Bosna’da savaş hiç bitmedi ki

Yusuf Armağan / Yazar
15.02.2014

Bosna’da yaşananlar bir devlet meselesi, bir sistem meselesidir. Bu sorunu görmeksizin, Bosna’daki vandalizmi bir başına vandallara ihale etmek yanıltıcı olur. Nureddin Aşçeriç’in söylediği ‘bizim bir liderimiz yok, zaten devlet de bizim değil’ cümlesi bugün yaşananların zeminine oturuyor kanaatimce.


Bosna’da savaş hiç bitmedi ki

Bugünün dünyasında halen geçerli olan devlet sistemi, 1648 yılında on yıllarca süren ‘kurtlar savaşı’nın  hemen akabinde kaçınılmaz olarak üzerinde mutabık kalınan ve en temelinde devlet denilen mekanizmanın üstünde ya da altında herhangi bir diğer otoritenin varlığını reddeden anlayışın üzerine bina edilen Westphalia Antlaşmasına dayanmaktadır. Westphalia düzenini biraz daha anlaşılır kılmak için “tanrı devlet” kavramına müracaat etmekte fayda var. Yunan mitolojisinde aşk tanrısı, çobanların tanrısı, rüzgâr tanrısı, ateş tanrısı gibi tanrıların varlığı ile nasıl bir tanrılar düzlemi kurgusu var ise Westphalia’da da aynen bu şekilde devletler düzlemi vardır. Bir devletin devlet olabilmesine karar verenler sanılanın aksine halk değil diğer devletlerdir. Devletin tanrılığı sadece tanrılar düzleminin üyesi olmasından kaynaklanmaz, kendisinden daha üst bir otoritenin varlığını kabul etmiyor oluşu da devlet denilen mekanizmanın tanrılığının bir nevi tescilidir.

İşte bu tanrı devletler, varlıklarını bir diğerine nazaran ifade edebilirler. Öteki olmaksızın bir devlet bir hiçtir. Bu yüzden uluslararası sistem, ama tekil bir devlet düzeyinde ama devletlerden müteşekkil bloklar düzeyinde mutlaka bir ötekine ihtiyaç duyar. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin dört bir yanının düşmanlarla çevrili olması meselesinde de böyledir, Doğu Bloku’nun çöküşü sonrasında Batı Bloku’nun içine düştüğü açmaz da...

Bu yüzdendir ki, tarihte öteki olmaksızın var olabilmeyi başarmış olan sistemler içinde bulunduğumuz dünyanın modern aklında bir devlet olarak nitelenmez bile. Yani, devlet mekanizmasını 1648’de icat edildiğini kabul eder tarih yapıcılar. Ondan öncesinde zaten ne vardı ki?

Hal bu iken, yüzyıllar boyunca bir arada yaşamayı becermiş halkları ve bir arada yaşamayı başarmış olanları yönetme kabiliyetini gösterenleri de ötekileştirmek zorundadır bu mekanizma. Çünkü tanrı devletler ortak kabul etmezler. Bu yüzden ‘Balkanlaştırma’ya ihtiyaç vardır.

Bosna meselesine biraz dolaylı yoldan ulaşmaya çalıştığımın farkındayım. Ancak, bugün içinde bulunduğumuz durumu daha iyi anlatabilmenin başka bir yolu olmadığına inananlardanım. Balkanların bir nevi uluslararası ilişkiler ya da siyaset bilimi laboratuarı olduğunu kabul etmek meseleleri anlayabilmeyi kolaylaştırır. Pozisyonumuz, mevkiimiz, mevziimiz, ne olursa olsun, milliyetçilik akımlarının, bağımsızlık ikramlarının, rejim değişikliklerinin, bloklar arası mücadelelerin, soğuk savaş dönemi sonrası yön arayışlarının, soykırım denemelerinin, -dinî, ırkçı, ulusçu ya da kültürel fark etmez- etnik olanla küresel olanın savaşının ilk test sürüşlerinin yapıldığı yerin Balkanlar olduğunu söyleyerek işe başlarsak çoğu konuda uzlaşı imkânını yakalayabiliriz.

