Büyüsü bozulan yeni dünyada yeni düzen arayışı

Prof. Dr. Numan Kurtulmuş / AK Parti Genel Başkan Vekili
10.11.2018

Ege ve Akdeniz, mülteciler mezarlığı haline gelmiştir. Afrikalılar güvenliksiz botlara binerek kaybolup gidiyor. Eşi ve beş çocuğunu bir bot kazasında kaybeden Iraklı bir babanın yüzündeki çaresizlik, unutulmayacak bir vicdan azabı olarak bu çağın özetidir. Gelir dağılımındaki bu korkunç adaletsizlik, başka hiçbir sebep olmasa bile dünyanın temelinde fitili ateşlenmiş dinamit gibidir; patladığında dünyayı havaya uçuracak... “3. Dünya Savaşı” çoktan başlamıştır. 3. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı’nın aksine önce ekonomik olarak, arkasından siyasi olarak gelişecek gibi görünüyor. Bir tarafında Çin’in olduğu, diğer tarafında ABD’nin olduğu, Rusya’nın, Hindistan’ın, Japonya’nın ve Avrupa Birliği’nin daha alt düzeylerde öne çıktığı ekonomik savaşların yer aldığı yeni bir döneme giriyoruz.


Büyüsü bozulan yeni dünyada yeni düzen arayışı

İçinde yaşamakta olduğumuz dönemi ekonomi, siyaset ve yönetim açısından anlayabilmek çok önemli... Bunun için büyük resmi görmek ve Türkiye olarak bizler neler yapabiliriz bunu düşünmek mecburiyetindeyiz.

Bugün dünyada sadece ekonomik ya da siyasi çatışmalar yaşanmıyor. Yeryüzünün hemen her yerinde, Ortadoğu’da, Afrika’da, Latin Amerika, hatta Avrupa ülkelerinde gelişen krizlere şahit oluyoruz...  Dünya ekonomisiyle birlikte dünya siyasetinin hatta  toplumsal yapıların da yeniden dizayn edildiği bir dönemden geçiyoruz.

Olayların tek tek her birini anlamaya çalışmak elbette değerli ama yüzlerce parçadan oluşan yapbozun tek bir parçasıyla oyalanmak yerine o parçaları yerli yerine koyarak, dünyada olup biteni en iyi şekilde analiz etmek zorundayız. Bu hem çocuklarımızın geleceği, hem ülkemiz hem de bölgemiz adına doğru istikamet tayin etmek için  gereklidir.

1. ve 2. Dünya Savaşları arasında Avrupa eksenli bir yapılanma söz konusuydu. Savaşlar bitmiş olsa da  enkazın dumanları hala tütmekteydi. Bu kritik eşik, Avrupa kıtasında faşizm ve komünizmin doğmasına yol açtı. Bu yeni sert ideolojiler, hem dünya sistemine egemen oldu, hem de dünyadaki ekonomi politiği yönlendiren ana ekseni oluşturdu.

Bu gelişmenin doğal sonucu 2. Dünya Savaşı şeklinde karşımıza çıktı. Savaş büyük bir yıkıma yol açtı, milyonlarca insan öldü... Savaşının galibi ve hakimi ABD’ydi.

Savaştan sonra 1990’a kadarki süre, “Soğuk Savaş” olarak adlandırdığımız süreçtir. Bu dönemde her ne kadar silahlar ateşlenmese de, dünyanın her yerinde büyük kamplaşmalar ve çatışmalar yaşandı. Soğuk Savaş’ın en ağır faturalarından birini biz ödedik; 1980 öncesi sağ-sol çatışmalarında 5 bine yakın vatan evladı toprağa girdi.

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte yeni bir düzen kurulmaya çalışıldı. SSCB dağılmış, Doğu Bloku çökmüştü. Ne yazık ki tek kutuplu ve yeniden Amerika›nın hakimiyetinde bir dünya sistemi oluşturma çabaları dünyaya acı bir fatura kesecekti. 1990-2018 arasında dünya yeni gerilimlerin, çatışmaların, kutuplaşmanın eşiğine geldi. Artık, dünya sisteminin Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarının fonksiyonsuz hale geldiği bir dönemdeyiz. 1990’dan sonra, yeni dünya düzeni maalesef bütünüyle büyüsünü kaybetti. Dünyadaki bu gerilimler ve çatışmalar yeni savaş türlerini ortaya çıkardı. Bunlardan birisi “vekalet savaşları”dır. Suriye’deki vekalet savaşında  büyük güçler, kullanışlı ve şerli maşalarıyla Ortadoğu’daki güç savaşının içerisine girip kendi güçlerini daha da artırma yolunu seçtiler. 

