Anlamadıkları şu: Türkiye her ne pahasına olursa olsun Batı'dan kopmama politikasını terk edeli çok oluyor. Türkiye için artık en temel dış politika prensibi Batı'nın parçası olmak değil. Evet, yüzümüz hala Batı'ya dönük. Evet, Türkiye'nin dış ticaret ve doğrudan yatırım başlıklarında Batı ekonomileriyle ciddi bir karşılıklı bağımlılığı var. Ancak bunların hiçbiri Türkiye için artık olmazsa olmaz değil.
Doç. Dr. Hüseyin Alptekin / İstanbul Medipol Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
ABD'nin başını çektiği 10 Batı ülkesi 18 Ekim günü Türkiye'deki büyükelçiliklerinin Twitter hesaplarından ortak bir açıklama paylaştılar. Bildiri, casusluk ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekten yargılanan Osman Kavala'nın tutukluluğunun son bulmasını talep etmekteydi. Bu 10 büyükelçiliğin Kavala'nın serbest bırakılması talebini içeren ortak bir bildiri yayımlaması sadece Türk dış politikası açısından değil dünya diplomasi tarihi bakımından da başka örneği olmayan bir vaka olarak kayıtlara geçti. Bildiri, BM nezdinde imzalanan ve diplomatların görev ve yetkilerini belirleyen 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi'ni açık bir şekilde ihlal etmekteydi. Nitekim bu sözleşmenin 41. maddesi diplomatik misyonların ve misyonlarda görev yapan diplomatların kendilerini "kabul eden devletin kanunlarına ve nizamlarına riayet" etmelerini vurgulamaktaydı. Aynı maddenin devamında yer alan "anılan devletin iç işlerine karışmamak da bu şahısların keza görevidir" ifadesi söz konusu bildiriyle ihlal edilmiş oldu.
Türkiye'nin tepkisi çok netti
Türkiye tepkisini en üst düzeyde, en net ve en çabuk bir şekilde ortaya kondu. Cumhurbaşkanı Erdoğan "Gerekli talimatı Dışişleri Bakanıma verdim. Bu 10 büyükelçinin istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz dedim. Bunlar Türkiye'yi bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler" sözleriyle Türkiye'nin söz konusu büyükelçiler için persona non grata kararı alabileceğini ifade etti. Böyle bir kararın alınması diplomatik mütekabiliyet ile karşılaşacak ve bu ülkelerdeki Türk büyükelçiler de Türkiye'ye döneceklerdi. Bunun anlamı açıktı. Batı başkentlerinde yer yer sorulan Türkiye Batı'dan kopuyor mu sorusu cevap bulacak, imzacı ülkelerde diplomatik ilişkiler bu sefer gerçekten kopacaktı. Bu son kaçınılmaz değildi ve ilk bildiriyi paylaşan aynı ülkelerin ikinci bir açıklamasıyla önlendi. Ancak bu sonuca gelmeden önce cevaplanması gereken bazı sorular var.
Neden ortak bildiri?
ABD'nin başını çektiği bu on ülkenin Osman Kavala'nın serbest bırakılmasına yönelik açıklamaları ortak bir metinle, büyükelçilikler üzerinden ve Twitter'da paylaşmak suretiyle yapması diplomatik teamüllere uymayan bir tavır oldu. Bu tavrın Türk hükümeti tarafından bir muhtıra gibi görüleceği aşikardı. Halbuki bu konuda rahatsızlığı olan ülkeler farklı bir yöntem izleyebilirdi. Aslına bakarsanız rahatsızlığı bulunan ülkeler diyoruz ama imzacı ülkeler arasında yer alan, örneğin Yeni Zelanda'nın nasıl bir Osman Kavala rahatsızlığı olabilir? Belli ki ABD'nin telkinleriyle listeye eklenmiş. Asıl rahatsızlık sahibi ülke Amerika olduğuna göre Amerikalı yetkililer farklı bir yol izleyebilir, bu konu hakkındaki görüşlerini muhataplarına doğrudan iletebilirlerdi. Yine bu konunun Türkiye'nin iç işlerine karışmak anlamına geldiği ve Kavala konusunda Türk yargısının karar vereceği cevabını alacaklardı ancak kavgaya kahveden adam toplar gibi on ülkeyi toplayıp büyükelçilerine Tweet attırmaktan daha usturuplu olurdu en azından. Oysa söz konusu bildiri Kavala'nın durumuna etki etmekten uzak. Hatta bu toplu açıklama zaten casuslukla suçlanan Kavala hakkında toplum nezdinde bu suçlamaları güçlendiren bir emare olarak görüldü. Öyle ya, Türkiye'de yargılaması uzun süren tek mahkum Kavala değil. O halde bu kadar ülke neden başka biri için değil de Kavala için örneği görülmemiş bu absürt tavrı takındı sorusu hemen herkesin zihninden geçmiştir. Ancak bence imzacı ülkeler bu ortak açıklamanın etkisiz kalacağını öngöremediler. Neden öngöremediklerini aşağıda neden şimdi sorusunu cevaplarken konuşalım.
