Boric neo liberal kuşatmayı kırabilecek mi?

Oya Eren / Yazar
1.01.2022

Şili'de seçimi kazanan 35 yaşındaki solcu aday Gabriel Boric, ülkede seçilen en genç devlet başkanı oldu. Şili karmaşık bir siyasi tarihe sahip. "Yeryüzünün sonu" olarak bilinen sıcakkanlı insanların ülkesi Şili, kuzey güney mesafesinin uzunluğu ve bu uzunluktan kaynaklanan farklı iklim ve bitki örtüleri nedeniyle tezatlar ülkesi olarak da tanımlanıyor.


Boric neo liberal kuşatmayı kırabilecek mi?

Güney Amerika için 2021, seçimler ve protestolar yılı oldu. Ayrıca pek çok bölgede yaşanan doğal afetler gibi, değişen iktidarlar ve sokak olayları da Latin Amerika ülkelerini salladı. Güney Amerika ülkeleri arasında insan hakları, özgürlük ve yaşam kalitesi bakımından farklılık gösteren Şili'deki son seçime, sonuçlarına ve Türkiye ile olan benzerliklere bakalım.

Şili'de seçimi kazanan 35 yaşındaki solcu aday Gabriel Boric, ülkede seçilen en genç devlet başkanı oldu. Şili karmaşık bir siyasi tarihe sahip. "Yeryüzünün sonu" olarak bilinen sıcakkanlı insanların ülkesi Şili, kuzey güney mesafesinin uzunluğu ve bu uzunluktan kaynaklanan farklı iklim ve bitki örtüleri nedeniyle tezatlar ülkesi olarak da tanımlanıyor.

Tarihsel arka plana bakarsak bu tezatlıkları ve yaşanan çalkantıları açıkça görebiliyoruz. 1960 ve 70'li yıllar tüm dünyada olduğu gibi Şili'de de siyasî kutuplaşmanın yoğunlaştığı, karşıt görüşlüler arasında sert ideolojik tartışma ve kavgaların yaşandığı yılları işaret eder. 1970 yılında yapılan seçimlerin ardından iktidara gelen sol görüşlü Başkan Salvador Allande sonrasında Şili'de bankacılık, madencilik başta olmak üzere pek çok sektörde devletleştirmeler yapıldı. Bunun yanı sıra çalışanların haklarına yönelik yapılan iyileştirmeler ülke genelinde mal ve hizmet talebinin artmasına yol açtı. Mal ve ürünlerin arzında aynı miktarda bir artışın gerçekleşmemesi hem enflasyonu artırdı hem de piyasada bazı ürünlerin bulunamamasına yol açtı. ABD ise hem seçim sürecinde hem de sonrasında Allande'nin karşısında yer alarak, soğuk savaşın en şiddetli yıllarının yaşandığı bu dönemde, Şili'nin Küba'ya dönüşmesine karşı çıktı. Seçildikten sonra Allande, ABD'nin tereddütlerini doğrularcasına Fidel Castro'nun Kübası ile yakınlaştı. Bu da ekonomik sıkıntıların artmasının yanında siyasi huzursuzlukların da baş göstermesine neden oldu. Ülkede 1970 öncesinde kurulmuş olan ve başta zengin maden yatakları olmak üzere pek çok sektörde faaliyet gösteren yabancı şirketlerin de Allande'den ve uyguladığı politikalardan duydukları rahatsızlıkları dile getirmeye başlaması ekonomik olarak Şili'nin daha da zorlanması anlamına geliyordu.

Cunta yönetimine takdir

ABD tarafından Şili ordusuna yapılan yardımlar ise hız kesmeden devam etti. 1973 yılında General Pinochet önderliğinde gerçekleştirilen darbe sonrasında Allande dönemi Şili'de kanlı şekilde son buldu. Başkanlık Sarayının etrafını saran darbeciler Allande'nin intihar ettiğini söyleseler de taraftarları, onun çarpışarak öldüğünü bugün bile dile getiriyorlar. Toplumun yıllarca hor görülmüş kesimlerine yönelik uygulamaya çalıştığı emek dostu politikalar ile piyasa dinamikleri ve ekonominin genel prensipleri arasında sıkışan Allande döneminin son bulması, 15 Temmuz 2016'da yapılmaya çalışılan ve Türk Milletinin sarsılmaz iradesi sayesinde darbecilerin hezimete uğramasıyla sonuçlanan FETÖ darbe girişimini de hatırlatıyor.