DEAŞ denilen terör örgütünün, hangi saikle, bir kaç ay içerisinde kurulup, Ortadoğu’ya yerleştiğini kim nasıl izah edebilir? Birbirini hiç tanımayan ve dünyanın dört bir tarafından gelen on binlerce insan, nasıl oldu da Suriye’nin, Irak’ın kentlerini birkaç hafta içerisinde ele geçirdi. Amaç, bu örgüt üzerinden Suriye ve Irak’ın sınırlarının değiştirilmesi ve oradaki etnik yapıların yeniden dizayn edilmesiydi.

Ticaret savaşları

Suriye’deki Kürt kardeşlerimize kimlik dahi verilmezken nasıl oldu da bugün dünyanın en ağır silahlarına sahip PYD-YPG adlı örgüt oraya yerleşebildi... Bütün bunlar vekalet savaşlarının maşaları, vekilleri olarak icat edildi.

Ortadoğu halkları arasına kin, nefret ve gözyaşı sokmak ve Ortadoğu coğrafyasının sınırları değiştirebilmek için bu plan uygulamaya geçirildi. 

Büyüsü bozulan günümüz dünyasında, ortaya çıkan bir diğer kavram ise giderek büyüyen ekonomi savaşlarıdır...

Bu koşullarda şimdiden söyleyebiliriz ki; “3. Dünya Savaşı” çoktan başlamıştır. Bu savaş, 2. Dünya Savaşı’nın aksine önce ekonomik olarak, arkasından siyasi olarak gelişecek gibi görünüyor. Bir tarafında Çin’in diğer tarafında ABD’nin olduğu, Rusya, Hindistan, Japonya ve AB’nin de daha alt düzeylerde öne çıktığı ekonomik savaşların yer aldığı yeni bir döneme giriyoruz.

Bu sürecin ne yazık ki Türkiye üzerinde önemli etkileri olacağı şimdiden görünüyor. Türkiye’deki hükümet modelinin değiştirildiği 24 Haziran seçimlerinin hemen ardından başlatılan ‘’kur saldırıları’’ bunun en büyük emarelerindendir. Kur  saldırıları üzerinden Türkiye’ye yapılan ekonomik taarruzun arkasındaki temel nedenlerden biri, Türkiye üzerinden gelişmekte olan ülkelere had bildirmek ve saflarını belli etmeleri için tehdit etmektir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde, geleceğe dair siyasetimizi ticaret savaşlarının etkileyeceği jeopolitikte bir ülke olduğumuzu unutmadan geliştirmemiz gerekiyor. Ekonomide kutuplaşmanın arkasından siyasi kutuplaşmanın daha da artacağı yeni bir süreç var önümüzde.  Büyüsü bozulan dünyada bize düşen; dünyadaki gerilim ve çatışmaları artırmak değil, hakça işleyen, bütün halkların yeryüzündeki zenginliklerden yeterince pay alabildiği yeni bir dünyayı kurma mücadelesi vermektir.

Yoksul güney

Bütün bölgesel sorunların arkasına ticaret ve güç savaşlarının çirkin yüzünü görebiliriz... Yeryüzünde niçin bu kadar çok göç oluyor? Niye Afrika’nın, Asya’nın insanları köylerini kentlerini bırakarak gelişmiş Batı ülkelerine göç etmek zorunda kalıyor? bunun gibi dünyadaki küresel, bölgesel tüm sorunların arkasındaki şu üç temel nedeni görmek zorundayız: İlki küresel ölçekte gelir dağılımı adaletsizliğidir. Dünya nüfusunun sadece yüzde 0.7’sini (yüzde 1 bile değil) oluşturan dar bir çevre, dünyadaki toplam zenginliğin yüzde 44’üne sahiptir. Buna mukabil dünya nüfusunun yüzde 70’i ise, zenginliğinin sadece yüzde 3’üne sahiptir. Böyle böyle adaletsiz bir bölüşüm insanlık tarihi boyunca olmadı. Bu adaletsizliği dünya kaldıramaz. Kaldı ki önümüzdeki on yılların en temel sorunlarından birisi zengin kuzey ile yoksul güneyin arasındaki gerilim olacaktır. AB üyeleri, Rusya, ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelenda ve Asya’nın da bazı zengin ülkelerinin yer aldığı bir çizgi çektiğinizde, kuzeydeki bu ülkeler, giderek zenginleşirken güneydekiler fakirleşiyor. Buna mukabil zengin kuzeyin nüfusu azalırken, yoksul güneyin nüfusu artıyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik giderilmeden, dünyanın esenlik içinde yoluna devam etmesi mümkün değildir. Buradan barış çıkmaz...

