Büyük Roma hayali sona mı eriyor?

Mübeccel Güngör / Yazar
1.04.2017

Avrupa’da yükselen Irkçılık dalgası Türklerden ve Müslümanlardan çok AB için parçalayıcı bir virüstür. Geçmişte bu virüs Avrupa’yı ikiye böldü. Şimdi de küresel güç lobisi tarafından AB’yi parçalamak için kullanılıyor.


Büyük Roma hayali sona mı eriyor?

“Avrupa Birliği dağılıyor mu?” sorusu bugünlerde sıkça dile getiriliyor. İngiltere’nin AB’den ayrılma referandumuyla başladı bu süreç. Avrupa’da seçimlerde ırkçı partiler yükselişe geçti. Fransa’nın ve Hollanda’nın AB’den ayrılabileceği ihtimali üzerinde yapılan yorumları sıklıkla duyar olduk. Bugün itibariyle hala üye olmak için bekleyen ülkeler varken Avrupa Birliği nasıl dağılır? Birliğin bizzat kurucu üyeleri tarafından dağıtılması büyük bir çelişki olmaz mı?

AB’nin serüveni iki dünya savaşında da birbiriyle kıyasıya savaşmış iki büyük ulusun Fransız ve Almanların bir araya gelmesiyle başlamıştı. Fransa, Batı Almanya’ya elini uzatmış Almanları ve Fransızları barışa, hep birlikte ülkelerini yeniden inşa etmeye ikna etmişti. Kömür-Çelik Topluluğu da böylece kuruldu (1950). Bu topluluğunun başarısı Orta Avrupa için umut oldu. Avrupa halkları barışın refahı getirdiğini gördü. Demir ve Çelik Topluluğu’ndan kısa bir süresonra İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un bir araya gelmesiyle Ortak Pazar kuruldu (1951). Roma Anlaşması ile birliğin yasal temelleri atıldı (1957). Altı kurucu devletin (Fransa, Batı Almanya, İtalya Belçika, Hollanda, Lüksemburg) ekonomik işbirliği Brüksel Antlaşması ile birlikte Avrupa Topluluğu adını aldı (1965). Böylece, İkinci Dünya Savaşı’ndan parçalanmış, harap ve bitap çıkan Batı ve Orta Avrupa küllerinden yeniden doğdu.

70’li yıllara gelindiğinde Avrupa Topluluğu’nun gelir ve refah düzeyi hızla yükseldi. 70’li yıllar topluluğun öncülüğünü yaptığı sosyal demokrasinin zafer yıllarıydı. Sosyal demokrat partiler hem Almanya hem de Fransa’da iktidardaydı. Birliğe;Birleşik Krallık’la (İngiltere-İskoçya-Galler-K. İrlanda) birlikte Danimarka ve İrlanda 1973 yılında katıldı. Zenginleşen Avrupa Topluluğu üyeleri dünyada komünizm tehlikesini sosyal politikalarıyla yenen ve kapitalizme de alternatif olan bir ideolojiyi sosyal demokrasi ve sosyal refah devleti anlayışını başarıyla hayata geçirmişti. Bu yönüyle Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler’e ve ABD’ye yani komünist ve kapitalist bloka bir alternatif oluşturulmuştu. 70’lerin sonuna gelindiğinde Avrupa Topluluğu artık sadece ekonomik değil siyasal bir birlik olmanın peşindeydi. Dünyaya gelişmişlik, modernizm, demokrasi ve sosyal devlet anlayışıyla rol model olmuştu. Topluluk üyeleri ortak Avrupa Parlamentosu kurarak ilk seçimlere gitmişti (1979). Seçimler uluslararası düzeyde yapılan ilk seçim olma özelliğini taşıyordu. Milletvekilleri ülke nüfus oranlarına göre beş yılda bir seçilecekti.

80’ler ve Avrupa değerleri

80’li yıllarda Yunanistan, İspanya ve Portekiz de topluluğa dahil oldu. Klasik Avrupa birleşmişti. Artık Avrupa değerleri dünyada bir yaşam standardı oluşturuyordu. Avrupa’da dil, din, ırk ayrımı yapılmıyordu. Hümanizm yükselen değerdi. 1985’e gelindiğinde Schengen Vizesi ile Avrupa devletleri İngiltere hariç ortak pasaporta geçmişti. Kendi bayraklarının yanında Avrupa Biriliği bayrağı dalgalanıyordu(1986). Üye ülkelerde konuşulan diller de Avrupa Birliği’nin resmi ve eşit dilleri kabul ediliyordu. Avrupa Topluluğu,devletlerin ulusal kimliğini inkar etmeyen ama Avrupalılık üst başlığını bir değer olarak kabul eden mutlu ve zengin insanların vatanıydı.

