Büyük Britanya’nın büyüklüğü!

0
7.03.2015

2. Dünya Savaşı sonrası İngiltere vesayet gücünü Atlantik’in karşı yakasındaki klon ikizi ABD ile birlikte sürdürdü. Sürekli bahsedilen vesayetin temeli aslında budur, askeri vesayet, yargı vesayeti, derin devlet, Ergenekon ve sair bunun muhtelif tezahürleridir.


Büyük Britanya’nın  büyüklüğü!

Biz vakur ve fedakâr bir insan topluluğu iken, Avrupa’da sahneye çıkan burjuvazi bizi çökertmek için bütün gayretlerini harcayacaktı. -Batı uygarlığı-  dünyanın 2/3’ünü 1/3’ü için yakmış, yıkmış, politikadan ahlâkı tard etmiş bir tilki uygarlığıdır. Bir arslan medeniyeti, bir tilki uygarlığına yenildi.”(Cemil Meriç Sosyoloji Notları ve Konferanslar)

Ahmet Cevdet Paşa’nın “insanlığın son adasıdır” dediği Osmanlı medeniyeti, Cemil Meriç’in tilki uygarlığı diye nitelediği Batı uygarlığı, özellikle de bu tilki uygarlığının en tilki üyesi ve patronu Britanya İmparatorluğu tarafından, önce vesayet altına alındı, sonra tasfiye oldu. Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti üzerinde de, bu vesayet büyük ölçüde devam etti. 2. Dünya Savaşı sonrası İngiltere vesayet gücünü Atlantik’in karşı yakasındaki klon ikizi ABD ile birlikte sürdürdü. Sürekli bahsedilen vesayetin temel, aslında budur, askeri vesayet, yargı vesayeti, derin devlet, Ergenekon ve sair bunun muhtelif tezahürleridir.   

Yeni Roma: Londra 

15. asırdan sonra ‘ilerlemenin ve aydınlanmanın’ sembolü sömürgeci modern Batı kadim dünyaya insanlık dışı ve acımasız ve doğrudan saldırır. Ve buraları hunharca sömürür. Yakıp yıkar ve bu meyanda doğayı doğa olmaktan çıkaracak kadar tahrip eder. Sarı ırk biraz da afyonun marifetiyle denetim altına alınır. Çin’deki Çing Hanedanlığı biter. Hindistan’da -ilerleme adına- geleneksel üretim yapan terzilerin parmaklarını kesilir. Kızılderililer ve Avustralya Tasmanya ırkı toptan ortadan kaldırılır. Siyahi ırk köleleştirilir. Bugün dahi Afrika neden ve nasıl açlık ve hastalıklarla boğuş(turul)maktadır? Düşünmek gerekir. 

İkinci Dünya savasının müsebbibi Almanlardır. Bu böyle olduğu ve Japonlar başka türlü teslim alınabileceği halde atom bombası neden atılır? Bunlar üzerinde düşünülmesi gereken konulardır. Aydınlanma düşünürlerinin bazılarında mevcut olan felsefi ırkçılık ile bu olanlar arasındaki irtibatı da sorgulamak gereklidir. Neticede Büyük Britanya’nın dünyada işgal etmediği sadece 22 ülke vardır ve işgal ettiği topraklar dünyanın yüzde 90’ına karışlık gelmektedir. 

Londra zamanımızın Roma’sı gibidir. 19. yüzyılın politik askerî gücüne sahip değildir fakat küresel egemenliğin merkezî aklının ikamet adresi hala Londra’dır. İngilizler içiçe oldukları küresel sermaye ve asırlık tecrübelerine dayanarak, dünyaya nizam verme çabasından vazgeçmemektedirler. Çünkü bu ülke dünyanın yeni nizamının kurucu patronlarının en önde gelenidir. Mircea Eliade’ın bir başka bağlamda anlattıkları, bu yazının bağlamında da okunmalıdır. “Yeni, bilinmeyen, işlenmemiş bir ülkeye yerleşmek Yaratılış eylemine eşdeğerdir. İskandinav koloniciler İzlanda’yı, Landnama’yı ele geçirip toprakları işlemeye başladıklarında bu eylemi ilk kez girişilen bir çaba ya da insani, dindışı bir iş olarak görmemişlerdi. Bu girişim onlar için bir ilk eylemin, ilahi yaratılış edimiyle kaosunkozmosa dönüştürmesinin tekrarından başka bir şey değildi. Boş toprağı işleyerek aslında kaosa biçim verip kurallar koyarak onu düzenleyen tanrıların eylemini tekrarlıyorlardı... İspanyol ve Portekizli fatihler keşif ve fethettikleri topraklara İsa Mesih’in adına el koyuyorlardı. Haç’ın dikilişi bir haklılaştırmaya, yeni ülkenin kutsallaşmasına, “yeni bi doğum”a eşdeğerdi ve bu şekilde vaftizi (yaratılış eylemini) tekrarlıyordu. İngiliz denizciler de fethedilen ülkeleri İngiltere Kralı, yeni Kozmocrator (Evren-düzen yaratıcısı) adına sahipleniyorlardı.” Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, s.24-25