Şili'de 1973 yılında gerçekleşen darbe sonrasında yoğun şekilde insan hakları ihlalleri yaşandı. Ülke genelinde General Pinochet tarafından toplama kamplarının oluşturulmasıyla insani dramlar ortaya çıktı. ABD desteğini arkasına alan yeni cunta yönetimi, piyasa dostu reformlara girişerek Allande döneminde gerçekleştirilen devletleştirmeleri geri aldı. Neo liberal politikaların ülke sathında uygulanmaya başlanması ile birlikte hem Dünya Bankasının hem de IMF'nin yoğun şekilde desteğini arkasına alan Şili için kredi muslukları sonuna kadar açıldı, bunun bir sonucu olarak da büyüme artarken klasik neo liberal politikaların reçetelerinden bir diğeri olan kamu bütçe açığı azaldı. Sosyal güvenlik dahil olmak üzere devletin pek çok alandan çekilmesi sonrasında sosyal politikalar zayıflayarak gelir adaletsizlikleri arttı. 1976 yılında Nobel alan Milton Friedman'ın öncülüğündeki Chicago okulunun ekonomik önerilerini tek tek ülke genelinde hayata geçiren cunta yönetimi, 80'li yıllar boyunca hem Reagan hem de Thatcher tarafından takdir ile muamele gördü. Neo liberal politikaların soğuk savaş süresince yoğun şekilde Sovyet karşıtı blok tarafından desteklenmesine karşın ülkedeki insan hakları ihlalleri aynı bloğun dikkatini çekmemiş görünüyor.

Gelir adaletsizlikleri artıyor

1988 yılında yapılan referandum sonrasında Pinochet ülkeye tekrar demokrasinin gelmesini kabullense de 1998 yılına kadar ordunun başında kalmayı sürdürdü. 1989 yılında 15 yıllık cunta yönetimi sonrasında, yapılan seçimleri Hristiyan demokratlar kazandı ve 2000 yılına kadar Şili için neo liberal politikalardan vazgeçmek gibi bir gündem ortaya çıkmadı. Pinochet dönemi anayasasının yürürlükte olduğu Şili'de 90'lı yıllar, Türkiye'dekine benzer şekilde koalisyon yılları olarak tanımlanabilir. 2000 yılında Ricardo Logos'un ve 2006 yılında kendisini sosyalist olarak tanımlayan Bachalet'in başkan seçilmesi Şili için solun tekrar iktidarı anlamına gelse de 2010 yılında General Pinochet'in çalışma bakanı olan Pinera'nın milyarder oğlunun iktidarı ile bu süreç sekteye uğradı.

2000'li yıllar Şili siyaseti için merkez sağ ve merkez sol arasında git gellerin yaşandığı yıllar olarak tanımlanabilir. Çünkü sırasıyla Bachalet, Pinera, Bachalet ve tekrar Pinera iktidara geldi ve Şili'nin IMF politikalarından uzaklaşması mümkün olmadı ve sosyal politikaların iyileştirilmesi adına yapılabilecek reformlar gerçekleştirilemedi. Siyasal ve ekonomik açıdan tarihsel süreçlerin benzerlik gösterdiği Şili ve Türkiye için 2000'li yılların farklılaştığı rahatlıkla söylenebilir. IMF'ye olan borcunu öderken sosyal anlamda da sessiz bir devrim gerçekleştiren Türkiye'nin aksine Şili, özellikle önceki yıllarda bozulmuş olan sosyal güvenlik haklarıyla ilgili reformist adımları atamadı. Gelir adaletsizliklerinin hızla arttığı Şili'de bugün, nüfusun yüzde 1'i ülke servetinin yüzde 25'ine sahip durumda.

Değişime olan ihtiyaç

Dünyanın en büyük bakır madenlerine ev sahipliği yapan bu Güney Amerika ülkesi her ne kadar Türkiye gibi stratejik öneme haiz bir konumda olmasa da sahip olduğu madenler nedeniyle her dönem büyük devletlerin dikkatini çekti. Bozulan gelir dağılımının son yıllarda ülkede değişime olan inancı ve isteği artırdığı rahatlıkla söylenebilir. 2021 yılının son günlerinde yapılan başkanlık seçiminin de değişime olan bu ihtiyaç doğrultusunda değerlendirilmesi yanlış olmaz. Sol görüşlü aday Boric ile sağ görüşlü aday Kast'ın yarıştığı 2021 seçimlerini kazanan Boric'in ülkedeki değişime öncülük etmek istediği çok açık. Türkiye'de, neo liberal iktisadi önermelerin aksine ekonomik bağımsızlığı amaçlayan ve çoğu son 10 yılda gerçekleştirilen politikaların bir benzerini Boric'in gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği merak konusu. Türkiye'nin yakın tarihi boyunca kendi toprakları ya da karasularında doğal kaynak bulmak için anlaştığı büyük global şirketlerin yerine kendi öz kaynakları olan gemiler ile kendi karasularında başlattığı doğal kaynak rezervi arama ve çıkarma girişimlerinin bir benzeri olarak Boric'in Şili'nin doğal kaynaklarına yönelik milli projeler yürütüp yürütemeyeceği de takip edilecek bir diğer önemli husus olacak.

