Bundan sonra kim güvenir

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi
1.03.2020

Rusya ile gerçekleştirilen görüşmelerden Türkiye lehine sonuçların çıkmayacağı yapılan ve devam edeceği öngörülen saldırılardan bellidir. Bu noktadan sonra Rusya ile yapılan diplomatik görüşmelerin bir inandırıcılığı kalmamıştır. Suriye konusunda gizli ajandası olan Rusya, masada güvenilir bir ülke olmadığını göstermektedir.


Bundan sonra kim güvenir

Suriye’nin on dört eyaletinden biri olan İdlib, ülkenin kuzeybatısında, Türkiye sınırında yer almakta olup Harem, Cisr eş-Şuğur, eyaletle aynı adı taşıyan İdlib, Ariha ve Maarat El Numan şehirlerinden oluşmaktadır. Muhaliflerin elindeki güçlü merkezlerden bir tanesi olan İdlib, bugün artık muhaliflerin elinde kalan son kale haline gelmiştir. Bölgedeki Rusya ve İran destekli rejim güçleri, öncelikle Halep sonra Türkiye sınır hattı boyunca muhaliflerin elinde tuttuğu bölgelere saldırılar düzenlemiş ve neredeyse tamamını tekrardan ele geçirmiştir.

İdlib, Astana ve Soçi mutabakatları çerçevesinde bölgede saldırmazlık alanı olarak ilan edilen yerdir. Bu kapsamda Rusya, İran ve Türkiye belirli sayılarda asker bulundurmayı ve uçuşa yasak bölge ilan etmeyi deklare ettikleri gibi bunun uygulanmasının da garantörlüğünü üstlenmiştir. Yapılan görüşmelerde muhalifler ve Rejim yetkilileri ilk kez aynı çatı altında bir araya gelmiş ve Suriye sorununun askeri yöntemlerle çözülemeyeceği ifade etmiştir. Ayrıca çatışmaların kısa sürede sonlandırılması ve ateşkesin devamlılığının sağlanması hedeflenmiştir.

Çatışmasızlık alanı

Diğer görüşmeler sonrasında ise Rusya, İran ve Türkiye’den oluşan bir görev gücü kurulmuştur. Bunların sonucunda ilk somut adım atılmış ve Suriye’de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmuştur. Çatışmasızlık alanı olarak İdlib geneli, Halep, Hama, Humus, Lazkiye, Dera ve Kuneytra’nın bazı kesimleri ile Şam’ın Doğu Guta bölgesi listede yerini aldı.

Bu bölgelerde hava unsurları dâhil her türlü silah kullanımının durdurulması, acil ve kesintisiz insani yardımların ulaştırılması konusunda anlaşmaya varıldı. Ayrıca mutabakatın uygulanabilirliğini ve sahanın kontrolünü sağlamak için askeri gözlem noktaları oluşturuldu. Lakin gelinen noktada yukarıda sayılan şehirlerdeki binlerce sivil, özellikle İdlib’te, rejim güçlerinin saldırılarında ölmüş, yaralanmış, evlerinden edilmiş ve göçe zorlanmıştır. Bu saldırıların hacmi son dönemlerde artmakla birlikte Türkiye’nin askeri gözlem noktaları rejim güçleri tarafından çevrelenmiş ve Türk askeri hedef konumuna getirilmiştir. En nihayetinde askerlerimize yönelik yapılan son saldırıda 33 şehit verilmiştir.

Mutabakatlara uymadı

Esad rejimine ilk günden itibaren destek veren Rusya, İdlib saldırılarının arkasındaki başat güç olarak da ön plana çıkmaktadır. Rusya, yukarıda bahsi geçen mutabakatlara rağmen sivillere yönelik hem karadan hem de havadan gerçekleştirdiği saldırılarla birçok katliama imza atmıştır. Çünkü İdlib, muhalifler açısından ellerindeki son kale, rejim bakımından ise geleceğin anahtarı konumundadır. Dolayısıyla İdlib’te aşama aşama rejim güçlerinin ilerletilmesi adına bir çaba harcanmaktadır. Buna bağlı olarak Suriye konusundaki Rusya ile varılan hiçbir mutabakat gerçek anlamda uygulanamamıştır. Her mutabakatın arkasını yeni saldırılar ve yeni göç dalgaları takip etmiştir.