Böl-parçala-yönet 

Kadim yapıların zihniyeti birbirinden çok farklı toplumsal unsurları dahi mümkün mertebe ahenk içinde bir arada tutma ve yaşatabilme siyaseti uygulamayı gerektirir. Osmanlı, Roma ve Cengiz Han gibi kadim imparatorlukların zihniyetinin aksine bir hal ve keyfiyettir.  Buralarda zaten devlet olanı yeniden tanımlamak gibi bir tür tanrısal bir işlev yüklenemez. Türk Türktür, Kürt Kürttür, kadın kadındır, erkek erkektir, insan insandır ve bir kişi dini olarak Müslümandır veya Budist’tir. Devlet asli işlevini adalet ile yerine getirir. Zaten kadim devletlerin yaşama prensibi budur. Çok farklı unsurları dahi ahenk içinde bir arada yaşatabilme zaten adaletle hükmetme prensibinin de bir parçasıdır. Modern dünyanın patronu olan Britanya’nın siyaseti ise dediğimiz gibi bunun tam aksidir. Bu yaklaşık 300 senedir insanlığın içine düştüğü çatışma girdabının sebebini bize izah edecek anahtar kavramdır.

İngiliz siyasetinin temeli toplumları birbirine çatıştırma üzerine kurulmuştur. Yani İngiltere, işgal ettiği bir bölgede mevcut farklı etnik ve dini yapıdaki gruplar arasındaki farklılıkları ön plana çıkarır. Onlara birbirlerinin hasmı oldukları mesajını verir. Sonra da onları kavga ettirir. Bu şekilde kendi idaresinin daha kolay gerçekleşeceğini düşünür. Çünkü birbirleri ile çatışan toplumlar İngiltere’ye karşı ortak bir güç oluşturamayacaklardır. Tarih boyunca bu siyasetin birçok örneği görülmüştür.

İngiliz siyaseti, yani Londra merkezli dünyanın egemen güç aklının siyaseti mütemadiyen ikilik oluşturmak, mevcut ikilikleri körükleme, yoksa suni ikilikler icat etme siyaseti olarak tanımlanabilir. Demek ki modern dünyanın ‘konsepti’ keskin çatışmaların devamı ve hatta çatışma yoksa icadı, zayıfsa körüklenmesi üzerine kuruludur. Bu ‘konsepte’ aykırı hareket edenler ise gerektiğinde her türlü usulle bertaraf edilmektedir. 

Bunun arka planı ise bir tür karanlık metafizik diyebileceğimiz bir şeydir ama aslında metafiziğin tanınmamasıdır. Yani her türlü ikiliğin üzerindeki birliğin vahdetin bilinmemesi ve tanınmamasıdır. Ve İngiliz siyasetin (modern batı siyasetinin) daima ikilik üretmesini bir açıdan şirke varan bir anlayış denilebilir. Zaten ikiliğin mutlaklaştırılması her alanda üst prensibin bilinmemesi, tanınmaması, karartılması demektir. Üst prensip dediğimiz, Zat-ı İlahi’nin esmasının her alanda o alanın bir tür amir prensibi diyebileceğimiz tecellisi ve tezahürüdür. Bu metafizik arka planının dünya tarihi ve siyasetindeki yansıması da yine üst prensibin tanınmamasıdır. Zaten ikiliğin mutlaklaştırılması hiçbir alanda üst prensibin tanınmamasıdır. Burada sözkonusu olan diyalektiğin iki ayrı ele alınış biçimidir. Bilindiği kadarıyla diyalektik Batı’da ve Doğu’da farklı telakki olunur. Kadim doğu diyalektiğinde karşıtlar tamamlayıcılık prensibinin perspektifi ile ele alınır. Ve bir üst bağlamda birbirlerine dönüşürler. Bir sentezin unsuru haline gelirler. Modern Batı diyalektiğinde karşıtlar karşıtlık olarak ele alınır ve daima çatışacak unsurlar olarak kabul edilir. Bu tür güçlerin karanlık ile irtibatını da izah ve karanlıklar prensi ile irtibatlarını izah eder. Ve maddi hayatta ve zihniyet dünyasında egemen olan partiküler hale gidiş durumu, her şeyin parçalanması İngiliz yüksek siyasetinin üst düzey hedeflerindendir. Ki esasen ikilik, Hazret- i Mevlana’nın Mesnevi’sinde söylediği gibi şaşılık durumundakilerin Bir’i iki görmelerinden ibarettir.

