Bu akl ü fikr ile Mevla bulunmaz

Mehmet Akif Çeç / Yazar
22.01.2021


Bu akl ü fikr ile Mevla bulunmaz

“Rasyonel olmak”, “rasyonel davranmak” gibi gündelik hayatımızın içine kadar giren ifadelerin yanısıra “rasyonalizm” kavramının Müslüman intelijansiya tarafından, hiçbir şerh ya da çekinceye bile gerek duyulmaksızın, gönül rahatlığıyla “olumlu” bir anlamda kullanılıyor olması, iki asırdır Müslümanların, “akıl”la olan ilişkilerinde ciddi akıl karışıklıkları yaşadıklarının en önemli göstergelerinden biridir. Rasyonalizmin/rasyonalitenin, akıl/akletme sözcükleri ve türevlerinin karşılığı olarak kullanılması ve dolayısıyla yüceltilmesi, rasyonalizme itiraz etmenin aklı dışlama/akıl karşıtlığı olarak anlaşılması, rasyonalizme bakışımızı ve akılla olan ilişkimizi sahih bir zemine oturtacak şekilde yeni baştan ele almayı zorunlu hale getirmektedir.

Rasyonalizm: Batı aklı

Öncelikle vurgulamak gerekirse “rasyonalizm”; olağan, doğal, evrensel, fıtri bir “akletme faaliyeti”ni değil; belli bir dünya görüşü/paradigma çerçevesinde inşa edilmiş, formatlanmış, ideolojik gömlek giydirilmiş bir akla özgü, spesifik bir akletme biçimini/sistemini/faaliyetini ifade etmektedir. Daha da daraltarak söyleyecek olursak rasyonalizm; her ne kadar kökleri antik Yunan’a kadar dayandırılıyor olsa da, insanlık tarihi boyunca ilk defa bir “zihniyet” olarak, aydınlanma ile birlikte batı toplumunda/uygarlığında ortaya çıkan ve sadece modern paradigmaya özgü olan bir düşünme/akletme sisteminin adıdır.

Modern paradigmaya özgü spesifik bir kavram olması dolayısıyla rasyonalizmin başka uygarlıklara/paradigmalara tercümesi dahi yapılamaz; yalnızca kendi özgün ismi ve içeriğiyle birlikte aktarıldığında doğru ifade edilmiş olur. Tüm insanlık tarihi boyunca modern Batı dışındaki hiçbir uygarlık paradigmasında, geçmişte de bugün de, mevcut modern rasyonalizme eşdeğer düzeyde bir düşünce/düşünme tarzının var olduğunu söyleyebilmek çok kolay değildir. Antik Yunan akılcılığının bile modern rasyonalizmle eşdeğer ve eşanlamlı okunamayacak derecede farklı olduğunu; zira antikitenin bile kendine özgü akletme biçiminin öncüllerinde metafiziğin ve kutsalın belirgin bir yeri olduğunu; varlık ve alem tasavvurlarının moderniteden hayli farklılaştığını vurgulamakta yarar var. Bu yanılgıya, Batı dışı medeniyetler ele alınırken de düşülmekte olup; aklı önemseyen/ön plana çıkaran yaklaşımların rasyonalizm olarak tanımlanması, örneğin İslam düşüncesi incelemelerinde özellikle Mutezile’den İslam rasyonalistleri olarak söz edilmesi, dönemin zihninde hiç olmayan yabancı bir paradigma üzerinden yürütülen yanlış bir okuma şeklidir ve dolayısıyla bize göre bu bir anakronizmdir. Benzer bir okuma Hanefilik ve Maturidilik üzerinden de yapılmaya çalışılmaktadır. Sahih İslam geleneğinin yani Ehl-i Sünnet’in temel taşlarından biri olan Hanefilik ve Maturidilik’ten, modernist bir okumayla rasyonalizm çıkartmaya çalışmak, bilinçli oryantalistik bir manipülasyon değilse, ciddi bir akıl tutulmasıdır. Zira, Hanefilik ve Maturidiliğin akla, istidlale, burhana önem veriyor olması, geleneğin/İslam aklı ve epistemolojisinin sunduğu imkanlarla alakalı bir durumdur, rasyonalizmle değil.