Hikayeyi biliyorsunuz, Osmanlı’dan kurtarıldı Balkanlar, Osmanlı sonrası dönemde krallıklar, otonom yapılar, federasyonlar, sosyalist tecrübelerle yeni arayışlar denendi ve son olarak ‘demir perde’ düşünce Balkanlar göründü tüm dünya tarafından; bombardıman, soykırım, tecavüzler, muhacirler, kayıplar, acı, gözyaşı, kan, yangınlar ve şehitler...

Ve 11 Temmuz 1995’te 8.372 yıldızı göğümüze astılar. Dünyanın bütün iyileri göklerindeki yıldızlara dikkat kesilmişken Dayton Barış Anlaşması masaya konmuştu bile. Anlaşmanın görünmeyen ama herkesçe bilinen gizli maddesinde şunu yazmışlardı uluslararası aktörler; ya imza ya yeni Srebrenitsalar.

Yugoslavya sonrasında içerisinde diğer etnik kökenden halklar yaşıyor olsa da Sırpların bir Sırbistan’ı, Slovenlerin bir Slovenya’sı, Hırvatların bir Hırvatistan’ı, Makedonların bir Makedonya’sı, Kosovalı Arnavutların bir Kosova’sı, Karadağlıların bir Karadağ’ı oldu. Bunun yanı sıra hiç yoktan yere, Bosna-Hersek denilen yerde Hırvatların ve Sırpların birer devleti daha oldu. Ha bir de unutmadan; Boşnakların da diğerleri ile paylaşmak zorunda kaldıkları bir devletleri oldu evet.

Yaşananlar sistem sorunu

Nüfusun %32’sine sahip olan Sırpların toprakların %49’una sahip olduğu, resmi olarak iki ama gayrı resmi olarak üç devletten müteşekkil, 5 cumhurbaşkanı, 14 başbakan, 180 bakan, 760 milletvekilinden oluşan bir devlettir Bosna Hersek. Unutmadan söyleyelim, bütün bu mekanizmanın üstünde bir de yüksek temsilcilik vesayeti var. Siz onca cumhurbaşkanınızla, başbakanınızla, bakanınızla, milletvekilinizle bir karar alın, onca zahmetin üstüne BM yüksek temsilcisi kalksın aldığınız kararı yok hükmünde saysın. Hal böyle olunca devlet mekanizmasının kilitlendiğini söylemek için öyle uzun uzadıya cümleler kurmaya da gerek kalmıyor tabi.

Bosna’da yaşananlar bir devlet meselesi, bir sistem meselesidir. Yanıltıcı olan, bu sorunu görmeksizin, Bosna’daki vandalizmi yalnızca vandallara ihale etmektir. Bugünün güvensizlik ortamına bakıp da ‘Bizim Bosna’mıza ne oldu?’ diye sorduğumuz Yunus Emre Enstitümüzün en yaşlı mezunlarından Nureddin Aşçeriç’in o tatlı Türkçesi ile gözleri uzaklara, muhtemelen Aliya’ya dalarak söylediği ‘bizim bir liderimiz yok, zaten devlet de bizim değil’ cümlesi bugün çekilen fotoğrafın zeminine oturuyor kanaatimce. İfadelendirmeye çalıştığım şey eşi Hrant Dink’in ardından yaptığı balkon konuşmasında ‘bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim’ cümlesini Rakel Dink’in söyledikleri ile birebir aynı şey.

Bosna laboratuarına kurulan Dayton masasında hegemon güçler tarafından üretilen devlet biçimi artık iflas masasındadır. Gerçi dünyayı layıkıyla okumayı bilenler Dayton sonrasını en başında görmekteydiler. Dayton’a imza atanlardan biri olan Aliya İzzetbegoviç de bunu ifadelendiriyordu, Ahmet Davutoğlu’da.  Gelmiş olduğumuz noktada Dayton’un artık bir şey ifade etmediğini söylemek sıradan bir ifadeye dönüşmüş durumdadır.

