CAATSA yaptırımları uzun vadeli kriz doğurur mu?

Hakan Çopur / Araştırmacı, Yazar
26.12.2020

Trump'ın aksine dış politikadaki önceliğinin Rusya olması beklenen Biden'ın yeni dönemde Türkiye-Rusya ilişkilerini yakından takip edeceğini öngörmek pekâlâ mümkündür. Washington'da sayıları az olan “aklı başında” Türkiye uzmanlarının da dile getirdiği gibi ABD'nin sürekli yaptırım dilini/kozunu kullanması, esasen günün sonunda Ankara'yı daha fazla Moskova'ya iten bir unsura dönüşüyor. Söz konusu CAATSA yaptırımlarının yeni döneme kalmasındansa bu yaptırımların görevi sona ermek üzere olan ABD Başkanı Trump döneminde kullanılmış olmasının “ehven-i şer” olduğunu düşünüyorum. Bu yaptırımların Trump döneminde getirilmiş olması, yeni yönetime potansiyel bir sorun alanını “sırtından atma” fırsatı vermiştir.


CAATSA yaptırımları uzun vadeli kriz doğurur mu?

Türk-Amerikan ilişkileri tarihine yakından bakıldığı zaman ABD’nin Türkiye’ye ilk kez yaptırım uygulamadığı, daha önce de farklı tarih ve olaylarda resmi ya da açıklanmayan birtakım yaptırımları uyguladığı görülecektir. Ancak tüm bu yaptırımlar ikili ilişkileri geriye götürse de Türkiye’nin kendi savunma sanayisine daha fazla yatırım yapması ve kendi askeri kapasitesini artırması ile sonuçlanmıştır.

Kısa vadeli negatif etki

Bu bakımdan Donald Trump yönetiminin Türkiye’ye getirdiği CAATSA yaptırımlarının zaten sorunlu olan ikili ilişkileri kısa vadede biraz daha negatif etkilemesi ve Türkiye’nin savunma sanayisini kısmen etkilemesi beklenirken, yapısal ve uzun vadeli bir krize yol açmayacağını söylemek mümkündür. Buradaki asıl soru şudur: Görev süresinin sonuna gelmiş bulunan Trump’ın CAATSA yaptırımlarını uygulaması 20 Ocak 2021’de göreve başlayacak olan Joe Biden yönetiminin nasıl etkileyecek ve Türk-Amerikan ilişkilerinin ondan sonraki seyrine nasıl bir boyut getirecektir?

En sonda söyleyeceğimi en başta vurgulamak isterim: Söz konusu CAATSA yaptırımlarının yeni döneme kalmasındansa bu yaptırımların görevi sona ermek üzere olan ABD Başkanı Trump döneminde kullanılmış olmasının “ehven-i şer” olduğunu düşünüyorum. Biden’ın nasıl bir dış politika izleyeceği ve Türkiye ile nasıl bir ilişki kurmak istediğinden bağımsız olarak bu yaptırımların Trump döneminde getirilmiş olması, yeni yönetime potansiyel bir sorun alanını “sırtından atma” fırsatı vermiştir.

Bu noktada Biden ve ekibine düşen şey, Türk-Amerikan ilişkilerinin tepesinde “Demokles’in kılıcı” gibi iki yıldır sallanan CAATSA başlığından kurtulup yeni dönemde yeni bir sayfa açma iradesini göstermektir. Bu yönüyle Biden’ın önünde, yaptırım baskısının azaldığı ve S-400 meselesinden Suriye konusuna kadar ikili ilişkileri etkileyen tüm başlıkların “diplomasi” yoluyla müzakere edilerek çözülebilmesine imkân tanıyacak daha az engebeli bir zemin olacaktır. Eğer Biden gerçekten NATO gibi uluslararası ittifak ilişkilerine önem verecekse, o zaman 2016’da bıraktığından çok daha güçlü bir Türkiye olduğunu ve NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip ülke olarak değerinin daha iyi anlaşılması gerektiğini idrak etmelidir.

Tehdit algısı

ABD’nin ulusal güvenlik doktrinine bakıldığında Çin ile birlikte Rusya’nın “ABD’nin küresel rakipleri” olarak tanımlandığı ve bu iki ülkeye ilişkin yüksek bir tehdit algısının olduğu açıkça görülebilir. Özellikle ikinci Barack Obama döneminde giderek gerginleşen ABD-Rusya ilişkileri Rusya’nın Kırım’ı işgali ile dip yapmış, son aylarında Obama seçimlere müdahale ve casusluk gibi suçlamalarla 35 Rus diplomatını sınır dışı etmişti. O süreçte başkan yardımcısı olan Biden için Rusya, her zaman Çin’den daha önemli ve büyük bir tehdit olagelmiş ve Biden seçim kampanyasında birçok kez “ABD için en büyük tehdit Rusya’dır” demiştir. Rusya ile daha iyi ilişkiler kurmak isteyen Trump başkanlık koltuğuna oturduğunda karşısında devasa bir Rusya karşıtı koalisyon bulmuş ve 2017 yılında “Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasasını” imzalamak zorunda kalmıştı. Bu süreçte Ankara’nın ABD’den Patriotları alamayıp yönünü Moskova’ya dönmesi ve S-400’ler, izah etmeye çalıştığım background sebebiyle Washington’da çok tepki çekti. Elbette Türkiye hava savunma sistemleri davasında sonuna kadar haklıydı, ancak ABD için Rusya’dan S-400’leri almak sadece bir silah sistemi almanın ötesinde anlamlar taşıyordu.