Aklın özgürleştirimi değil, esareti

Sadece modern Batı uygarlığına özgü bir kavram olan rasyonalizm, aklın; aşkın bir merkezden, kendisinden üst bir otoriteden yani tanrısal bağ ve metafizik bağlamdan tamamen kopartılarak, meşruiyetini kendinden alan bir haddi aşma derekesine indirgenmesidir. Tüm kadim geleneklerde hep yukarıyla bağlı/bağlamlı olan aklın, kendini bağlayan bütün bağlardan, zincirlerden boşalması suretiyle, tepetaklak en alt varlık ve gerçeklik düzlemine hapsolmasının; kendini varlık katmanlarının, hakikat mertebelerinin, mekansal ve zamansal sınırsızlığın ufuklarına kapatmasının “özgürleştirim” olarak okunduğu bir akıl daralmasından başka bir şey değildir. Rasyonalizm, varlığa dair tüm gerçekliği olgusal, fiziki, nesnel, mücessem dolayısıyla niceliksel, sayısal, matematiksel, ölçümlenebilir bir boyuta indirgemiştir. Rasyonalist zihin için fizikötesi (metafizik) ve zamanötesi gibi hakikat alanları ve varlık düzlemlerinin zihinsel bir karşılığı yoktur. Sonsuzluğun bile rasyonalist zihindeki karşılığı, fizik alemin sınırları içerisinde sayısal değerlere indirgenebilen, seküler zaman ve uzam kavrayışının sınırları ile mukayyet bir kapalılıktan ibarettir.

Yani uzamsal sonsuzluk, rasyonalist için, mevcut fiziki evrenle sınırlı ve ölçümlenebilir bir sonsuzluktur; her ne kadar bugün tam olarak ölçümlenemiyorsa bile her zaman aklın ölçümlenebilirlik sınırları içinde olan ve yarın aklın ve bilimin daha da “ilerlemesiyle” ölçümlenebileceğine ve aklın evrenin tüm sırlarına ulaşabileceğine inanılan bir sonsuzluk kavramını ifade etmektedir. Oysa tüm sırlarına erişilmiş bile olsa, nihayetinde bu ölçümlenen “kainat” denilen uzaysal/uzamsal/mekansal varlık katmanı, nesnel gerçeklik alanının kapsamı içinde olan niceliksel yatay bir düzlemden ibarettir. Zamansal sonsuzluğun rasyonalist için anlamı ise, yine matematiksel ve ölçümlenebilir ifadelere indirgenmiş, artı ve eksi sonsuzluktan ibarettir, yani rasyonalist zihnin sayısal ölçümleme kapasitesi içinde bir sonsuzluk kavrayışıdır bu. Bundan dolayı, ezel ve ebed, beka ve kıdem gibi dini/metafizik kavramların rasyonalist zihinde bir karşılığı yoktur.

‘Göklerden gelen’

Rasyonalist zihin, Kur’an’da geçen “semâvât” sözcüğünü ya da S. Karakoç’un “Göklerden gelen bir karar vardır” dizesinde geçen “gökler” sözcüğünü sadece gökyüzü/atmosfer tabakaları olarak anlar; oysa bunun sahih İslam düşüncesi ve Müslüman zihnindeki karşılığı, atmosfer tabakalarının yer aldığı fizikî/şuhûd alemin sınırlarının üstünde ve ötesindeki gayb alemlerini, yüksek hakikat alanlarını/mertebelerini ifade etmektedir. Din dilinde “yukarı” denildiğinde, National Geographic kafasıyla düşünen rasyonalist, “atmosferin üstüne çıkıldığında yukarı-aşağı kavramları yok “ diyerek düz mantıkla buna itiraz eder; oysa buradaki “yukarı” ile, fiziki alem/kainat içindeki bir uzaysal/uzamsal yükseltiden değil, bu alemin topyekun olarak en alt düzlemde sayıldığı, diğer dikey varlık katmanlarından söz edilmiş olmaktadır. Yani metafizik öğretide “yukarı” ve “aşağı” sözcükleri, metre cinsinden ölçülebilen fiziki yükselti farklılıklarını değil; varlık katmanları arasındaki dikey ilişkiyi/hiyerarşiyi ifade eder; fakat rasyonalistin daraltılmış, fiziki-nesnel gerçeklikle sınırlandırılmış, metafizik hakikatlere, yüksek varlık katmanlarına kapalı aklı bunu kavramaya yetmez. Uzayda tanrıya rastlamadığını söyleyen astronot, esasen uzayı da içine alan mevcut kainatın tamamının varlık katmanlarının en alt katmanı olduğunu, bu yatay varlık düzlemi içinde kaç milyon ışık yılı hızla nereye giderse gitsin yine aynı yatay düzlemde kalmış olacağını, henüz bir üst katmana bile dikey bir geçiş yapmış olamayacağını, dolayısıyla bu varlık katmanı/kainat içerisinde aradığı tanrının, zihninde rasyonalize edilmiş insanbiçimli/antropomorfik bir tanrı algısından başka bir şey olmadığını, gerçek tanrının/Allah (c.c.)’ın “muhit” sıfatıyla tüm varlık katmanlarını kuşatmakla birlikte yaratıcı/vacibü’l-vücud olarak yaratılmışlarla/mümkinatla aynı varlık düzlemi içinde olamayacağını, olmaması gerektiğini akledemeyecek kadar rasyonel bir bakışa sahiptir zira. Kısacası, rasyonalizmde, “sonsuzluk” kavramı bile metafiziksel/niteliksel değil, matematiksel/niceliksel bir anlam ifade etmektedir.

