Britanya ve Çin arasında “yumuşak rekabet”

Dr. Mustafa Tüter/ Akademisyen, Yazar
9.12.2023

Britanya'nın Çin politikasında ulusal güvenlik önceliklerinin ABD-Çin rekabeti nedeniyle baskın hale gelmesi bir tür sertleşme eğilimi izlenimi yaratmasına rağmen, “Global Britanya” stratejisinin “sıkıca paketlenmiş” karakterinin bir sonucu olarak Çin'le esasında “yumuşak rekabet” penceresini araladığı anlaşılıyor.


Britanya ve Çin arasında “yumuşak rekabet”

Çin ve Britanya birbirlerini yakından ve çok iyi tanıyan iki ülke. Britanya'nın emperyalizm döneminden başlayarak İkinci Dünya Savaşı'nda gelişen stratejik ittifaka, Deng Xiaoping'in Batı'yla ilişkilerini pragmatizm çerçevesinde yeniden tanımladığı liberal ekonomik düzenle entegrasyon yıllarından günümüze kadar uzanan çok boyutlu ve karmaşık ilişkiler bütünü tarihsel olarak geniş bir çerçeve sunuyor.

Önümüzdeki yıl gerçekleşmesi muhtemel seçimler sebebiyle Britanya'nın Çin politikasında değişim ihtimali tartışılırken, Britanya'nın Brexit sonrası yeni Hint-Pasifik stratejisinin Avrupa'yla bağlarını zayıflatması ve ülkeye yüklediği maliyetler gibi sonuçlar açısından değerlendirilerek İşçi Partisi'nin Muhafazakar Parti'den farklı görüşlere sahip olduğu ileri sürülüyor. Britanya'nın Çin politikasında özellikle "değerler" boyutunu öne çıkaran mevcut hükümetin yaklaşımının doğruluğunun geniş çevrelerce sorgulandığı görülüyor. David Cameron'un Dışişleri Bakanı olarak göreve başlamasıyla Muhafazakar Parti içinde de Çin'e yönelik yaklaşımın yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğinin tartışıldığı anlaşılıyor.

Britanya'nın Hint-Pasifik stratejisiyle üstlendiği aktif "bölgelerarası dengeleyicilik" rolü Ortadoğu'da ve Ukrayna'da devam eden çatışmalar nedeniyle ABD'nin dağılma ihtimali bulunan dikkatini Asya-Pasifik'e yönlendirmeye yardımcı olan bir özellik taşıyor. Britanya'nın ticari ve finansal göstergelerinin işaret ettiği üzere ulusal çıkar tanımlaması ağırlıklı olarak Avrupa-Atlantik bölgesine odaklanmasına rağmen Hint-Pasifik stratejisinin Kasım ayında yenilenen "2023 Bütüncül İnceleme" raporunda ulusal güvenliğin merkezine yerleştirilmesi önemli bir çelişki. Fakat yine rapor detaylı bir şekilde incelendiğinde Britanya'nın pratik politika uygulamalarında Hint-Pasifik'teki rolünü netleştiren boyutun esasen ABD'nin "yumuşak güç yardımcısı" kavramsallaştırması olduğu görülüyor. Dolayısıyla Britanya'nın yeni global rolünü belirleyen jeopolitik gerekliliklerin yanında liberal uluslararası düzenin değer ve normlarının korunmasına yönelik benimsediği normatif tutum, Britanya ve Çin arasında devam eden "yumuşak rekabet"in nasıl bir yön alabileceği sorusunu önemli hale getiriyor. Britanya, Hint-Pasifik stratejisi yoluyla global düzeyde seçeneklerini arttırmayı amaçlarken iç ve dış politikada karşılaşılan zorluklara bağlı olarak ulusal çıkar tanımlamasında görülen "muğlaklık" Çin'e yönelik çelişkili bir tutum benimsemesine yol açıyor.

Britanya'nın Çin politikasındaki istikrarsızlık

Boris Johnson döneminde benimsenen "Global Britanya" stratejisi çerçevesinde ulusal güvenliği düşünsel ve normatif unsurlarla destekleyen Çin politikası, Britanya ve Çin arasında "normatif rekabet"in oluşmasına zemin hazırladı. "Global Britanya" düşüncesinin dayandığı Brexit sonrası daha bağımsız bir dış politika arayışı, Hint-Pasifik'te de daha iddialı bir politika izlenmesi kararına eşlik etti. Bu önemli dış politika değişimini takiben Britanya bir yandan liberal değerler ve normlar temelinde Çin üzerinde egemenlik meselelerini de içeren ideolojik baskı oluşturmaya çalışırken diğer yandan Çin toplumunda düşünsel ve kültürel olarak "çekicilik" yaratmaya gayret gösteren "çelişkili" bir politika izlemeye devam ediyor.

