. Elbette burada uluslararası sistemin sorgulandığı, insan haklarının sorgulandığı bir sorunlu süreç söz konusudur. Sivillerin hedef alınması insanların açlık ile karşı karşıya kalması II. Dünya Savaşı döneminin farklı bir yansımasını teşkil ederken pek çok ülke arabuluculuk ve ateşkes konusunda söylemsel alanı terk etmemektedir. Bu noktada Türkiye'nin, tıpkı Rusya-Ukrayna örneğinde olduğu gibi süreci istikrar alanı yaratacak şekilde sürdürmesi elzemdir. Çünkü son dönemde yardım olarak gönderilen gıdanın ulaştırılması konusu bile gittikçe sivil hayatı tehdit eden bir sorun haline gelmiştir.

İstikrar diplomasisi sadece bir bölge özelinde insan odaklı politikaları kapsamaz. Bunun uluslararası alana taşınması esas alınır ve çok daha büyük bir sürecin yansımasıdır. Bu bağlamda istikrar diplomasisinin dış politikada temel alınması ve bunun süreklilik içinde devamı çok önemlidir. Uluslararası sistemin anarşik, kavgacı yönü kabul edilmelidir fakat tüm bu tablo içinde bölgesel krizlerin minimalize edilmesi asıl hedef olmalıdır. Bu açıdan Türkiye'nin jeopolitik konumu itibariyle çatışma kuşağı içinde yer aldığı unutulmamalıdır. Bu çatışmaların sona erdirilmesinde de Türk dış politikasının gücü ve yaklaşımı küresel anlamda önemli bir yere sahiptir.

[email protected]