Ege ve Akdeniz, mülteciler mezarlığı haline gelmiştir. Afrikalılar güvenliksiz botlara binerek kaybolup gidiyor. Eşi ve beş çocuğunu bir bot kazasında kaybeden Iraklı bir babanın yüzündeki çaresizlik, unutulmayacak bir vicdan azabı olarak bu çağın özetidir. Gelir dağılımındaki bu korkunç adaletsizlik, başka hiçbir sebep olmasa bile dünyanın temelinde fitili ateşlenmiş dinamit gibidir. Patladığında dünyayı havaya uçuracak en büyük gerilimin kaynağıdır.

Çatışmaların önemli nedenlerinden birisi ise toplumlarda yaşanan demokrasi açıklarıdır. Suriye’deki iç savaşın sebeplerinden birisi vekalet savaşlarıdır, doğru... Ama bunun öncesinde de Suriye rejimi baskı konusunda, kritik eşiği çoktan aşmıştı. Siyasi partilerin, farklılıkların ve temsilin söz konusu olmadığı bir Suriye vardı. Despotik, otokratik yönetimler çerçevesinde insanların nefes alamadığı bir Suriye... Aynı şekilde Yemen ve Libya’ya baktığımızda da benzerlikler görüyoruz. Dünya üzerindeki küresel sorunların önemli parçalarından birisi de demokrasi eksikliği ve iç çatışmalardır. Demokrasinin yerleşik olduğu ülkeler, vekalet savaşları için uygun olmazlar. Vekalet savaşlarının müteahhitleri, haksızlıkların olduğu ortamlardan beslenirler.

Terörün kaynağı

Diğer mesele ise, işgaller ve dış müdahalelerdir. Örneğin Afganistan’ın önce Ruslar ardından Amerikalılar tarafından işgali gerçekleşmiş olmasaydı bugün ne Taliban ne de El-Kaide olurdu. Afganistan’daki terör örgütlerinin kaynağı, işgaller ve dış müdahalelerdir.

Aynı şekilde Ortadoğu’da bu tür dış müdahaleler olmasaydı, vekalet savaşlarında kullanılacak terör örgütleri için uygun zemin bulunamazdı. ABD’nin Irak’ı işgali söz konusu olmasaydı, Kerkük halkı birbirine düşman hale gelir miydi? Bu coğrafyanın 90’ların başından itibaren işgale uğramasıyla birlikte halklar arasında etnik ve mezhebi farklılıklar düşmanlık sebebi haline getirildi. Kerkük’te yüzyıllardır birlikte yaşayan Kürt, Arap ve Türkler birbirlerine düşman oldular. Yetmedi, aynı bölgede yaşayan Türkmenler, kendi aralarında Şii-Sünni Türkmenler diye ikiye ayrıldı.

İç çatışmalar hem işgal ve dış müdahalelerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur, hem de yeniden dış müdahalelere koşul hazırlar.

İnsanlığın barış ve esenlik içinde yaşaması için şu üç temel insani sorunun üzerine akademik olarak da gitmek zorundayız.

1- Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğini nasıl ortadan kaldıracağız?

2- Demokrasi eksikliğini nasıl gidereceğiz ve böylece iç çatışmaların önüne nasıl geçeceğiz?

3- Bu coğrafyanın insanları olarak dış müdahalelere ve işgallere karşı kapılarımız nasıl kapatacağız?

Dünyanın ve özellikle bölgemizin yeniden yapılandığı bu dönemde Türkiye’den ilhamla bölge halklarına özgün çözümler üretmek mecburiyetindeyiz. Aksi taktirde tarih akar biz de onu önümüzden suyun akması gibi seyreder gideriz.

Yeni finansal mimari

Tartıştığımız bu konular, önümüzde karamsar bir tablo oluşturmasın. Tam tersine büyük tehditlerin olduğu dönemler, fırsatların ve büyük imkanların da ortaya çıktığı dönemlerdir. Ancak dünya ekonomisini ve siyasetini yeniden yapılandırmak bakımından üç temel noktaya dikkat çekmek isterim.  Bunlardan birisi “Dünyanın yeni bir finansal mimariye’’ ihtiyacı olduğu gerçeğidir.

Şu anda tüm ülkelerde parayı elinde bulunduran güçler, ülkelerin hem özel sektörleri hem merkez bankaları üzerinden siyasi otoritelerini çok güçlü bir şekilde borçlandırıyorlar... 2. Dünya Savaşı’nın galibi olarak Amerika, savaşın rezerv para birimini kendi milli parası dolar haline dönüştürmüştür. Şu anda dünyadaki ticaretin yüzde 65’i dolarla yapılıyor. Önceki dönemlerde, paranın altın karşılığı vardı. Şimdiyse para, altın karşılığı olmayan bir kağıt parçasıdır. Üzerinde 100 dolar yazınca o kağıt 100 dolar oluyor. Gerçek değeri 35 cent... 