Rusya’nın bölgede birkaç stratejik hedefi mevcuttur. Bunlardan ilki bölgenin doğal gaz ve petrollerini kontrol etmektir. İkincisi düşük ölçekli saldırılarla satışa sunmayı planladığı yeni silahlarının etkilerini ve ordusunun askeri kabiliyetlerini test etmektir ki bu anlamda saldırıların devam etmesi Rusya’nın çıkarlarına uygun düşmektedir. Bir diğer unsur ise bölgede Türkiye gibi etken bir gücün mevzi kazanmasını istememesidir. Dolayısıyla Rusya bir taraftan Türkiye ile işbirliği yapıyormuş gibi gözükürken bir taraftan da asıl stratejik hedefi olan Türkiye’nin her alanda çevrelenmesine yönelik adımlar atmaktadır. Diğer yandan yeni Avrasyacılık perspektifinde İslam dünyasının liderliğini Türkiye’nin değil, İran veya Vahhabi zihniyetin liderliğini yapan Suudi Arabistan’ın olması istenmektedir. Ancak Suudilerin ABD’ye yakınlığı bu denklemde İran’ı ön plana çıkarmaktadır. Buna bağlı olarak da Orta Asya’dan Balkanlara Ehl-i Sünnet olan çizgiye, İran destekli Şia’yı yaygınlaştırma düşüncesi oturmaktadır. Dolayısıyla burada Türkiye gibi devletlerin sistemin dışına itilmesi veya imajının zedelenmesi önem arz etmektedir. Son saldırılar da bu durumun açıklayıcısı niteliğindedir.

Şii hilali hayali

Russia 24 kanalından Jevgenij Poddubny’a göre Türkiye, El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el Şam’ı (HTŞ) ve benzeri radikal grupları desteklemekte ve onlara silah desteği sağlamaktadır. Bu bir anlamda Suriye savaşının ilk yıllarında uluslararası topluma aktarılmaya çalışılan ve FETÖ taktiği olan “Türkiye DEAŞ’a destek veriyor” söylemine benzemektedir. Bu durum Rusya’nın FETÖ taktiklerini ve FETÖ’yü bir araç olarak kullandığını da göstermektedir. Ayrıca bir diğer Rus gazeteci Dmitry Kiselyov Russia 1 kanalında, son dönemde yapılan görüşmelerin geçici olduğunu ve uzun vadede tüm Türk askerlerinin ülkeyi terk etmek zorunda kalacağını ifade etmiştir. Bu durum Rusya’nın uzun vadeli stratejilerinde, özellikle Suriye’de, Türkiye aleyhine her türlü dengenin değişeceği anlamına gelmektedir. Rusya, NATO müttefikliğini bozmak veya uzun vadede tamamen ortadan kaldırılmasını hedef edinmektir. Bu hedef sadece Suriye krizi çerçevesinde değildir. Ukrayna çatışması ve Kırım işgali doğrultusunda kendi yayılmacılığının önündeki en büyük engel olarak NATO’yu görmektedir.

Rusya kadar Suriye’de denklemin başından itibaren Esad rejimine ordusuyla destek veren diğer bir ülke de İran’dır. Suriye’de İran devrim muhafızlarının yanı sıra Tahran yanlısı milislerin ve Lübnan Hizbullahı milislerinin Suriye’nin güneydoğusundaki Golan Tepelerini kontrol altına alması ve İran’ın yardımıyla bölgede uzun menzilli füzeleri konuşlandırması ihtimali dahi korku vericidir. Çünkü Hizbullah’ın Suriye’de kazandığı alan Esad rejimin güçlenmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca İran bölgede bir Şii hilali oluşturma çabası içerisindedir. İran, Suriye savaşının ilk günlerinden itibaren savaşın içindedir ve rejime destek vermektedir.

ABD ve AB üyesi ülkelerin Suriye konusunda, petrol alanlarını ve PYD/YPG’nin (SDF) elinde tuttuğu bölgelerin güvenliğinin sağlanmasını öncelediğini görmekteyiz. Buna bağlı olarak bu ülkeler Esad rejiminden daha çok PYD/YPG gibi terör örgütlerine destek vermişlerdir. Suriye savaşının başladığı andan itibaren DEAŞ’a karşı mücadelede bir kahraman olarak lanse edilmeye çalışılan terörist gruplar, bölgede ABD eliyle birçok noktayı kontrol etmeye başlamıştır. Ayrıca NATO üyesi Türkiye’ye rağmen PYD/YPG gibi terör örgütlerinin alan kazanmasını da desteklemiştir. ABD’nin Irak’ın ve Suriye’nin bir kısmında desteklediği güçler, bu terör örgütleri üzerinden koordine edilmekte ve güçlendirilmektedir.