Rasyo sayısallıkla ilintili

Etimolojik kökenini oluşturan “rasyo” (ratio)’nun hesap ve sayısallıkla ilintili bir sözcük olmasının da işaret ettiği gibi rasyonel akıl; hesabî ve niceliksel düşünceye, dolayısıyla fiziki ve olgusal gerçekliğe hapsolmuş aklı ifade etmektedir. İnsanın zoolojik yanına ait olan beyin ve zekaya dayalı bu sayısal, matematiksel, kalkülatif düşünme biçimi; fiziksel, mücessem, fenomenal, pozitif, ölçümlenebilir gerçeklik alanı dışındaki diğer gerçeklik alanlarını (metafizik) idrak edebilme kabiliyet ve kapasitesinden kendini mahrum bırakmış olması sebebiyle bu hakikat alanlarını ya yok (irrasyonel) saymakta, ya da rasyonel ifadelere dönüştürerek, nesnelleştirerek yeniden üretmekte yani hakikati yapısöküme uğratarak dinamitlemektedir. Oysa akıl, kapasite olarak, sadece görünür, nesnel gerçeklikleri, fiziki alemi kavrayabilen bir meleke değil; fizik ötesi hakikatleri, varlık katmanlarını da anlayabilen/kavrayabilen, hissedebilen ve tecrübe edebilen, insana bahşedilmiş büyük bir nimettir aynı zamanda. Elbette aklın sınırları vardır, gayb aleminin, varlığın tüm hakikati ve mahiyetinin bilgisi insan aklının idrak sınırları içinde değildir, fakat insan aklı, nesnel alemin ötesinde gaybi alemlerin, metafizik hakikatlerin, görüngülerin arka-planındaki hakikatlerin varlığını idrak edebilecek donamın ve ön bilgilere/a priori’ye sahiptir. Tanrıyı, dini, vahyi, metafiziği, gaybı kabule yatkın olarak yaratılan bu akıl, muhatabı olduğu vahye teslim olduğunda, vahyin ona sunduğu yüksek hakikat alanlarına ilişkin bilgi sayesinde bu hakikat alanlarına dair geniş bir zihinsel açıklığa da ulaşmış olacaktır. Bu hakikat alanlarına tamamen kapalı olan modern rasyonalist zihin, dinî ve metafizik hakikatleri bir yandan irrasyonel olarak ilan ederken, bir yandan da bunları rasyonalize ederek dejenere etmiştir. Bu acı tecrübeyi ilk olarak Hıristiyanlık yaşamıştır. Aynı zamanda Hıristiyanlığa karşı bir tepkiselliğin ürünü olarak ortaya çıkan modernitenin rasyonalist baskısı altında ezilen Hıristiyan teologlar, tarihsel süreç içerisinde Hıristiyan teolojisini baştan sona elden geçirerek Hıristiyanlığın rasyonalizmle çeliştiği/çatıştığı düşünülen bütün öğretilerini tasfiye ederek Hırıstiyanlığın içini boşaltmışlardır. Benzer bir süreç, liberal-reformist yahudiler tarafından kendi dinlerine de uygulanmış, Yahudi şeriatı “halaha”nın pek çok hükmü rasyonalize edilerek ya değiştirilmiş ya da tasfiye edilmiştir.