Dünya bu koşullarda, giderek daha zor bir finansal yapı içerisine girmiştir. Ancak herkesin bu kıskaçtan kurtulmak adına bir arayış içinde olduğunu da söylemek lazım.

İşte tam da imkan ve fırsat buradadır. Dünya’da yeni bir finansal mimariyi inşa edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımız bunun iki unsurunu söyledi. İlki, dünyada dolara bağımlılığı azaltmak için herkesin kendi para birimiyle ticaret yapmasıdır. Ruslar, Çinliler, Hindistanlılar, Türkler, İranlılar, herkes kendi para birimleriyle iş yapsın... Biz Ruslara borcumuzu Ruble olarak ödeyelim, onlar bize borçlarını TL olarak ödesin. Böylece dolara bağımlılık azalır, dolar rezerv para olmaktan çıkar ve biz yeni bir finansal mimariyi kurmaya başlarız. Böylece 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar da yeniden gözden geçirilir. Örnek olsun diye sorabiliriz; ABD Başkanı, bir gecede diyor ki, “Ben gümrükleri şu kadar arttırdım’’. Peki Dünya Ticaret örgütü nerede? Hani dünyadaki vergiler hakkındaki liberal kurallar. Bütün bunların hepsinin yeniden gözden geçirmek gerekiyor.

Rezerv para olarak altın

Sayın Cumhurbaşkanımızın bir diğer önerisi, altına dayalı para birimidir. Altına dayalı para sistemi, Bretton-Woods’un yeniden değerlendirilmesi demektir. Dünya finansal mimarisinin yeniden değerlendirilerek inşa edilmesidir.

Birileri aba altından sopa gösteriyor, Türkiye’yi IMF’ye muhtaç hale getirmeye çalışıyor. Çünkü IMF, zor durumda kalan ülkeler siyasi olarak da emir alacak hale gelsinler diye kurulmuş, ekonomik reçeteden daha çok, siyasi reçeteleri ile bilinen bir kurumdur. Dünya egemenlerinin kendi güçlerini sürdürmek amacıyla kurdukları paravan bir yapıdır. Bir gün IMF’nin, Dünya Bankası’nın eski fonksiyonlarının olmadığını göreceksiniz. Yeni bir finansal mimari kurmak zorundayız.

Önümüzdeki diğer fırsat alanı, yüksek teknolojilerdir. Geçtiğimiz dönemde gelişmiş ülkeler, eski köhne teknolojilerini bizim gibi gelişmekte olan ülkelere pazarlar ve bunun adına da “teknoloji transferi’’ derlerdi. Maalesef Türkiye’nin teknoloji tarihi tam anlamıyla yazılmadı. Türkiye’deki sanayileşme tarihi aynı zamanda ihanet tarihidir. 1940’larda Nuri Demirağ Türkiye’de uçak yaptı ama hain ve karanlık bir el, Demirağ’ın yaptığı o uçakların yurt dışına satılmasına mani oldu. Demirağ’ın fabrikasını kapattırdı. 1978’de Türk Uçak Sanayi Anonim Şirketi (TUSAŞ), bir devlet şirketi olarak İtalyan firmasıyla savaş uçağı anlaşması için masadayken, karanlık odalardan gelen bir telgrafla anlaşma masasından kaldırıldı. Uzunca geciktirilmelerden sonra, Türkiye yeni yeni kendi uçağını yapabilme kudretine sahip hale geliyor.

Geçenlerde İstanbul’daki Teknoloji Festivaline (TeknoFest) on binlerce insan katıldı. Türkiye kendi üretimi olan insansız hava uçaklarını, helikopterlerini, savunma sanayi alanındaki değerli ürünlerini bu festivalde sergiledi. Teknolojide geldiğimiz yeri göstermesi bakımından Teknofest çok önemliydi. Yüksek teknolojinin gelişmesi, bizim gibi gelişen ülkeler için büyük bir imkandır.  Bir kaç örneği düşünelim. Linux işletim sistemleri, Helsinki Üniversitesi’nde bir öğretim üyesi ve öğrencileri tarafından kuruldu ve kısa zamanda dünya çapında bir marka oldu... Google, Facebook, Apple üniversite projeleri olarak başlayıp bugün küresel markalar haline geldiler.