Mesela derin devlet ve devlet anlayışında da bir gariplik vardır.  Burada da bir ikilik türetilmektedir.  Aslında bir tane devlet olur ve o devletin derinliği olur. Derin devlet de esas itibarı ile derin akıl demektir.  En üst düzeyde 50 senelik, 150 senelik, belki de 500 senelik stratejiler üretebilen devlet demektir. Yoksa bir takım etkili insanların bir araya gelerek bir çete, şebeke kurması ve de  - burası önemlidir -  tasarlanmış bir çözümü hayata geçirmek maksadı ile büyük ölçüde tasarım ürünü organizasyonlar vasıtası ile kaos üretmesi ve/veya üretilmiş kaosun bir parçası olması demek değildir. Acaba burada sözkonusu olan bir yanlış anlatım mıdır? Düşünmek gerekir.  Diğer konularda da böyle şeylerin basit bir sözcük yanılsaması olduğunu düşünülmektedir. Oysa gerçekte asıl zihin operasyonları böyle kavramlar üzerinden yürümektedir.

The Godfather I

İngiliz siyasetinin en önemli özelliklerinden birisi de, beraber çalıştığı kişi ve partileri bazen ülkeleri stratejik noktalarda yanıltıcı bilgi malumat intiba vererek stratejik hata yapmalarının zeminini hazırlamaları ve ülkenin ve o partinin veyahut o liderin makas değiştirmesini sağlamaları bu şekilde de onların sonunu hazırlamalarıdır. Bu ise her şart altında kendileri ile çalışacak kişi ve organizasyonları mutlaka var etmeye çalışmalarını beraberinde getirir. Buna karşı ise polisiye tedbirlerden ziyade, zihniyet ve siyaset düzleminde tedbir almak yerindedir.

Marlon Brando ve Al Pacino’nun başrollerini paylaştığı The Godfather 1’de (Baba) filmin sonlarına doğru artık Baba Don Vito Corleone yaşlanmıştır. Sicilya’dan getirttiği oğlu Michael Corlaone’yi yerine yetiştirmeye çalışmaktadır. Bu arada Corleone ailesi diğer Newyorklu aileler karşısında mütemadiyen geri çekilmekte ve güç kaybetmektedir. Baba’nın yardımcıları Clemenza ve Tassio bundan şikâyetçidir. Michael ise babasının telkinleri doğrultusunda henüz bir hamle yapmaktan uzak durmaktadır. Bir sahnede Baba Don Vito Corleone bir yandan bahçesiyle uğraşır ve şarap içerken bir yandan da oğlu Michael Corleone’yi nasihatler vererek bir usta çırak ilişkisi içerisinde don olmaya hazırlamaktadır.  

Bu arada en önemli öğütlerinden birini verir, bahçedeki konuşma sırasında der ki: Cenazemde çok sevdiğim ve güvendiğim birisi vasıtasıyla sana haber gönderecekler. Bu birisi, senle en büyük rakip aile reisi Don Barzini arasında bir görüşme ayarladığını, talebin onlardan geldiğini, kendisinin bunu ilettiğini söyleyecektir. Ve yine Baba Don Vito Corlaone ekler: Kendisinin de bu toplantının güvenliğini sağlayacağını belirtecektir. Ve Michael’e son olarak şunu söyler: “O toplantıda öldürüleceksin. Sana bu haberi getirecek olan kişi haindir.” Baba Don Vito Corlaone pozisyon ve işlev üzerinden bir tarif yaparak oğluna yardımcı olmuştur.

İşte bu İngiliz siyasetinin kendisine karşı pozisyon alabilecek her hareketin içine sızma/içinde olma stratejisini gayet güzel anlatır. 

Abdülhamid Han’dan tavsiye

 “Bir gün, Boğaziçi’nden Karadeniz’e doğru, direğinde vezir sancağını taşıyan bir vapur geçiyordu. Beylerbeyi Sarayı’nda oturan tahtından indirilmiş Sultan 2. Abdülhamid, bunu saray muhafızı Rasim beye sordu:- Bu vapur nereye gidiyor? Kim var içinde?

- Malûmu devletleri, en büyük muzafferiyet temin edildi: Rusya sulh talebinde bulundu.

Abdülhamid gülerek Rasim beye:- Rusya ile sulh mü yapılıyor? Onun ne ehemmiyeti var! İş, İngiltere’yi mağlup edebilmektedir. İngiltere mağlup edilmedikçe muzafferiyetten değil, muvaffakiyetten bile bahsetmek abestir. (Yeni Sabah gazetesi, 17 Haziran 1940, Sayfa 5, “Tarihten Bir Yaprak” adlı makale)

[email protected]