Dayton ölü doğmuştur. Çünkü Bosna Hersek topraklarında yaşayan halkın örgütlemediği, Bosna Hersek nüfusunun çoğunluğunu oluşturanlara rağmen bir sistem kurulmuştur. Dayton, esas itibarı ile bir halk tipi oluşturmak için vardır, halk için bir sistem kurma amaçlı değil. Güvensiz, kontrollü gerginlik stratejisi ile yönetilebilecek, ötekine ilişkin temas imkanını ortadan kaldıran, kendisini yönetmekten beri tutulan, dışa bağımlı bir halk tipidir bu. İşte karanlık budur.

Bosna Hersek’in işsizlik, ağır bürokratik süreçleri, güvensizlik, dışa bağımlılık, siyasi figürlerin politika üretme hususundaki acziyetleri, ekonomik faaliyetlerin kuralsızlık kuralı çerçevesinde ilerliyor oluşu gibi sorunlarını zaten günlerdir okuyoruz.

Perki, bütün bunlar bir sürecin sonunda ortaya çıkan son fotoğraf karesi ise asıl sorun ne?

 ‘Coğrafya kaderdir’ diyen İbn-i Haldun bu ifadeyi sanki evvela Balkanlar için söylemiş olmalı. Tüm bu bölgelerin oluşturduğu Balkan yarımadasının ilk dikkat çeken coğrafi özelliği dağlık ve engebeli oluşudur. Zor geçit veren dağlar çeşitli bölgeler arasında, bilhassa batıda irtibatı güçleştirerek kültür, dil ve geleneklerin çok farklı bir şekilde gelişmesine sebep olmuştur.  Bu bağlamda Balkanlar, bulunduğu coğrafya, kültür ve medeniyet dairesi içerisinde tanımlanmaya ve anlamlandırılmaya çalışıldığında, tamamen zıt kutuplara ait kültürel yapıların, farklı ekonomik sistemlerin, birbirinden ayrı ve benzer olmayan toplumsal yapıların ve büyük ölçüde farklı askeri anlayışların, coğrafi temas zorunluluğundan karşılaştıkları ve iç içe geçerek oldukça girift ve bir o kadar da başka yapılar oluşturdukları bir bölge olarak anılagelmişlerdir. Bu yüzdendir ki Balkanlar, hem kültürel zenginliğin ve coşkunluğun ve de ayrışmanın ve çatışmanın merkezi olmuştur.  Bir anlamda İbn-i Haldun’un ‘coğrafya kaderdir’ ifadesi doğrultusunda bölge insanının ve halklarının coğrafyaları ile uyumlu olarak davranış sergilediklerini söyleyebiliriz. Balkanlardaki bu coğrafi ve toplumsal ulaşılamazlık hali, insanlardan ne ölçüde uzaklaştırılabilmişse o kadar çatışmaların önüne geçilmiştir. Balkanlar’da insanların birbirleri ile temas imkânının ortadan kalktığı ve bloklar halinde yaşadığı dönemlerden biri de dünya tarihinde ‘soğuk savaş dönemi’ olarak adlandırılan dönem olmuştur. Soğuk savaş döneminde Balkanlar’ın genel yapısı içerisinde ekseriyetle kimliksizleştirme üzerinden aidiyet inşa sürecinin söz konusu olduğunu söylemek mümkündür.   

Ertelenmiş sorunlar

Bastırılmış, yok sayılmış, ertelenmiş kimliklerin bölgenin potansiyel çatışma alanlarının insan kaynağı olarak tutulduğunu soğuk savaş döneminin hemen sonrasındaki özellikle Yugoslavya’nın dağılma sürecinde dünyanın acı bir şekilde tecrübe etmiş olduğunu biliyoruz. Bölge halklarının kendilerini tanımlarken kullandıkları kimlikler bölgenin içsel problematiği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kimlik vurgusu, kimi zaman baskının, kimi zaman ötekileştirmenin, kimi zaman ayrışmanın, kimi zaman ittifakların ve çoğu zaman çatışmanın önemli ve vazgeçilemez aracı olarak karşımıza çıkmıştır. Bu yüzden ‘kimlik’ vurgusu Balkanların en önemli vurgusu olagelmiştir. Bölge halklarının kimlik anlamında çatışmayı düşünmeksizin bir arada yaşayabildikleri yegane dönem Osmanlı dönemidir. Osmanlı halklar arasındaki geçişkenliği kolaylaştırarak temas imkanını oluşturmuş ve kuvvetle muhtemel çatışmaları engelleyebilmiştir.