Neden on ülke, neden şimdi?
Türkiye düşük kur, yüksek ithalat, cari açık üçlüsünden yüksek kur, düşük ithalat, yüksek ihracat, cari fazla dörtlüsüne geçiş yaparken ekonomik dalgalanmalar yaşamakta. Kurdaki yükselişin maliyet enflasyonunu, bu enflasyonun da tüketici fiyatlarını artırdığı bir vakıa. Kurdaki artış ve bunun neden olduğu enflasyon, pandeminin ekonomi üzerindeki etkisiyle birleşince Türk ekonomisinin hassas bir dönemden geçtiğini söyleyebiliriz. İmzacı ülkeler arasında Almanya, Fransa, Hollanda, ABD gibi Türkiye'de yatırımları bulunan, karşılıklı ticaretimizin oldukça yüksek olduğu ülkeler yer aldılar. Bu şartlar altında söz konusu ülkeler Türkiye'nin bu skandal bildiriyi alttan alacağını hesap etmiş olabilirler. 2023 seçimleri yaklaşırken Türkiye'nin bu on ülkeyle ekonomik ilişkilerini bozabilecek bir gerginlikten kaçınacağı, bildirideki talebi yerine getirmese bile en azından sessiz kalacağı öngörülmüş olmalı. Tabii bu hesap tutmadı. Neden tutmadığını yazının sonuna bırakıp bir diğer soruyla devam edelim. Neden on ülke?
ABD, Almanya, Fransa, Hollanda, Danimarka, Finlandiya, İsveç, Norveç, Kanada ve Yeni Zelanda. Osman Kavala hakkında Türk yargısına müdahale eden söz konusu açıklama bu on ülkenin büyükelçilikleri tarafından duyuruldu. ABD'nin Osman Kavala rahatsızlığını anlamak mümkün. PYD'den FETÖ'ye kadar Türkiye'nin başına bela olmuş kim varsa ABD arkasında durmakta bir beis görmüyor, bu örgütleri Türkiye'ye tercih edebiliyor. Biden'ın Türkiye'ye yönelik tavrı, Erdoğan karşıtlarını destekleyeceğiz şeklindeki yine bir "iç işlerine karışma" sabıkası halen hatırımızda. Kavala'ya dair suçlamaların da FETÖ'den PYD'ye kadar Amerikan sponsorluğundaki odaklara uzanması ABD'yi rahatsız etmiş olabilir. Hakeza Fransa'nın bu listede yer alması da sürpriz sayılmaz. Doğu Akdeniz'den Libya'ya, yakın geçmişe kadar Ermenistan işgalinde olan Karabağ'dan Sahara altı Afrika'sına kadar pek çok bölgede Türkiye'yi karşısında bulması Fransa'nın sinir uçlarına dokunuyor. Asıl Fransa'nın Türkiye'ye karşı bir bildiride imzası olmasa sürpriz olurdu. Almanya ise Kavala davasının ucunun Alman vakıflarına uzanabileceğini düşünerek ön almak istemiş olabilir. Ya da ABD ısrarı sonucu bu listeye gönülsüz imza atmış olabilir, bilemiyoruz. Listedeki diğer ülkelerin bir kısmı da gönülsüz, ABD ve Fransa'nın ısrarıyla listede yer almışlar gibi görünmekteler. Zira yukarıda zikrettiğimiz gibi Yeni Zelanda gibi ülkelerin gerçekten de bir Osman Kavala gündemi olduğunu düşünmek oldukça zor.