Rushi Sunak'ın işbaşına gelmesiyle beraber yenilenen ulusal güvenlik stratejisi, ABD-Çin jeopolitik rekabetini merkeze alarak ABD'nin Hint-Pasifik stratejisine verilen desteği öncelikli görürken, Britanya'nın Çin politikasında yer alan normatif rekabet boyutunun sürdürüleceğini vurgulayan ifadeler içeriyor. Fakat Rushi Sunak kabinesinin Çin'le ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesine yönelik geçtiğimiz Eylül ayında gerçekleştirdiği Pekin ziyareti ilişkilerin gidişatından çok da memnun olunmadığı izlenimini doğuruyor. Ukrayna savaşı nedeniyle Batı ittifakının katılaşmasının Britanya'nın Çin politikasını etkilemesinden duyulan rahatsızlığın yüksek sesle dile getirilmese bile Muhafazakar Parti içinde yarattığı bölünme bir sır değil. Ekonomik alanı ilgilendiren endişeler bir yana, politik alanda örneğin Hindistan da dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğunun Ukrayna Savaşı'nda tarafsız kalmayı tercih etmeleri İngiliz siyasiler ve karar vericileri düşündüren önemli bir eğilim.

Muhafazakar parti içinde yaşanan bölünmeyi yansıtan son önemli gelişme geçtiğimiz ay David Cameron'un yeniden sahneye çıkması oldu. Çin'le ilişkilerde "altın çağ" olarak tanımlanan David Cameron'un başbakanlığı dönemini izleyen yıllarda hakim olan Çin'in ekonomik gücünü "fırsat" olarak görüp olabildiğince faydalanma yaklaşımı, Cameron'un Muhafazakar Parti içinde "yeni-muhafazakarlık" veya "liberal muhafazakarlık" olarak ifade edilebilecek yeni bir çizgi yaratma arayışının önemli bir parçası sayılabilir. Ancak Liz Truss'ın bu çizgiden bir geri dönüşü temsil eden ve daha "neoliberal" politikaları savunan görüşlerinin parti içinde taraftar kazanması, Çin'e yönelik politikanın sertleşmesinde en büyük rolü oynayan faktör. Cameron'un yeniden kabine içinde dışişleri bakanı olarak yer almasıyla o eski altın çağa tam bir dönüş olmasa bile en azından Çin'le ilişkilerde daha pragmatik bir tutumun benimsenmesine yönelik bir beklenti oluştuğu da bir gerçek.

Diğer yandan İşçi Partisi'nin muhtemel hükümet değişimine hazırlıklı olduğu "yeni uluslararasıcılık" çerçevesinde ayrışan dış politika yaklaşımında görülebiliyor. Britanya'nın bugünkü olumsuz uluslararası şöhretini imparatorluk mirasından ve Brexit'in yol açtığı belirsiz imajdan kurtarabilmenin yollarını arayan İşçi Partisi "çatışmanın önlenmesi" ve "uluslararası örgütlerin rolü"nü önceleyen bir anlayışı benimsiyor. Muhafazakar Parti'nin bugünkü geldiği nokta itibariyle benimsediği "çatışma yönetimi" yaklaşımından farklı olarak uluslararası sorunlara daha köklü çözümler aranması gerektiği görüşünü savunuyor. "Yeni uluslararasıcılık"ın bir yandan Avrupa'da ve tüm dünyada yükselen milliyetçilikler diğer yandan da yeni yükselen Asya ekonomileri değerlendirildiğinde ihtiyaç duyulan paradigma olduğu iddiası, globalleşmenin olumlu anlamda dönüştürülmesinde oynayacağı kritik role gönderme yapıyor. Dış politika vizyonunun merkezine yerleştirilen bu anlayış Çin'le ilişkilerde özellikle iklim değişikliği, yenilenebilir enerji ve teknoloji alanlarında işbirliğinin geliştirilmesi istekliliğini yansıtan mesajlar içeriyor. Çin ekonomisindeki gelişmelerle uyumlu endüstri politikalarının üretilmesi gerekliliğine vurgu yapılırken Çin'le daha yakın ve kapsamlı ticari ve yatırım ilişkilerinin faydasının altı çiziliyor.

Esasen İşçi Partisi'nin Çin'e yönelik daha uyumlu bir politika izleme ihtimalini güçlendiren faktör mevcut hükümetin Hint-Pasifik stratejisinden duyulan rahatsızlık. Çok kutuplu dünya gerçekliğini kabule daha eğilimli görünerek Britanya'nın stratejik geleceğinin Avrupa'ya dayandığı şeklinde savunulan "reelpolitik" görüş, yürütülen dış politikada karşılaşılan zorluklar ve başarısızlık örnekleriyle destekleniyor. Fakat İşçi Partisi'nde Jeremy Corbin'in yerine Keir Starmer'in seçilmesiyle yaşanan liderlik değişimi önümüzdeki seçimlerde koalisyon oluşturma seçeneğinin ihtimal dışında tutulmadığı izlenimini yaratıyor.