Dayton ile birlikte, olan bitenden hiç ders alınmamışçasına yine insanların birbiri ile temas imkanını ortadan kaldıracak şekilde düzenlemeler yapılmış, Bosna Hersek içerisinde olmayan -biri görünen; Republica Sırpska, diğer görünmeyen; Republica Hırvatska- iki devletçik var edilmiştir. İyi niyetli bir yorum yaparak söyleyelim; Bu bölgeyi hiç anlamamaktır. Bu sorunların ilkidir.

İkinci sorun, Dayton ile birlikte inşa edilen devlet mekanizmasının bizatihi varlığıdır. Ağır bürokratik yapı, dilediği yabancı sermayeye kapılarını kolaylıkla açabiliyorken, örneğin Türkiye’den gelecek bir yatırımcıyı problemli devletin doğası ile karşı karşıya bırakabilmektedir.

Üçüncü sorun ise, Bosna Hersek’teki devlet biçiminin hayatın tüm alanlarında çok ciddi etkileyen yapısal sorunlar üretmesidir.   

İşe bir de Türkiye açısından bakacak olursak şunları ifadelendirebiliriz.

Ahmet Davutoğlu Balkan jeopolitiğinin ve jeokültürünün hayat damarı niteliğindeki hattan bahseder: Balkanların kuzeybatısından başlayarak Bihaç-Orta Bosna-Doğu Bosna-Sancak-Kosova-Arnavutluk-Makedonya-Kırcaali-Batı Trakya hattı ile Doğu Trakya’ya ulaşan kuşak. Bosna Hersek’te 1992-1996 yılları arasında yoğun çatışmaların yaşandığı yerlere bakacak ve akabinde olayların sıçrama istikametini (Makedonya, Kosova) dikkate alacak olursak Ahmet Davutoğlu’nun ne demek istediği de ortaya çıkacaktır.  Türkiye’nin Balkanlar’daki faaliyetlerinin eksenini de bu hat oluşturmaktadır. Yani bu hat Türkiye’nin iddialı olduğu bir hattır. Uluslararası güçler şu anda Türkiye’yi iddiasından imtihan etmektedir. Bunu yaparken bir de Türkiye’nin uğraş sahasını çeşitlendirmek sureti ile performans düzeyini düşürmeye çalışmaktadırlar. Elbette bu imtihan kolay olmayacaktır.

Dikkatlerinizden kaçmamışsa eğer, olaylar vuku bulur bulmaz Bosna Sırp Cumhuriyeti lideri Milorad Dodik’in Belgrad’ı, Hırvatistan Başbakanı Milanoviç’in de Bosnalı Hırvatların yoğun olarak yaşadığı Mostar’ı ziyaret ettiğini görmüş olmalısınız. Ahmet Davutoğlu da eş zamanlı olarak Saraybosna’daydı. Bu bir mesajdır elbette. Lakin, Bosna Hersek ile ilişkilerin bugüne kadar varlığını hep hissettiğimiz zemin esas alınmak suretiyle daha sürdürülebilir bir düzleme taşınması kaçınılmazdır.    

Bosna’da faaliyet gösteren devletin ve milletin tüm kurumları arasındaki işbirliği ve koordinasyon, yatırımcılarımızı yönlendirebilecek ve cesaretlendirebilecek müesseselerin tesis edilmesi ve bölge ile irtibat kuran herkesin kullanacağı dil ve üslûp büyük önem arz etmektedir.

Bosna Hersek için artık Dayton’un sonuna gelinmiştir. Bir başka devlet biçimi üzerinden yeni bir Bosna Hersek’in tartışılacağı dönemler çok da uzakta değil. Bu noktada Türkiye’nin elinin kuvvetli olması için hepimize büyük görev düşüyor. Evet, Bosna Hersek’te savaş hala devam ediyor ama bu kez Bosna’mızın Türkiye’si var. Bu ilişki biçimini önemsiyorum. Çünkü; biz kazanırsak hiç kimse kaybetmez.

[email protected]