Çağa, mekana ve insana göre Aydınlanma

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
3.02.2018

Aydınlanma’nın siyasal, sosyal sonuçlarını, bu felsefi harekete dahil olarak ona katkı veren entelektüeller arasındaki farklılıkları da gözetecek bir şekilde ele alan Ahmet Çiğdem, ‘Aydınlanma Düşüncesi’ adlı kitabında hem farklı coğrafyalarda gelişen Aydınlanma hareketlerinin tikelliklerini hem de Aydınlanma’nın sonraki yüzyıllarda ele alınıp yorumlanma şekillerini analiz ediyor.


Çağa, mekana ve insana göre Aydınlanma

Hem Avrupa’da hem de Amerika’da tarihsel olarak İngiliz Devrimi’yle başlatılıp Fransız Devrimi’yle sona eren bir felsefi hareket ile bu felsefi hareketin sonuçları dolayısıyla belirginlik kazanan sosyal ve siyasal süreçlere verilen toplu bir isim Aydınlanma. Hem bir idea bu bakımdan, hem de bir süreç. Bahsi geçen felsefi hareketin en temel amacı insanları temelde kötü ve dolayısıyla köleleştirici olduğuna inanılan mit, hurafe ve önyargılardan ve bütün bunların kurumsallaşmış hali olarak düşünülen dinle (Hıristiyanlıkla) temsil edildiği düşünülen “eski düzen”den kurtarıp “iyi” ve “özgürleştirici” olduğu peşinen kabul edilmiş “aklın düzeni”ne dahil etmekti. Aydınlanmanın entelektüel yapısında “aklın düzeni” dendiğinde anlaşılması gereken, bütün insanlar için iyi olduğu addedilen tüm öğeleri kapsayan bir düzendir. Aynı zamanda Akıl Çağı olarak da kavranan Aydınlanma’nın temel çizgilerini belirleyen temaları sözgelimi Alman filozof Dilthey, “Aklın özerkliği, entelektüel kültürün dayanışması, aklın ilerleyişinin kaçınılmazlığına katıksız inanç ve tinin aristokrasisi” olarak sıralar. Aydınlanmanın hem dolaylı ekonomik, siyasal ve toplumsal sonuçları itibariyle hem de akılsal devrim denen oluşumun altyapısını teşkil etmesiyle “modern toplum”un entelektüel temellerini attığını ileri sürebiliriz. Nasıl ki 1789’da vuku bulan Fransız Devrimi, devrim sonrası politik yaşamdaki bölünmelerin gerek ortaya çıkışında gerekse adlandırılmasında önemli bir “köken” ve “sebep” addediliyorsa, Aydınlanma da gerek bağımsız ilkeler, gerekse çeşitli ideolojilerin içerisinde eklemlenmiş bir öğe olarak varolan nitelikleri itibariyle hem geneldeki entelektüel tavır alışlarda hem de özelde çeşitli disiplinlerdeki teorik ve felsefi farklılıkların, çeşitli dünya görüşlerinin ayırt edicisi olarak görülebilir.

Öncelikle Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerika’da yaşandığı ve sonra da dünyanın diğer bölgelerinde etkili olduğu söylenebilecek bu felsefi hareket ve onun siyasal, sosyal sonuçlarını, bu felsefi harekete dahil olarak ona katkı veren entelektüeller arasındaki farklılıkları da gözetecek bir şekilde ele alan Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi adlı kitabında hem farklı coğrafyalarda gelişen Aydınlanma hareketlerinin tikelliklerini hem de Aydınlanma’nın sonraki yüzyıllarda ele alınıp yorumlanma şekillerini analiz ediyor. Fransız Aydınlanması’nın toplumsal sınıf olarak burjuvazinin, medyanın, locaların ve salonların ürünü olarak ortaya çıktığını belirten Çiğdem, bundan farklı olarak Alman Aydınlanması’nın (Aufklarung) üniversitede gelişen ve kendini orada geliştiren bir akım olduğuna işaret ediyor. Belki de bunun sebebi Alman Aydınlanması’nın, kendi tarihini karşıtıyla (Sturm und Drang) birlikte yazmak zorunda kalmasıydı. Yine Aydınlanma’nın başlaması ve kurumsallaşmasını sağlayan Fransız Aydınlanması’na karşı Alman Aydınlanması, Aydınlanma’nın sınırlanmasını ve aşılmasını temsil eder. Kantçı bilgi teorisi ve etik, Aydınlanma’yı sınırlarken Sturm und Drang, romantizm, idealizm ve tarih felsefeleri de onun aşılmasına işaret eder.

Çiğdem, Aydınlanma hareketinin tamamen dine karşı bir hareket olduğu genel yargısının İngiliz ve Alman Aydınlanması göz önüne alınırsa geçerliliğini yitireceğini düşünüyor. Aydınlanma’nın temelde bir “öğrenme ideali” olduğuna değinen Ahmet Çiğdem kitaba eklediği “Şimdi Sorulan Bir Soru Olarak Aydınlanma Nedir?” bölümünde de Michel Foucault ile Jurgen Habermas arasındaki farklılaşmayı ele alıyor ve günümüz felsefesindeki modernlik eleştirilerine Habermas’ın verdiği cevaplardaki normatifliği de gözeterek “Aydınlanma Nedir?” sorusuna Immanuel Kant’ın verdiği “Ergin olmama halinden kurtuluş” cevabının bizi sürekli kendimize ve şimdiye, yani imkan ve sınırlılıklarımıza yönelttiğini de sarahaten ifade ediyor.

Lévi-Strauss’un anlattıkları

Yapısal Antropoloji’nin kurucusu Claude Lévi-Strauss 20. yüzyıl içinde düşünceleriyle belki en etkili olmuş düşünürler arasında sayılabilir. Didier Eribon’un 1980’lerde Lévi-Strauss ile iki yıl boyunca belirli aralıklarla bir araya gelerek sürdürdüğü diyaloğun ürünü olan Uzaktan Yakından isimli kitapta, Lévi-Strauss’un Brezilya’da yerli kabileler arasında yaptığı saha araştırması, İkinci Dünya Savaşı başında askere alınması, Soykırım’dan kurtulması, Fransız gerçeküstücülerle Amerika’da kurduğu yakın ilişkiler ve yapısalcılığın kuruluşu gibi konular ile düşünürün kitapları ve düşünceleri üzerine diyaloglar yer alıyor. Uzaktan Yakından, Claude Lévi-Strauss, Metis, 2018

Yeni-romacı sivil özgürlük anlayışı

Her biri ders sunumlarından ibaret üç makalenin yer aldığı kitabında ünlü İngiliz tarihçi ve siyasetbilimci Quentin Skinner, İngiliz iç savaşı dönemine Cumhruiyetçi bir perspektifle yoğunlaşıyor. Liberalizmin ezici zaferine karşı Cumhuriyetçi düşünce mirasını çıkaran Skinner, “yeni Romacı sivil özgürlük” anlayışı olarak nitelendirdiği yaklaşımın İngiliz İç Savaşı esnasındaki gelişimini irdeliyor. Skinner’e göre, liberalizmin ideolojik zaferi bu yaklaşımın itibarını sarssa da Anglofon siyaset felsefesinde hakim konumda olmaya devam etti. Skinner kitabında yeni-romacı yaklaşımı asıl siyasi ve tarihsel bağlamında irdeliyor. Liberalizmden Önce Özgürlük, Quentin Skinner, Islık, 2018

@uzakkoku