ABD’nin tavrı

Bugün İdlib konusu ABD’nin öncelikli gündeminde yer tutmamaktadır. Ancak Türkiye’nin son dönemlerde Rusya’ya karşı takındığı tavır ve Kırım’ın ilhakını tanımadığını yinelemesi üzerine ABD cephesinden İdlib meselesinde Türkiye’nin yanındayız açıklamaları yapılmıştır. Bu açıklamalara rağmen, ABD’nin PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD/YPG’ye verdiği desteğin uzun vadede Türkiye’ye karşı daha büyük bir tehdit olarak geri dönebileceği göz ardı edilmemelidir. ABD’nin bu söylemlerinde Türkiye’nin tezlerinin tam anlamıyla desteklendiği zannedilmemelidir. Çünkü Türkiye mevcut şartlarda muhaliflerin arkasında duran tek ülke konumundadır.

AB içinse; Suriye veya daha özelinde İdlib savaşı, öncelikle olası bir mülteci akınının durdurulması anlamına gelmektedir. Savaşın ilk anlarından itibaren seyirci pozisyonunda bulunan AB, çatışmanın sonlandırılması, sorunun çözülmesi adına çaba göstermek yerine zamanla tamamen farklı kazanımlar elde etme arayışına girmiştir. Türkiye ile Avrupa’ya olası bir mülteci akının durdurulması üzerine anlaşılırken diğer taraftan bölgede bir PYD/YPG koridoru oluşturma çabası içerisine girilmiştir. Sorundan fırsatlar çıkarma çabasında olan AB de bir anlamda bataklığın kurutulması yerine o bataklığa su taşıyan örgüt pozisyonuna düşmüştür. Perşembe gecesi askerlerimize yapılan hain saldırı sonrasında artık Türkiye sınır kapılarını açmış ve mültecilerin Avrupa’ya göçüne müsaade etmiştir. Bundan sonra, AB mülteci sorunuyla yeniden yüzleşmek durumunda kalacaktır.

İç güvenlik tehdidi

İdlib Türkiye için 130 kilometrelik sınırı nedeniyle stratejik bir konuma sahiptir. Bu kapsamda İdlib’te gerçekleşecek herhangi bir denge değişimi, doğrudan Türkiye’nin iç güvenliğini tehdit edeceği gibi Hatay-Reyhanlı saldırısı benzeri terör eylemlerine de yol açabilir. Son saldırılarla bir milyona yakın insanın Türkiye sınırına doğru göç ettiği bilinmektedir. Hali hazırda 5 milyon mültecinin bulunduğu Türkiye için yeni bir göç dalgası da büyük sorun oluşturacaktır. Bu anlamda başında yapılması gereken ve bir türlü gerçekleştirilemeyen tampon bölge oluşturma hedefinin yeniden ve farklı unsurlarla tekrardan gündemde tutulması önem arz etmektedir. Aksi halde İdlib’te Esad rejimi hâkimiyeti, geçmişte olduğu gibi PKK benzeri yapıların artarak devam etmesi anlamına gelecektir. Rusya ile gerçekleştirilen görüşmelerden de Türkiye lehine sonuçların çıkmayacağı yapılan ve devam edeceği öngörülen saldırılardan bellidir. Bu noktadan sonra Rusya ile yapılan diplomatik görüşmelerin bir inandırıcılığı kalmamıştır. Suriye konusunda gizli ajandası olan Rusya, bir anlamda da masada güvenilir bir ülke olmadığını göstermektedir. Ayrıca, Rusya ve İran, rejim güçlerinin saldırılarının arkasındaki iki önemli destekçidir. Bu ülkelerle olan ilişkiler, stratejiler yeniden gözden geçirilmek zorundadır. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın açıklamalarına göre; koordinatları önceden Rus yetkililere verilmiş olan askerlerimize yapılan hava saldırılarında şehit olan askerlerimizin yanı sıra yaralılarımızı taşıyan ambulansların dahi vurulması, hedef haline gelmesi bir katliamdır. Bu katliama, kim ne şekilde destek veriyorsa önce Türk devletine hesap vermekle yükümlüdür.

Dolayısıyla Türkiye, sınırında olan güvensizliği inisiyatif alarak gerçekleştireceği istikrarlı politikalarıyla çözmelidir. Bunun için askeri ve siyasi riskleri almalı ve bölgede büyük güçlerin politikalarını değil kendi çıkarlarını göz önünde tuttuğu adımları atmalıdır.

[email protected]