Muhalefet için ders içeriyor

Şili'de 2011 yılından bu yana en yüksek katılımın gerçekleştiği son seçimlerin ifade ettiği bir diğer önemli husus; rakibi Kast'ın anti komünizm ve Küba'yla Venezüela'ya benzememe yönündeki vaadlerine karşılık Boric'in değişim, sosyal güvenlik ve emekliliğe ilişkin reformlar vadetmesinin özellikle gençler arasında büyük bir karşılık bulması. Bu durum, Türkiye'deki muhalefet açısından büyük bir ders içeriyor. Mevcut iktidarın, rejime yönelik tehdit oluşturduğunu iddia eden muhalefet, değişim ve reformları vadeden rakibi karşısında her seçimde mağlup oldu. Türkiye'de özellikle baskın sosyolojik grupların desteğini alan muhalefetin rejim kaygıları ile beslediği seçim politikalarının Şili solundan ciddi şekilde ayrıştığı söylenebilir. Türkiye'de gerçekleştirilen düşük gelir gruplarına yönelik reformların ve değişimin, Türk solu tarafından takdir görmemesi hatta görmezden gelinmesi de ideolojik bir saplantı olarak değerlendirilebilir. Türkiye'nin geçtiği yollardan geçmeyi hedefleyen Şili ve yeni başkan Boric için reformların önünde uzun bir süreç olduğu açık. Türkiye'nin 1980 sonrasında Şili'nin Pinochet ile yaşadığı dönüşümün bir benzerini yaşadığını söylemek elbette mümkün. Darbenin ardından Türkiye için CIA tarafından "bizim çocuklar başardı" cümlesi sarf edilmişti. Bu cümle, 1973'teki darbeyle Şili'de yaşananların bir benzerinin Türkiye'de de yaşanacağının ipucu gibiydi. Özellikle Senator Joe Biden'ın 80 darbesi öncesinde Türkiye'ye odaklanması ile bugün Başkan Biden'ın dillendirdiği "muhalefetin açıkça desteklenmesi gerektiği" fikirleri de aynı ideal doğrultusunda değerlendirilebilir. Peki nedir bu ideal? Bu ideal; Türkiye'nin, bir süredir iktidar tarafından terk edilmiş olan neo liberal iktisadi politikalara 80 darbesi sonrasındaki gibi dönmesi. Türkiye'de muhalefetin, kendi iddialarının aksine, IMF yanlısı ve neo liberalizme yakın görüşleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dahası bu siyasi ve ekonomik bakış açısının amacının Türkiye'yi tekrar tüm bu kuşatıcı ve emperyal politika altında batı bloğuna yakınlaştırmak olduğu söylenebilir. Buradan hareketle; Şili'deki seçimin galibi Boric ile Türkiye'deki muhalefet açısından bir düşünce birliğinin olmadığı çok açık. Boric'in IMF karşıtı, serbest piyasa ekonomisi için radikal reformlar içeren vaadleri ile Türkiye'deki muhalefetin yüksek gelir grubu ve iş insanlarını merkezine alıp TÜSİAD gibi sivil toplum kuruluşları ile belirlediği ve uygulamaya çalıştığı politikalar arasında ciddi ideolojik farklılıklar olduğu rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Her ne kadar genç bir muhalif liderin seçimlerde elde ettiği zafer, tüm dünyadaki muhalefet partileri gibi Türkiye'de de muhalefet için heyecan yaratmış olsa da – ki Şili'nin tarihsel süreçlerdeki Türkiye ile benzerlikleri bu heyecana katkı sağlıyor- Boric ile Türkiye'deki muhalefet arasında derin sosyolojik farklılıklar olduğu rahatlıkla görülebiliyor. Toplum psikolojisi olarak değerlendirildiğinde yıllar boyunca daha çok bürokratik oligarşi tarafından beslenmiş, yönetim kademelerinin de bu rezervi çoğunlukla kullandığı Türkiye'deki ana muhalefetin, kendisini Şili'deki sol ile özdeşleştirmesi de pek gerçekçi görünmüyor. Dahası idealist bir öğrenci lideri iken devlet başkanlığına kadar yükselmiş Boric ile eski bir bürokrat olan Türkiye'deki muhalefet lideri arasında da bir benzerlik yok. Sınıfsal temellerin öncelikli hale geldiği Şili'deki sol görüşlü siyasetin, Türkiye'dekine pek benzer olmadığı da açık. Son yıllarda baskın sosyolojik grupların aksine kalkınma ve büyümeden yeterince pay alamamış grupların savunucusu olan politikalarıyla Türkiye'deki mevcut iktidar, Güney Amerika soluna benzer yönler taşıyor. Artan hayat pahalılığı ve eşitsizliklerin büyük seçmen gruplarını Boric'e yaklaştırdığı rahatlıkla söylenebilir. Bu durum, ekonomik sıkıntıların hızla arttığı 2000'li yılların başında Türkiye'yi iktidar değişikliğine götüren süreç ile benzerlikler taşıması açısından da önem arz ediyor. Türkiye'de iktidar kendisine verilen bu fırsatı doğru şekilde değerlendirdi ve girdiği her seçimden zaferle ayrıldı. Türkiye serbest piyasa ekonomisinden vazgeçmeyen ancak kendisine yıllardır biçilen rolü değiştirmeyi amaçlayan bir politika setini yıllardır büyük bir kararlılık ile sürdürürken neo liberal kuşatmayı kırmak vaadiyle iktidara gelmiş olan Boric için daha çok uzun bir yolun olduğunu söylemek yanlış olmaz.

[email protected]