90’lı yıllar AB’nin hızla genişleme yıllarıydı. Sovyetler çökmüş,Varşova Paktı dağılmıştı. Bu yılların en önemli gelişmesi ise Doğu Almanya’nın Batı Almanya ile birleşmesiydi. Bu birleşme Avrupa Topluluğu içindeki Fransa, Batı Almanya, İngiltere (Birleşik Krallık) dengesini Almanya lehine dönüştürmüştü. Almanlar, İkinci Dünya Savaşı’nın kendilerine getirdiği psikolojik yenilgiyi üstlerinden atmıştı. Avrupa’da 900 yıla yakın hüküm süren Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu (962-1806) gibi Roma’nın papasının kutsadığı değil ama demokrasi dininin kutsadığı Birleşik Avrupa ideali hayata geçiyordu. Almanya nüfus (Avrupa Topluluğu’nun nüfusu en fazla olan üyesi) ve ekonomik gücünün de etkisiyle eski kodlarına dönüyordu.

Üç sütun uygulaması

Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra 7 Şubat 1992 tarihinde Maastricht Antlaşması yürürlüğe sokuldu. Bu antlaşma ile Avrupa Birliği (AB) adı resmi olarak ilk kez kullanıldı ve üç sütun adı verilen uygulama başlatıldı. Birinci sütun Avrupa Topluluğu’nun eski görevlerini yani ticari ekonomik ilişkileri, ikinci sütun iç politikayı, üçüncü sütun da dış politikaalanını kapsıyordu. Bu bir anlamda antik Roma İmparatorluğu’nu (Roma Cumhuriyeti) hatırlatan ama son derece modern, demokratik Birleşik Avrupa’yı işaret ediyordu.

Eskiden Sovyet nüfuzunda olan ülkeler gönüllü olarak Avrupa Birliği’ne katılmak için sıraya girdiler. AB katılmak isteyen ülkeler için ekonomik, siyasi, hukuki konuları kapsayan Kopenhang Kriterleri’ne uyum şartı getirdi (1993). 90’lı yıllardaki bu kontrollü genişleme Avrupa Birliği’ni siyasi yönden güçlendirdi. Maastricht’te karara bağlanan ortak para birimi Euro’ya ancak 2002’de geçilebildi. 2000’lerde AB’nin genişlemesi sürdü. Çoğu eski Doğu Bloku ülkesinin katılımıyla AB’nin üye sayısı 28’e çıktı. Kriterlere çok uyumlu olmadığı halde Kıbrıs Rum Kesimi ve Bulgaristan’ın AB’ye alımı da yine bu yıllarda gerçekleşti. AB ilk siyasi krizini, 2007’de Lizbon Anlaşması’nın kabulü konusunda İrlanda’yla yaşadı. AB Anayasası’na halk oylamasında ret cevabı veren İrlandalılar bir yıl sonra tekrarlanan referandumla evet oyu verdiler, böylece kriz çözülmüş oldu. Nihayet 2009 yılında AB’nin temel anayasası niteliğinde olan Lizbon Antlaşması’nın üye ülkelerce onaylanması tamamlandı. Avrupa Birliği üyeleri kendi iç hukukları yanında Avrupa iç hukuku, dış politikası ve güvenlik alanlarında da ortaklık öneren bu anlaşmayı kabul etti. Bir anlamda Avrupa Birleşik Devletleri savaşmadan kurulmuş oldu.

