Büyük aile ideali

Ali K. Metin / Şair, Yazar
30.07.2021

Aileyi, bir değer olmaktan öteye ahlaki ve toplumsal varoluşumuzun en öncelikli teminatlarından biri diye kabul etmek hiç yanlış olmaz. Bu da bizi, "ya aile ya birey" dikotomisine karşı "hem aile hem birey" diyebilen, özgürlüğü, eşitliği ve dayanışma ahlakını varoluşsal bir değere dönüştürmekle maruf entelektüel ve siyasal bir aklın inşasına çağırır.


Büyük aile ideali

İdeolojik körlük, içerdiği zihni kodlara ve/veya şartlanmalara bakarak anlayabileceğimiz, yadırgasak bile bir yere kadar toleransla karşılayabileceğimiz bir şey. Fakat işin içine entelektüel hokkabazlık girdi mi durum değişir. İlkinde daha çok bir acziyet söz konusu olduğu halde ikincisinde kasıt, çarpıtma ve hatta illüstrasyondan söz edebiliriz. Ayrıca mesele sofistike bir düzeye taşındıkça yapılan hokkabazlığın kamufle edilme ihtimali de o kadar artar. Tabii bizim buradaki ifadelerimizin bir niyet okuma anlamına geldiği aşikar, doğrudur; ancak muhataplarımızın entelektüel zeka ve seviyesiyle bağdaşmayan bir akıl yürütme biçimiyle karşı karşıya olduğumuzu görüyorsak, bizim bu okuyuşumuzda büyük bir haklılık payı olduğunu kabul etmek gerekir. Birikim Dergisi'nin "Aile Neyimiz Olur?" temasıyla çıkan 387-388. sayısını okurken, çok büyük oranda ideolojik dogmatizmin entelektüel hokkabazlığa nasıl dönüştüğünü olanca basitliğiyle görebiliyoruz. Derginin aile kurumunu ve politikalarını tartışmak yerine, daha baştan yargılamaya ve ötekileştirmeye dayalı bir koşul ve yönlendirmeyle yola çıktığını yazıların içeriğindeki şablon yaklaşımdan hareketle tespit etmek mümkün. Belli ki tek sesli bu entelektüel koro, aile hayatını ve cari olan aile politikalarını değersizleştirme hedefi doğrultusunda mevcudu yarım yamalak ve eksilterek yansıtmayı adeta bir görev duygusuyla yerine getirmiştir. Şayet öyle değil de bütün bunlar samimi nitelikte bir görme/düşünme biçimi olarak ortaya geliyorsa, o vakit belki ahvalimize biraz şükredebilir fakat işimizin ne kadar zor olduğunu bir başka tarafıyla daha görmüş oluruz.