Her şeyden önce ABD, küresel ölçekte en önemli rakibi gördüğü bir ülkeyle Türkiye’nin bu denli yakın askeri/savunma iş birliği yapmasını kendi hegemonyasına bir meydan okuma olarak değerlendirdi. Bir zamanlar “NATO’nun doğu kanadının jandarması” olarak görülen Türkiye, sadece kendi çizdiği dış politika yollarından gidiyor, Libya’dan Karabağ’a emin adımlar atıyor ve ABD ile Rusya arasında adeta bir “denge oyunu” oynuyordu. Türkiye’nin bu özgüveninden rahatsız olan Washington elitleri, bir şekilde Ankara’nın “cezalandırılması” gerektiğini düşünüyordu ve CAATSA bu iş için biçilmiş kaftandı. Eğer meseleye S-400’lerin F-35’lerle uyumu gibi teknik düzeyde değil de daha makro ölçekte bakılırsa Washington’da son birkaç yıldır esen Türkiye karşıtı soğuk hava bu bakımdan daha iyi anlaşılabilir. Günün sonunda Trump yönetimi görece orta-hafif düzeyde bu yaptırımları uygulama kararı almış ve son birkaç yıldır ikili ilişkileri negatif etkileyen önemli bir sayfa (umarız bir daha açılmamak üzere) kapanmıştır.

Biden dönemi nelere gebe?

Türk-Amerikan ilişkilerine dair Obama-Biden döneminden akılda kalan güzel anıların sayısı sınırlıdır. Buna seçim kampanya döneminde Biden’ın yapmış olduğu talihsiz birkaç açıklama da eklenirse 20 Ocak sonrasında ikili ilişkilerde çok parlak bir geleceğin bizi beklemediği çıkarımı yapılabilir. Halen sorun hanesinde yazılı duran FETÖ elebaşının iadesi, Suriye’deki PKK/YPG yapılanması ve bölgesel çıkar çatışmaları gibi maddeler, Biden ile ekibini bekleyen önemli konu başlıkları olacak. Ancak, öte yandan, Trump gibi dış politika yapım süreçlerini daha bireysel tercihlerle bizzat kendi üzerinden götüren bir başkanın ardından Biden’ın kurumsal mekanizmalara, kurumsal ilişkilere, uluslararası ittifak ilişkilerine ve diplomasiye daha fazla öncelik veren bir tarz-ı siyaset izleyeceği öngörülüyor. Bu gerçekleşirse ABD tarafında başta Antony Blinken ve Jake Sullivan gibi isimler üzerinden Türk-Amerikan ilişkilerinde “sorunların perde arkasında ve diplomasi kanallarıyla çözümü” yönünde önemli bir şans olabilir. Dileğimiz Biden ve ekibinin bu şansı iyi değerlendirmesidir.

‘Rusya’ya yakınlaşma’

Trump’ın aksine dış politikadaki önceliğinin Rusya olması beklenen Biden’ın yeni dönemde Türkiye-Rusya ilişkilerini yakından takip edeceğini öngörmek pekâlâ mümkündür. Washington’da sayıları az olan “aklı başında” Türkiye uzmanlarının da dile getirdiği gibi ABD’nin sürekli yaptırım dilini/kozunu kullanması, esasen günün sonunda Ankara’yı daha fazla Moskova’ya iten bir unsura dönüşüyor. Buna mukabil birçok noktada iş birliği yapıyor olmasına karşın Ankara ile Moskova arasında hangi bölgelerde ve konularda rekabet yaşandığı ise aşikârdır. Uluslararası ilişkilerin doğası gereği elbette büyük devletler arasında bazı alanlarda iş birliği olurken başka alanlarda anlaşmazlıklar ya da rekabet söz konusu olabilir. Bu Türk-Amerikan ilişkileri için de Türk-Rus ilişkileri için de geçerlidir. Ancak eğer ABD, NATO müttefiki Türkiye’yi “Rusya’ya fazla yakınlaşmakla” itham ediyorsa önce dönüp aynaya bakmalı ve kendi payına düşen sorumluluğu idrak etmelidir. Biden yönetimi bunu yapabilecek mi bunu zaman gösterecek; ancak ikili ilişkilerin yakın geleceğinden ne bekleyeceğimiz, büyük oranda Biden ve dış politika ekibinin bu noktadaki yaklaşımına bağlı olacaktır.

[email protected]