Hint-Pasifik stratejisinin sürdürülmesindeki zorluklar

Boris Johnson'un "Global Britanya" stratejisinin en önemli boyutunu oluşturan Hint-Pasifik yönelimi bölge ülkeleriyle bir dizi yeni güvenlik ve savunma anlaşmasını içerdiği gibi, ekonomik alanda bölgeye yönelik önemli girişimlerin yürütülmesine yol açtı. "Süveyş'in Doğusu"ndan başlayarak Pasifik'e kadar uzanan coğrafyayı ifade etmek için kullanılan "Hint-Pasifik" terimi, emperyal Büyük Britanya'nın etkinlik sınırlarını hatırlatan mirasa gönderme yaptığı anlamına geliyor. Bu açıdan bakıldığında ABD'nin Hint-Pasifik kavramsallaştırmasıyla "Global Britanya" stratejisi beraber düşünüldüğünde bölgeye yüklenen zamansal ve mekansal anlam daha da genişliyor.

Johnson'un Avustralya, Güney Kore ve Hindistan'ın G-7'ye dahil edilerek genişletilmesi önerisi özellikle Hindistan'ın ekonomik modernleşme anlamında "Batı kulübü"nün bir parçası haline getirilmesi için Britanya'nın kritik bir rol üstlendiğini gösteriyor. Johnson'un başbakanlığı döneminde dışişleri bürokrasisinin yeniden yapılandırılması suretiyle kurulan "Hint-Pasifik Başkanlığı" altında Hindistan'a ayrıcalıklı bir yer verilmesi politika yapım sürecinde önemli bir ayrışmaya işaret ediyor. Özellikle Pakistan ve Hindistan'ın ayrı başkanlıklar düzeyinde ele alınmaya başlanması alışılageldik Pakistan-Hindistan rekabeti dışında Hindistan'a yönelik yeni bir dış politika yaklaşımının geliştirildiğini gösteriyor.

Hint-Pasifik'te Britanya'nın stratejik çıkarlarının korunması ve global "çekiciliğinin" artırılmasını amaçlayan politikaların uygulanması açısından tarihsel emperyal mirasın yük mü yoksa avantaj mı olduğu meselesi önemli bir boyut. İngiliz Devletler Topluluğu üyeleri olan Avustralya, Yeni Zelanda ve Singapur gibi ülkeler açısından önemli bir avantaj oluştururken, Güney Asya'ya doğru gelindiğinde problemli alanlar ortaya çıkıyor. Özellikle Hindistan'la ilişkiler düşünüldüğünde Hint-Pasifik stratejisinin örtülü olarak "sömürgecilik" tecrübesini hatırlattığı yönünde açıklamalar geçtiğimiz yıllarda Hindistanlı yetkililer tarafından defalarca açık bir şekilde dile getirildi.

Britanya'nın tüm çabalarına rağmen Hindistan'ın Ukrayna Savaşı'ndaki tutumu değişmediği gibi Hindistan-Rusya ilişkilerinde baskın gelen reelpolitik bağı aşacak etkili bir politika üretmede başarılı olunduğu söylenemez. Hindistan'ın bugünkü ekonomik ve enerji çıkarları ile uzun dönemli jeopolitik değerlendirmelerinin Britanya ile geliştirilecek stratejik ortaklığın öncelikli bir mesele olmadığını gösteriyor. Johnson hükümetinin umut bağladığı "liberal demokrasiler ittifakı" kurma çabasının da sonuç vermediği görülüyor. Özellikle Modi hükümetinin Hindu milliyetçiliğine dayanan ideolojik eğilimi değerler temelinde güçlü bir stratejik ittifakın oluşturulmasına engel. Ama daha derinde Britanya'nın Hint-Pasifik stratejisinin uygulanmasını zorlaştıran temel husus Çin ve Hindistan arasında dengeli politika izleme geleneğinden vazgeçilmesi. Güvenlik ve savunma alanında Çin'in artan etkinliğini sınırlandırma konusunda ortak bir payda yakalanmış olsa bile bunu daha ileriye taşıyacak politika araçlarından Britanya'nın yoksun olduğu son gelişmelerle beraber daha net anlaşıldı. David Cameron'un daha önce olduğu gibi hem Hindistan'la hem de Çin'le aynı anda iyi ilişkiler geliştirebilme yeteneğini yeniden sergilemesi değişen uluslararası koşullar düşünüldüğünde zor görünüyor.