Ancak listede yer alanlar kadar almayanlar da konuşulmayı hak ediyor. Özellikle Birleşik Krallığın listede yer almaması İngiliz diplomasisinin Türkiye'yi bildiriye imza atan ülkelerden daha iyi tanıdığının bir işareti. Lloyd George ve Lord Curzon'ın Türkiye düşmanlığının egemen olduğu 1920'lerden sonra İngiltere'yle ilişkilerimiz çok yol aldı. Bu ülkeye o günlerden beri ciddi bir problem yaşamadığımız söylenebilir. Bu anlamda İngiltere Türkiye'nin Avrupa'daki geleneksel müttefiklerinden biri olarak görülebilir. Bu yakınlık, pratik hiçbir fayda sağlamayacak şovlardan kaçınan İngiliz diplomatik zekasıyla birleşince listede İngiltere'nin yokluğu hiç de şaşırtıcı değil. Benzer bir durum Akdeniz'de ortak çıkarlar belirleyebileceğimiz, halihazırda yakın ekonomik ilişkilerimiz olan İspanya ve İtalya için de geçerli. Bu iki Akdeniz ülkesi de Türkiye'yle gereksiz yere bir sürtüşme yaşamak istememiş olmalılar. Hatta Türkiye'nin Magreb ve Akdeniz'de kabadayılık oynayan Fransa'nın burnunu sürtmesi bu ülkeleri memnun bile ediyor olabilir. Peki Yunanistan? Türkiye'ye karşı Fransa'nın da içinde olduğu bu diplomatik kıskaca koşa koşa katılması beklenebilirdi. Ancak görünen o ki Yunanistan kendisi özellikle Batı Trakya Türk azınlığına dair AİHM kararlarını uygulamazken Türkiye'ye bu yönde bir eleştiride bulunma absürtlüğüne girmek istememiş. Kaldı ki Türkiye'yle KKTC'nin egemenliği, Ege'de kıta sahanlığı ve Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanları konularında ciddi anlaşmazlıklar yaşayan Yunanistan bu problemler kümesini daha da karmaşık hale getirmek istememiş olabilir.
Listede eksikliği dikkat çeken bir diğer ülke ise Avusturya. Son yıllarda gerek Türkiye'ye gerekse de kendi ülkesindeki Müslümanlara karşı ırkçı ve İslamofobik tavır ve davranışlarıyla dikkat çeken Avusturya'nın listede olmamasını ülke içindeki siyasi skandallara ve Başbakan Kurtz'un istifasına bağlamak mümkün olabilir. Avusturya içeride yeterince büyük bir krizle yüzleşirken bir de dışarıda kriz istememiş gibi görünüyor.
Hülasa, listede olan ve olmayan ülkelere bakılınca söz konusu bildiriyi Batı dünyasının bildirisi şeklinde anlamak yanlış olacaktır zira içinde İngiltere'nin yer almadığı bir blokun adı pek çok şey olabilir ama Batı bloku olamaz.
Neyi anlamadılar?
Gelelim bir diğer önemli soruya. Ortak bildiri neden Türkiye'yi yıldırmak bir yana celallendirdi, imzacıların beklemediği sertlikte bir karşı çıkışla neticelendi? Anlamadıkları şu: Türkiye her ne pahasına olursa olsun Batı'dan kopmama politikasını terk edeli çok oluyor. Türkiye için artık en temel dış politika prensibi Batı'nın parçası olmak değil. Evet, yüzümüz hala Batı'ya dönük. Evet, kabaca Tanzimat'tan beri bu durum böyle. Evet, Türkiye'nin dış ticaret ve doğrudan yatırım başlıklarında Batı ekonomileriyle ciddi bir karşılıklı bağımlılığı var. Ancak bunların hiçbiri Türkiye için artık olmazsa olmaz değil.
Türkiye için Batı'yla iyi ilişkilere sahip olmak hala çok önemli ancak bu önemin sınırları var. Batı, özellikle ABD, FETÖ'ye yataklık etmesini görmezden geleceğimiz kadar vazgeçilmez değil. Batı, sınırımızın dibinde bir PKK devleti kurulmasına sessiz kalacağımız kadar önemli değil. Türkiye'nin FETÖ ve PKK ile mücadelesi Batı'yla ilişkilerin bozulması pahasına da olsa sürecek. Burada kabahat, kimilerinin ısrarla iddia ettiği gibi "Batı'yı ikna edemeyen" Türkiye'nin değil. Batı'nın bu iki örgüt hakkında ikna edilmeye ihtiyacı yok, zira bu örgütlerin amaç ve faaliyet alanlarını bilmiyor değiller. Şayet Osman Kavala'nın bu örgütlerle bir ilişkisi varsa Kavala, Batı öyle istiyor diye serbest bırakılacak değil. Kavala'yı veya başka bir şüpheliyi Türk yargısından başka aklayabilecek bir güç yok.