2000’li yıllar genişlemelerle beraber Avrupa Birliği’nin ilk defa ciddi sorunlarla karşılaştığı yıllar oldu.  2003 ve 2008 küresel ekonomik krizleri ekonomik yönden güçsüz olan Yunanistan, İtalya ve Bulgaristan’ı olumsuz etkiledi. Üye ülkelerin bozulan ekonomik yükünü AB’nin daha zengin ülkeleri karşılamak zorunda kaldı. Dünya 2010’lara, Suriye iç savaşı (2011), Ukrayna meselesi (2014) gibi siyasi ve ekonomik problemlerle girdi. AB hem Rusya hem de Orta Doğu ülkelerinden kaynaklanan sorunlarla karşılaşıyor ama nasıl çözebileceği konusunda siyasi ortak bir birlik politikası geliştiremiyordu. Birleşik Avrupa’nın en önemli sorunlarından biri de dış politika meselesiydi. Bağımsız dış politika; bağımsız dış güvenlik ve  savunmanın konusuydu. Halbuki Avrupa ülkelerinin çoğu NATO üyesiydi. NATO da ABD’nin güdümündeydi. Ama ABD bir AB üyesi değildi. Bu durumda ortak bayrağı, ortak parası, ortak pasaportu olan ama ortak güvenlik gücü olmayan Avrupa Birliği’nin ABD’den bağımsız bir ortak dış politikası nasıl oluşacaktı?

İşte tam da bu netameli dönemde İngiltere AB’den çekilmeyi (Brexit) halk oylamasına sundu (2016). İngiltere, hem Euro bölgesine hem de Schengen bölgesine girmeyerek AB’yle zaten farklı bir ilişki içindeydi. Şimdi ise krizleri Almanya’ya havale ederek AB’nden çekiliyordu. İngiltere halkının Brexit kararı Fransızlar dışında pek çok Avrupalı devleti şaşırttı. Baştan beri İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne girmesini istemeyen Fransa; İngilizlerin ABDçıkarına hizmet edeceklerini Birleşik Avrupa idealine samimi bir bağlılık içinde olmayacaklarını öngörmüştü. Nitekim Fransa’nın 2008’e kadar NATO’nun askeri kanadına girmemesi ABD’den ayrı bağımsız bir dış politika oluşturma anlayışıyla doğrudan bağlantılıydı.  

İngiltere’de Brexit kampanyasının Türkiye’nin AB’ye üye olma ihtimali üzerinden yürütülmüş olması ise son derece manidardır. Bu kampanyaların Türkiye ile ilgili iki önermesi vardı. Birincisi; İngiliz halkına yönelik, “Türkler AB’ye girebilir bunun için AB’den ayrılmalıyız” yaklaşımı, ikincisi; Avrupa hükümetlerine yönelik Türkiye’yi sakın AB’ye almayın Türkler Avrupa’ya zarar verir uyarısıydı. İki hedef de tuttu. Hem AB’den ayrıldılar hem de Türkiye’nin AB ye alınmayacağını kesinleştirmiş oldular. 2000’li yılların başında büyük ve güçlü Avrupa’yı savunan düşünürler Türkiye’nin Avrupa’ya girmesini Batı Roma’nın, Doğu Roma’yla kucaklaşmasına benzetiyordu. Bu geçmişte olmuştu. Şimdi de olabilirdi. Eğer bu birleşme sağlanırsa Avrupa tek küresel güç haline gelmeye çalışan ABD’ye eşit ve denk bir siyasal güç olacaktı. Bu ütopik düşünce Brexit’le hayal oldu. Güçlü bağımsız Birleşik Avrupa Devletleri yani Büyük Roma ideali kumdan bir kule gibi çöktü. Kazançlı çıkan İngiltere ve ABD oldu.  Avrupa’da yükselen Irkçılık dalgası Türklerden ve Müslümanlardan çok AB’yi parçalayıcı bir virüstür. Geçmişte bu virüs Avrupa’yı ikiye böldü. Şimdi de küresel güç lobisi tarafından  AB’yi parçalamak için kullanıyor. Avrupalı siyasetçi ve düşünürler bu tehlikeyi görmezlerse AB çöküşe hızla yuvarlanır.  Fransız ve Hollandalıların bu İngiliz oyununu görecek siyasetçileri yok mudur? Almanları yalnız bırakarak Fransa ve Hollanda’yı birlikten ayrılmaya teşvik eden sözde milliyetçi partiler, yarım asırdır süregiden Avrupa barış ve refahına dinamit koyduklarının farkında değil midir? Türkiye’nin Nazi benzetmesine öfkelenenler, Trump’ın “Avrupa Birliği çökmüştür” sözünün arka planını ve Brexit’i işaret eden Kraliçe’yi neden görmezden gelirler?

[email protected]