Teknoparklar-sosyoparklar

Üniversiteler ülkelerin teknolojik gelişmesinin merkezleridir. Teknoparklar hatta şimdilerde konuşulmaya başlanan sosyoparklar, tıpkı üniversitelerimiz gibi hayatın içinde olmalıdır. Üniversitelerimizi, yeni teknolojilerin gelişmesi için önemli mekanlar haline getirmemiz gerekiyor. İkinci ve üçüncü sanayi devrimini ıskaladık. Dördüncüsünü ıskalamayacağız. Özellikle yüksek teknolojiler üzerinden gelişen küresel rekabet ortamında Türkiye’yi büyük bir ülke haline getireceğiz.

Önümüzdeki fırsat alanlarından en kuşatıcısı ise, küresel sistemin siyasal mekanizmasının yeniden yapılandırılmasıdır. 2. Dünya Savaşı’nın sorunlarını çözmekle görevli olan siyasal yapı, artık bugünün dünyasını taşıyamıyor.  Bu yüzden “Dünya 5’ten büyüktür” diyoruz. BM, 2. Dünya Savaşı’nın hakim güçlerinin iki dudağı arasında bir dünya oluşturmuştur. Adalet, merhamet, hakkaniyet, eşitlik yok. Sosyal adalet yok. Herhangi bir şekilde bu beş ülkeden birisine yaslanan ülkeye ancak hayat hakkının tanındığı bir sistemde elbette bunlar olmaz. ABD’ye sırtını dayayan İsrail’in durumunu hep birlikte seyrediyoruz. Dünya İsrail’in zulmüne seyircidir...

Her gün Filistin’de, Gazze’de, Batı Şeria’da kardeşlerimizi acımasızca katlediyorlar, BM’ye yüzlerce kez müracaat ediliyor, Güvenlik Kurulu’nda laflar sözler edildikten sonra, ABD konuya el atıyor. Böylece dokunulmazlık zırhını giyen İsrail, tüm dünyanın gözü önünde zulümlerine devam ediyor.

Suriye’de rejim, kimyasal silah kullanıldığında mevzu BM’ye geliyor. Bu sefer de Esad’ın sırtını yasladığı güçler, bu insanlık suçunu örtbas ettiriyor.

Büyük resme bakmak

Temelinde hakkaniyet, barış ve eşitliğin olmadığı bir sistem çökmeye mahkumdur. Dünyadaki 105 ülke, gelişen ekonomiden hiç bir şekilde pay alamadığı gibi “beşli çete” yüzünden Dünyadaki 195 ülke de, siyasi yönetimden pay alamıyor...  Allah’a çok şükür Türkiye olarak burada gücümüzü göstermeye başladık. ABD’nin büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımak için aldığı kararın BM Genel Kurulu’ndaki oylaması sırasında Türkiye’nin takındığı tavır, diğer ülkeler tarafından takip edilmiştir. Keza İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bu konuda acilen toplanarak karar çıkartması da hakkaniyet, adalet ve barış adına tarihsel bir dönüm noktasıdır. Bu oylamalardan sonra, artık dünya sistemi eskisi gibi devam edemez.  Türkiye’nin tavrı, dünya sisteminin hakkaniyetli ve adaletli bir şekilde yerli yerine oturtulmasına yönelik önemli bir adımdır. Milletlerarası arayış kitabının kapağı açılmıştır. Tüm dünyayı çaresiz bırakan ve modern çağın gerçek yüzünü ortaya çıkartan Suriyeli mülteciler konusunda da Türkiye; devleti ve halkıyla yeryüzüne örnektir.Ülkemiz 3,5 milyon Suriyeliye ensar olmayı başarabilmiştir. Milletimiz elindeki ekmeğin yarısını bölerek göçmenlerle paylaşmıştır. Biz dünyanın zengin ülkelerinden değiliz. Ama, GSMH’ya oranla insani yardımlarda dünya birincisidir.

İnsani bir siyasi mimari kuracaksak, herkesin elini taşın altına koyması gerekir. Mültecilerin sorumluluğunu bütün güçlü devletler paylaşmalıdır. 

Türkiye; 1- Dünyanın küresel, finansal mimarisinin yeniden yapılandırılması, 2-Yüksek teknolojiler alanındaki küresel rekabete katılabilmek, 3- Küresel siyasal sistemin yeniden oluşturulabilmesi için orijinal fikirlere ve iddiaya sahip olmak zorundadır. Üniversitelerimiz, siyasetimiz, sivil toplum kuruluşlarımız, bu büyük resmin içinde nerede ve nasıl yer alacaklarını bilerek gayret sarf etmelidir.

@NumanKurtulmus