Bu iki dinin yaşadığı tecrübenin bir benzeri, oryantalistlerin İslam alemindeki şakirtleri olan modernist-rasyonalist Müslüman intelijansiya eliyle İslam’a da uyarlanmak istenmektedir. İki asırdır kendi akılları ile düşünmeyi terk edip yabancı, harici bir akılla düşünmeye ve dini, Kur’an’ı, nübüvveti, sünneti, varlığı bu akılla anlamaya kalkışan modernist-rasyonalistler, dinin doğal olarak bu akılla çatıştığını gördüklerinde, akıllarını düzeltmeye çalışmak yerine dini düzeltmeye, dini bu akla uydurmaya ve uyarlamaya çalışmak gibi büyük bir yanılgıya düşmektedirler.

Uyarlama çabası

İslam’ın kendi aklı ve dünya görüşü çerçevesinde kavranılması gereken melek, şeytan, cin, felek, arş, semavat, gayb, mucize, keramet gibi bazı temel metafizik kavramlar başta olmak üzere ibadetlerden muamelata kadar Kur’an’da geçen pek çok kavram, hüküm ve olgu kendi makûllük ve tutarlılığı içinde anlaşılmaya çalışılmak yerine, modern rasyonel zihne uygun bir anlama düzlemine indirgenmeye çalışılmaktadır. Müslüman rasyonalist, metafiziği kendi ontolojik ve epistemik düzlemi içinde anlamaya çalışmak yerine, metafiziği fiziğe indirgeyerek yani rasyonalize ederek anlamaya çalışmakta yani metafizikle fizik arasındaki katman farkını ve hiyerarşiyi ortadan kaldırarak, aşağıyı yukarıyı birbirine karıştırarak hakikati sabote etmektedir. Kur’an’ı modern bilimin verileriyle anlama yaklaşımını esas alan bilimsel/çağdaş tefsir anlayışı da; Kur’an’ı modern-rasyonel zihinle anlamaya çalıştığını zanneden modernist ve tarihselci okuma biçimleri de esasen dini rasyonalize etme girişimlerinin birer yansımasıdır. Dini bugünün idrakine anlattıklarını zannederlerken, aslında dini (yani Allah kelamını) bugünün idrakine (yani beşerin aklına) onaylatmaya çalıştıklarını göz ardı etmektedirler. Modernist zihin, metafizik hakikatleri rasyonel ifadelere; tüm bilgi katmanlarını tek bir bilgi katmanına yani bilgi hiyerarşisinde en alt düzlemde yer alan nesnel bilgiye indirgemekte; böylelikle varlığın ve hakikatin zamansal ve mekansal açıklığını kendi aklına kapatmaktadır. Müslümanların, modern uygarlığın meydan okumaları karşısında iki asırdır apolejetik bir eziklikle akla dair kurdukları şu önermeler silsilesinin İslam’ın akla bakışı ile alakası sözkonusu değildir: “İslam akıl dinidir; İslam’da/Kur’an’da akla aykırı hiçbir şey yoktur; akıl ve vahiy çelişmez ve çatışmaz; dolayısıyla aklın bir ürünü olan bilimle din de çelişmez; dinimiz akla büyük değer verir ve akletmeyi/düşünmeyi teşvik eder; Batılılar akıllarını kullandıkları için bilimde, teknolojide, uygarlıkta ileri gittiler; Müslümanlar son birkaç asırdır akletmeyi bıraktıkları için Batı’nın gerisinde kaldılar; yeniden uygarlıkta, bilimde, teknikte ilerlemek istiyorsak biz de aklı kullanmak durumundayız.”

Akıl dini ne demek?

İçinde hiç rasyonalizm kelimesi geçmiyor olsa da, bu önerme silsilesi içinde geçen akıl sözcüklerinin tümü rasyonalizme eşdeğer ve eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Rasyonalizmin, Batı’da “kilise aklı”na (skolastizm) bir tepkiyi de kapsamasının “din-akıl” çatışması şeklinde tezahür etmiş olması maalesef kavramın bizim dilimize transferiyle çatışmanın da transferini beraberinde getirmiş ve intelijansiyamızca olmadık yere bir din-akıl çatışması icat edilip sonra da bunun savunusu üretilmeye çalışılmıştır.