Çin'in "sabır" tavsiye eden temkinli tutumu

Britanya'nın liberal uluslararası düzenin değerlerini savunarak Çin'i "normatif rekabet" içine çekme çabalarına karşın Pekin'in sabır tavsiye eden temkinli tutumu iki ülke arasındaki ilişkilerin iki ana değişkene bağlı olarak geliştiğine işaret ediyor. Britanya iç politikasında özellikle son on yılda artan istikrarsızlık ve Britanya'nın Çin politikasının ABD ile yükselen jeopolitik rekabetin bir türevi haline dönüşmesi. Çin açısından bakıldığında Britanya giderek stratejik özerliğini kaybederek hem sert hem de yumuşak güç boyutlarıyla "stratejik düşüş" yaşayan bir ülke konumunda. Çin'e göre; Britanya'nın muhalif politikalar izlemesinin arkasında yatan temel motivasyon söz konusu stratejik gerileyişin üstünü örtmeye dönük uluslararası imajını güçlendirme çabaları.

Ancak Çin Komünist Partisi'nin uygulamalarına yöneltilen eleştirilerin Tibet, Xinjiang, Hong Kong ve Tayvan'la bağlantılı olarak "söylemsel güç" rekabetini aşarak moral baskılar oluşturmaya yönelik bazı somut politika uygulamalarına dönüştürülmesi Çin'i son yıllarda özellikle rahatsız eden yaklaşımların başında geliyor. Britanya hükümetinin "Global İnsan Hakları Yaptırım Rejimi" çerçevesinde insan hakları ihlallerine karşı uyguladığı yaptırımlar ilişkilerin gerilmesine yol açan önemli bir faktör.

Normatif politika araçlarının kullanımı açısından Çin ve Britanya arasında devam eden "yumuşak rekabet"in çeşitli boyutları var. Global yumuşak güç endekslerine bakıldığında iki ülke arasında birbirine çok yakın bir etki puanı bulunduğu görülüyor. Bundan 10 yıl önce Çin'in global yumuşak güç sıralamasında çok alt sıralarda olduğu düşünüldüğünde bugün ilk 4 ülke arasında yer alması büyük bir değişim. Ayrıca yapılan değerlendirmelerin çoğu Çin'in yumuşak gücünün "potansiyel olarak büyüme" ivmesini artırdığını belirtiyor.

Çin'in son 10 yılda yumuşak gücünün ve uluslararası imajının yükselişinde belirleyici olan baskın faktör Kuşak ve Yol İnisiyatifi çerçevesinde önerdiği kalkınma modelinin çekiciliği. Uluslararası kurumsallaşma yoluyla çeşitli network inşası çabaları bu artan çekiciliği destekleyici sonuçlar üretmede başarılı oldu. Sadece ekonomik alanda değil fakat düşünsel ve kültürel alanlarda da uluslararası kurumsal markalar yaratmada gösterdiği başarı rahatlıkla gözlemlenebilen bir gerçek. Konfüçyüs Enstitülerinin dünya genelinde sayılarındaki artış, Çin ve diğer ülkeler arasında insani hareketliliğin giderek yoğunlaşması, düşünce kuruluşlarının etkinliğinin kendi sınırlarını aşması ve uluslararası medya gücünün ulaştığı seviye sürekli gelişim trendinde olan çok önemli göstergeler. Çok daha önemlisi Çin'in yaşadığı teknolojik devrimin ulusal gücün düşünsel boyutlarını nasıl dönüştüreceği henüz yeterince öngörülebilmiş değil. İnovasyon ve yapay zeka alanındaki gelişmelerle beraber Çin'in teknolojik etkinliğinin Avrupa'da artması ABD'nin baskılarıyla şu an için engellenmiş gibi görünmesine rağmen dijitalleşen Doğu Asya'nın sadece teknolojik rekabet açsından değil, fakat bölgesel normatif rekabetin dönüşümü açısından da kritik bir önem kazandığı söylenebilir.

Sonuç

Britanya'nın Çin politikasında ulusal güvenlik önceliklerinin ABD-Çin rekabeti nedeniyle baskın hale gelmesi bir tür sertleşme eğilimi izlenimi yaratmasına rağmen, "Global Britanya" stratejisinin "sıkıca paketlenmiş" karakterinin bir sonucu olarak Çin'le esasında "yumuşak rekabet" penceresini araladığı anlaşılıyor. Britanya iç siyasetinde devam eden istikrarsızlığın Hint-Pasifik stratejisinde özellikle Hindistan'ın Batı kulübüne dahil edilmesi yönündeki çabaların istenilen düzeyde başarıya ulaşamaması sonucuyla birleşmesi hem Britanya'nın ulusal çıkar tanımlamasında muğlaklık yaratıyor hem de Çin politikasındaki çelişkileri artırıyor. Devam eden normatif rekabetin global teknolojik rekabetin nasıl şekilleneceğine bağımlı hale gelen doğası ise belirsizliğini koruyor.

[email protected]