Aile vizyonu

Aile meselesinin ideolojik, siyasal çatışmalara meze yapılması, hangi kesim tarafından olursa olsun büyük bir sorumsuzluk ve aymazlık olacaktır. Bunu burada aileyi kutsallaştırmak adına değil, sadece toplumun tamamının selametini ilgilendirdiğine, daha açıkçası toplum olabilmenin asgari şartlarından biri olduğuna dikkat çekmek üzere söyleme ihtiyacını duyuyoruz. Buna karşılık ne var olan aile yapımızın ne de aile politikalarının eleştirilemez bir nitelikte olduğunu ileri sürüyor değiliz. Değişen her şey gibi aile yapımızın dahası bazı aile değerlerimizin değişmesi pek tabii kaçınılmazdır. İdeal ailenin ne olduğu bu anlamda tartışmalı olduğu kadar tarihsel, toplumsal koşullarla mukayyet bir değişkenlik gösterir. Ancak bu gerçeklerin hiçbiri, Ulrich Beck'in iddia ettiği gibi aileyi ""ölü ama hala hayatta" olan bir çeşit zombi kategori" (Birikim, Ags) diye tavsif etmemize gerekçe teşkil etmez. Zira aile kurumu, sahip olduğu bütün tarihsel-toplumsal içerimlerinden izole edildiğinde bile, Müslümanlar ve ehli kitap olarak cinsel hayata yönelik zorunlu nitelikteki sosyal kontratın bir ürünü olmasıyla önemini korur. Bunun aile kurumunu ebedileştiren bir temel esas olma yanında, aslında aile hayatına ve değerlerine yönelik nihai kırmızı çizgi olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla aile kurumu etrafında bugün devam ede gelen çatışmaların en temelinde cinsel özgürlük kavramının yer aldığını tespit edebiliriz. Örneğin, seküler veya feminist cepheden mevcut aile kurumuna yönelik yapılan eleştirilerin belki pek çoğuna İslami perspektiften katılmak pek öyle zor olmamalı. Baba otoritesiyle mücessem ataerkil aileyi İslam'ın değerler manzumesiyle örtüştürmeye yönelik çabalar muhafazakar dünyada hala etkili olabilir, ancak İslam'ın bizatihi ruhunda var olan "üstünlük ancak takva iledir" yönündeki temel yaklaşımların toplumsal ve insani değişime çağıran bir vizyona işaret ettiğini burada hatırlatmamız doğru olur. Kadın veya erkek insanları bütünüyle özgürleştirmek, kanaatimce İslam açısından olması gerekendir, sadece Allah'a kulluk etmeye çağıran dinin ruhunda bu temel hakikat vardır. Aile kurumunun buna mugayir nitelikteki içeriği ve işlevlerine karşı gereken tedbirleri almaksa öncelikle Müslümanlara düşen görevlerden biri sayılır. Bu konuda seküler feministlerden ders almak veya seküler-modernitenin rüzgarıyla değişmeye mecbur kalmak olsa olsa entelektüel, kültürel kifayetsizliğimizin ve tarihsel gecikmişliğin bir sonucu diye kabul edilebilir.

Şablonculuğun ahvali

Birikim'in mezkur sayısında aile kurumuna yönelik eleştirilerin İslam'a atıfla yapılmaktan büyük ölçüde kaçınılması dikkat çekici olmakla beraber, bunun konuyu tamamen reel ve siyasal çerçevede tutmak amacıyla yapıldığı, bu açıdan AK Parti politikalarına karşı daha net ve kapsamlı bir cephe oluşturmak adına dikkatli bir stratejinin izlendiği düşünülebilir. Belki öyle belki değil, ancak meselenin AK Parti'yi de aşarak aile karşıtlığına kadar vardırılması trajik olduğu gibi kendi içinde paradoksal bir boyut da taşımakta: "Ailenin önümüzdeki dönemde yok olmayacağı aşikar. Ancak nasıl bir yöne doğru evrileceği, halihazırda var olan çeşitliliğin nasıl değişeceği bireysel davranışların ötesinde ailecilik politikalarının, özellikle içinden geçtiğimiz pandemi dönemi de dahil küresel krizlere nasıl yanıt vereceği üzerinden belirlenecek" (Sh. 47). Oysa bu satırlar rahatsız edici bir yüzeyselliği ve kolaycılığı ele vermekte. Dahası anlamaktan ziyade yargılamaya meftun bir bakış açısıyla tedarikini yapıyor. Aile en azından tarihsel bir gerçeklik ve değer olarak görüldüğü halde, aileyi korumaya, güçlendirmeye yönelik politikaların ailecilik etiketiyle tahfif edilmeye ve ötekileştirilmeye çalışılması hem afaki hem de o ölçüde ideolojik tutumuyla sırıtıyor: Aileci anlayış kadın haklarına karşı ataerkil bir yapıdan yana! Derginin hemen hemen bütün yazılarına yayılan bu bakış açısı, yukarıdaki satırların bir önceki cümlesinde yer alan klişe yargıyı farklı bağlamlarda çoğaltmaktan öteye gitmemekte: "[İ]ktidarın ailenin geçirdiği sosyo-demografik dönüşümü inkar ederek baskılamaya çalışması, kutsal aile üzerinde diretmesi ve bu eksende politikalar yapması toplumsal gerçekliği ve ihtiyaçları yadsıyan bir aile modeli çizmesi de o kadar ütopik."