Çatışmanın kilise ile rasyonalizm arasında olması, kiliseye karşı tarihi bir tepkisi olan Müslüman-muhafazakar kesimin bu çatışmada, akletmekle eşdeğer saydığı rasyonalizmin safında yer almasını ve rasyonalizmi meşrulaştırmasını da kolaylaştırmıştır; zira eğer Hıristiyanlık akılla (esasen rasyonalizmle) çatışıyorsa, İslam çatışmamalıdır. Esasen gayet tutarlı ve mantıklı (maalesef bu iki sözcük de rasyonel’in dilimizdeki karşılıkları arasında kullanılmaktadır) gibi görünen “akıl dini” (rasyonel din) ifadesi, meşruiyetini yukardan değil akıldan alan din demektir ki, bu durumda belirleyici/otorite olan din değil “antropolojik akıl” olmakta, yani akıl hakikate ulaşmaya yarayan bir vasıta olmaktan çıkarılıp, bizatihi hakikatin ölçüsü olarak ikame edilmektedir. Zira din aklî (esasen rasyonel) ise, modern insanın aklına uymayan hiçbir şeyin dinde yeri yok demektir ki, bu durumda belirleyici olan, modern insan aklı yani rasyonalizm olmaktadır.

İslam’da rasyonalizm yoktur

İslam’ın rasyonel bir din olmadığını ifade etmek, aynı zamanda onun irrasyonel bir din olduğunu iddia etmek anlamına gelmemelidir. Zira her iki kavram da İslam’da karşılığı olmayan kavramlardır. Rasyonalist zihin için kendi daraltılmış ve sınırlandırılmış zihinsel/düşünsel çerçevenin dışında kalan her şey irrasyoneldir. Dolayısıyla, esasen irrasyonalizm akılla alakalı bir mesele değil rasyonalizmle alakalı bir meseledir; yani irrasyonalizm, rasyonel olanın “rasyonel olmayanı”dır. Tersinden bakıldığında, içinde rasyonalizm olmayan bir zihinde, esasen irrasyonalizm de yoktur. Rasyonalizm kadar, irrasyonalizm de, modern paradigmaya aittir ve rasyonalizme göre anlam kazanan bir kavramdır. O halde, “İslam’da rasyonalizm yoktur” demek, “İslam’da irrasyonalizm vardır” demek olmadığı gibi, aksine “İslam’da irrasyonalizm de yoktur” demektir. Dolayısıyla ne İslam rasyonelleştirilebilir, ne rasyonalizm İslamileştirilebilir; ne İslam irrasyonelleştirilebilir, ne de irrasyonalizm İslamileştirilebilir. İslam aklı her ikisi de olmadığı gibi, her ikisinin ortası da değildir; kendine özgü ve nev’i şahsına münhasırdır. Rasyonalizmden bahsederken sadece batıya, modern uygarlığa özgü bir akıldan/akletme biçiminden söz ettiğimize göre, demek ki her uygarlığın, her paradigmanın kendine özgü bir aklı ve akletme tarzının olduğunu rahatlıkla söyleyebilmek mümkün. O halde, modern Batı aklından yani rasyonalizmden tamamen ayrı ve kendine özgü bir İslam aklından bahsetmemiz gayet mantıklı olmalıdır.

Modernist/rasyonalist Müslüman intelijansiya; batı aklı, İslam aklı gibi ayrımların yanlış olduğunu, bir tek evrensel akıl olduğunu ve insanın bu akılla tanrıyı ve hakikati bulabileceğini iddia etmektedir. Esasen evrensel akıl olarak sözünü ettikleri, rasyonalizmden başkası değildir, yani bu yaklaşımla özelde batı aklı olumlanmış ve İslam aklı dışlanmış olmaktadır. Aklın kendi başına hakikati bulabileceği yaklaşımı, zamanla kişiyi, dinin, nübüvvetin, vahyin gereksizliği inancına (deizm) doğru sürüklemektedir. Evrensel akıldan kastedilen kirlenmemiş, fıtri akıl ise; modern dünyada, daha doğduğu günden itibaren seküler ve rasyonel mesaj bombardımanı altında büyüyen ve yetişen modern insanda acaba tertemiz, fıtri akıldan ne kadar kırıntı kalmış olabilir? İnsanın akılla tanrıyı ve hakikati bulacağı iddiası fıtri akıl için doğru bir önermedir. Şöyle de denebilir: modern insan eğer fıtri aklı bulabilirse, elbette tanrıyı da bulabilir. Fakat bugün tamamen rasyonalizmle kuşatılmış modern aklın kendi başına tanrıya, metafizik hakikatlere erişebilmesi neredeyse imkansız gibidir, yani “bu akl ü fikr ile Mevla bulunmaz”. Eğer iddia edildiği gibi rasyonalizmle tanrı ve hakikat bulunabiliyor olsaydı, rasyonalizmin zirvesinde olan modern uygarlığın tanrıyla, vahiyle, hakikatle ilişkisinin en üst düzeyde olması icap ederdi; oysa ki tam tersi biçimde rasyonalizmin insanın tanrıyla ilişkisini ifsad ettiği artık herkesçe bilinen bir gerçektir.