Geri adım atma nedenleri
ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri Türkiye için Batı'nın vazgeçilmez olmadığını S400 hava savunma sistemi alınırken anlamalıydı. Patriot sistemi satmadıklarında karşılarında çaresiz bir şekilde bekleyen bir Türkiye bulmadılar. Farklı bir Türkiye var karşılarında. Otonom, kendi çıkarlarını önceleyen, kendi kararlarını veren, alternatif çözümler üreten bir Türkiye bu. Batı'dan silah almak için kapıda bekletilecek bir Türkiye değil, artık Batı ülkelerine savunma sanayii ürünleri ihraç eden bir Türkiye bu. Batı ülkeleri tarafından ulusal çıkarları tehdit edildiğinde Çin ile de Rusya ile de stratejik ilişkiler geliştirebilecek bir Türkiye bu. Pakistan'dan Katar'a, Azerbaycan'dan KKTC'ye pek çok ülkeyle ittifaklar kurabilen, Batı ülkelerinin bir kısmı tarafından terk edilse dahi İngiltere, İspanya, İtalya, Polonya, Macaristan gibi başka Batı ülkeleriyle ilişkilerini sürdürebilecek, ne olursa olsun yalnız kalmayacak bir Türkiye. Bir diğer deyişle Türkiye'nin Batı'ya ihtiyacı Batı'nın Türkiye'ye ihtiyacından az değil.
Son sorumuz da bu geri adımın sebepleri üzerine olsun. Öncelikle, evet, imzacı ülkeler geri adım attılar. Bu geri adımın ilk şokunu atlatanlar durumu toparlamaya çalışmak için "hayır, geri adım yok" demeye çalışıyorlar. Ancak inanmak istemedikleri o gerçek tüm yalınlığıyla ortada. ABD büyükelçiliğinin konuyla ilgili ikinci paylaşımında İngilizce ve Türkçe açıklamalar arasındaki farkın sebebi tercüme hatası değil. Otomatik tercüme yazılımlarının bile çevirebileceği bir ifadeyi ABD'nin Türkiye büyükelçiliği çevirememiş değil. Türkçe metindeki ifade tam olarak şu: "ABD,[...]Viyana Sözleşmesi'nin 41. maddesine riayet etmeyi teyit eder". Biraz daha büyüteçle bakalım: "riayet etmeyi teyit eder", riayet ettiğini değil! Hatırlayalım, bu açıklama tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ittifak ortağı Devlet Bahçeli'nin görüşmesi esnasında geldi. Anlaşılan o ki ABD, Erdoğan'ın blöf yapmadığını, büyükelçilerin gerçekten de istenmeyen kişi ilan edileceğini, bu konuda ittifak ortaklarının ortak bir tavır konusunda anlaştığını hissetti. Belki bu yönde bir mesaj da iletilmiş, ABD son bir kez uyarılmış olabilir. Umarız ABD, Türkiye üzerindeki gücünün sınırlarını artık öğrenmiştir. Zira iki ülke arasındaki ilişkiler daha fazla zorlamayı kaldıramayacak kadar yıprandı. Türkiye'nin cumhurbaşkanına ölüm mangası göndermiş, TBMM'yi bombalamış, 251 vatandaşımızı katletmiş FETÖ şebekesi halen daha Amerika tarafından desteklendikçe, örgütün elebaşısı Pennsylvania'daki malikanesinden alınıp Türkiye'ye teslim edilmedikçe, ABD sınırımızın dibinde PKK devletçiği kurma çalışmalarına devam ettikçe ikili ilişkilerin düzelmesi mümkün değil. ABD'nin yapması gereken Kavala veya başka bahanelerle bu ilişkiyi daha da germek değil, zira bunun bir adım ötesi daha fazla gerginlik değil kopuş olur. ABD için zaman, bozulan ilişkileri tamir etme zamanı olmalı. Yoksa aynı hatayı tekrar ederse bir sonraki açıklamasında birlikte imza atacak on ülke bulamayabilir. Türkiye'yi yalnızlaştırmak isterken Türkiye konusunda kendisi yalnız kalabilir.