Adı: Marjinalizm

Burada klişe olduğu kadar kısmen örtülü bir yargının olduğunu söylemek zorundayız. Kast edilen aile modeli ile sadece aile içi rollerdeki değişimi değil, karı-koca ilişkisi dışındaki cinsiyet ilişkilerine dayalı farklı aile yapılarını anlamak gerekir. Söz konusu yargının yer yer daha açık hale getirildiği satırlar da bu dediğimizi doğruluyor: "Merkezinde heteroseksüel çiftlerden oluşan geleneksel aile modelinin olduğu aileci politikaların, bunun dışındaki birlikleri ve formları –örneğin LGBTH+'ları- marjinal görerek sosyal politika kapsamına almadığını unutmamak gerekiyor" (Sh. 45). İşin rengi tam işte burada değişiyor. Dergideki iktidar politikalarına yönelik bütün eleştirilerin esbab-ı mucibesi tamamen bundan ibaret değil tabii ki, ancak "aileci" adı altında getirilen eleştirilerin çok büyük oranda buradaki marjinallikler üzerine inşa edildiğini tespit etmek oldukça mümkün. Toplumsal cinsiyet kavramı dahi LGBTH+'ya sıkışmış, eleştirel imkanlar handiyse buraya hapsedilmiş gibidir: Aileciliğe karşı bir anlamda marjinalizmin ikamesi. Nitekim, LGBTH+ çerçevesinin dışına çıktığımızda, "aileci politikalar" tanımının, kastedilen olumsuzlukları itibariyle nesnel mütekabiliyetini (karşılığını) gösterecek bir içerik ve doğrulamadan bahsetmek pek kolay değil.

Değildir çünkü aile odaklı politikaların kast edildiği anlamıyla birey odaklı politikalara karşıt bir konuma yerleştirilmesinin hiçbir dayanağı yoktur. Aile odaklı politikaların birey odaklı yaklaşım ve uygulamaları reddetmek yerine tamamlamak hatta bir anlamda geliştirmek üzerine kurulduğunu tefrik edemediğimiz takdirde, yazımızın girişinde bahsettiğimiz ideolojik hokkabazlıktan neyi kastettiğimiz anlaşılamayacaktır. Birey odaklı olarak kurumsal bakım hizmetlerinin bütün kapsayıcılığıyla ve yüksek standartlarda devam ettirildiğini görmezden gelen bir yaklaşımı hokkabazlıkla tarif etmemizde abes bir mübalağanın olduğunu sanmıyorum. Fazlası da var: Evde bakım yardımlarının kadının geleneksel/toplumsal cinsiyet rolünü sürdürmeye veya pekiştirmeye yönelik bir stratejiyle ilişkilendirilmesi gerçekten de bizleri evlere şenlik bir muhakeme biçimiyle karşı karşıya getiriyor. Hadi diyelim iktidarın politik niyeti konusunda diyeceklerimiz birer boş lakırdı olacaktır, lakin işlevselliği açısından bakıldığında evde bakım yardımının kadını eve mahkum eden ve kadın emeğini sömüren bir uygulama modeli olarak sunulması, şeklen doğru gibi gözükse de aldatıcı ve acımasızdır. Evde bakımın sağlayacağı ailevi yararları hiçe saydığı gibi, kadını sadece emeğiyle değerlendirdiği için son derece materyalist bir boyuta indirgemektedir. Ayrıca evde bakım yardımı, genel anlamdaki sosyo-ekonomik değişim süreci içinde reel, işlevsel bir önem ve değer taşımaktadır. Kadının eğitim ve istihdamının alabildiğine teşvik edildiği bir süreçte evde bakım yardımının bu anlamda negatif bir işlevle değerlendirilmesi entelektüel aklı ve ferasetimizi hafife almaktan başka bir anlama gelmiyor.