Rasyonalizme veda

Fıtri akıl, Hz. İbrahim’in kullandığı akıldır. Allah’ın insana, fıtraten tanrı inancını kabule yatkın bir akıl bahşetmiş olması, onu mükellef kılmasının da bir gereğidir. Bu, aynı zamanda, yaratıcının bir nevi insanın kalbine kendi varlığını nakşetmesi, ona ruhundan üflemesinin bir yansıması gibidir. Bir yaratıcı tanrı düşüncesine yatkın olan fıtri akıl, doğal olarak her türlü metafizik hakikatleri de kabule hazır ve elverişli demektir. Yani metafizik alan, bozulmamış, fıtri bir aklın kavrayabileceği bir alandır, dolayısıyla irrasyonel değildir. Modern döneme gelinceye kadar bütün insan topluluklarının ister ilahi kökenli, isterse beşeri kökenli olsun tanrı fikrinde uzlaşmış olmaları fıtrî aklın bir sonucudur ve ilk defa modern dönemle birlikte insanla tanrı arasındaki ilişkinin tamamen kopma noktasına gelmiş olması, insan aklının modern dönemde fıtrattan ne denli kopmuş olduğunun ya da modern dönemle birlikte ne kadar kirlendiğinin, akletme faaliyetinin esas merkezi olan kalbin ne kadar karardığı ve mühürlendiğinin de bir göstergesidir aynı zamanda. Demek ki, insanla tanrı inancı ve metafizik hakikat alanı arasına fıtrat dışı bir müdahale olarak giren rasyonalizm; fıtrata aykırı arızi, problemli bir durumdur; normal değil anormaldir.

Fıtri akılla tanrıya ulaşmak, ıssız adada tek başına yaşayan Hayy bin Yakzan için varılabilecek en üst insani aşamadır; topluluk halinde yaşayan ve vahye muhatap olan insan için ise gerekli fakat yeterli olmayan bir aşamadır. İnsan fıtri akılla tanrıya ulaştığında ateizmden teizme yükselmiş olur. Fakat aklıyla mutlak manada iyiye, güzele, doğruya yani ahlaki değer ve erdemlere, mutlak hakikate ulaşamaz. Doğru bir hayat yaşayabilmesi için hakikatin, ilkelerin ve değerlerin yegane mutlak kaynağı olan Tanrı’nın gönderdiği mesaja ihtiyaç vardır. Yani soyut bir tanrı inancı olan “teizm”den, alemlerin Rabbi olan “Allah” inancına yükselebilmesi için nübüvvete ve vahye ihtiyacı vardır. Fıtri akıl kendi başına Tanrıyı ve metafizik alemin varlığını hissedebilir ve tecrübe edebilir; fakat varlığın hakikatine ilişkin tümel ilkeleri, öncülleri kendinden menkul olarak ortaya koyamaz; bunun için daha üst bir bilgiye/otoriteye/referansa ihtiyaç vardır ki, bu da vahiydir. Fıtri akıl eğer vahiyle formatlanmaz, vahyi kendine referans ve düşünme sistemi haline getiremezse teizmden “müslim” mertebesine yükselemez. Vahyin epistemolojisiyle biçimlendirilen, formatlanan akıl artık herhangi bir akıl değil, “İslam aklı”dır. Bir medeniyet inşa edebilmek için gerekli olan da, varlığa tevhidî bir bütünlük içinden bakan bu akıldır.

[email protected]