Bütün resme bakmak

Amaç olanı değil de görmek istediğini görmek ve göstermek olduğunda söylediklerimiz muhtemelen boşa çıkacaktır. Politika elbette çatışma potansiyelini ve çözüm üretme kapasitemizi aktif hale getirmeye dayalı eylemler ve süreçlerden oluşur. Ancak bu, gerçekçilikten kopmayı da entelektüel hokkabazlıkları da normalleştirmeyi kabule şayan kılmaz. Doğru eleştiri için bütüne bakmayı bilhassa ihmal etmemek şarttır. Hakikat bir tarafıyla bile olsa bütünde aranmalıdır çünkü. Buna mukabil, örneğin aile politikalarını eleştirmek adına iktidar figürlerinin birtakım retorik cümlelerini cımbızlayarak buradan bir resim oluşturmaya çalışmak yazık ki entelektüel hokkabazlığın en ucuz yöntemlerinden biridir. Oysa he zaman retoriği söylemden ve politikadan ayırmak gerekir. Ayıramadığımız takdirde bunun genellikle duygusal bir motivasyon amacı taşıdığını atlarız. Sözgelimi ailenin -Cumhurbaşkanı tarafından- vatan metaforuyla ifade edilmesinde başka kerametler ararsanız sadece aşırı yorum yapmış olmaz bütünden saparsınız. Ayrıca her türlü siyasetin, iktidar "öznesi"nin söylem ve retoriklerini aşan, Fukocu anlamda bir iktidar olgusuyla vaki olduğunu hatırda tutacak entelektüel bir dikkati göstermediğiniz takdirde yaptığınız iş ideolojik stratejilere su taşımak olacaktır.

Aile ufkumuz

Hegel'in ifadesiyle aile "nesnel ahlak"ın ilk uğrağı mesabesindedir, dahası tarihsel olarak devletin etik kökenini oluşturmuştur. Fakat ataerkil özellikleri bünyesine alarak eşitsiz, hiyerarşik bir yapıyı da tarih boyunca üretmiştir. Dolayısıyla eşitlik, özgürlük ve dayanışmanın üst değerler olarak benimsendiği bir toplum tasavvuru için söz konusu ataerkil unsurları tasfiye edecek ideal aile anlayışı bir zorunluluktur. Ancak aile gibi sosyal yapılarda değişim, süreç içinde ve bütüncül unsurlarla mümkün olur. Bu değişimin seyir yönünü tayin edebilmek en hayati noktalardan biridir. Aileyi ortadan kaldırmak gibi bir hedef veya ütopyanın insanlığın hayrına olabileceğini düşünenler fıtrat dediğimiz insani tözü gerçekten de hafife almakta ve nihai planda mekanik bir insan kavrayışına yaslanmaktadırlar. Aile kurumu, gücünü her şeyden önce insanın doğal, fıtri gerçekliğinden alır. Mesele, bu gerçekliği kültürel, sosyal açılımlarıyla inkişaf ettirerek ideal bir insanlık ailesine doğru ilerleyebilmemizdir. Nurettin Topçu'nun ifadesiyle aileden millete, milletten insanlığa bir hareket: Nihayetinde aile, müşterek değerler üzerinde yükselen her dünya ütopyasının ahlaki, sosyal nüvesini oluşturma kabiliyetini haiz olmasıyla vazgeçilmez niteliğini biteviye koruyacaktır.

O halde aileyi, bir değer olmaktan öteye ahlaki ve toplumsal varoluşumuzun en öncelikli teminatlarından biri diye kabul etmek hiç yanlış olmaz. Bu da bizi, "ya aile ya birey" dikotomisine karşı "hem aile hem birey" diyebilen, özgürlüğü, eşitliği ve dayanışma ahlakını varoluşsal bir değere dönüştürmekle maruf entelektüel ve siyasal bir aklın inşasına çağırır.

[email protected]