Çağın günah keçileri

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim Üyesi
30.07.2021

Gerçekte daha makro nedenlerden kaynaklanan "üstün kitlenin hak ettiği" hayatı yaşayamaması, göç aracılığıyla gelen diğerlerinin varlığı ile ilişkilendiriliyor. Popülist siyasetin amaçlarından birinin de böylesi bir kabullenme olduğu açık. Sorunlara yönelik somut bir çözüm önerisi getirmeden kendi kitlesini konsolide etmek için düşmanlığa dayalı bu dil oldukça işlevsel bir mekanizma olarak görülüyor. Üstelik bu yaklaşım, tüm siyasal başarısızlıkların üstünü örtme işine de yarıyor.


Çağın günah keçileri

Geride bıraktığımız haftaya, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın Türkiye'deki Suriyeli sığınmacılara yönelik sözleriyle başladık. Özcan, yardımlarını kesmekten işyeri açmak istediklerinde ruhsat vermemeye kadar tüm çabalarına karşı şehrindeki Suriyelilerin Bolu'yu terk etmediklerinden yakınıyordu. Belediye başkanının bulduğu son çözüm ise ilde yaşayan Suriyeli sığınmacıların su faturalarını ve katı atık ücretlerini on kat artırmak. Özcan, bu önerisini yapılacak ilk belediye meclisi toplantısında gündeme getireceğini dile getirdi. Neyse ki Özcan'ın bu açıklamaları farklı kesimlerden tepkiler aldı ve ideolojik farklara rağmen toplumsal sağduyunun hâlâ büyük ölçüde korunduğunu gösterdi. Ancak asıl sorun, Özcan'ın bu açıklamalarının münferit olmaması. Tanju Özcan'ın sözleri, son dönemde dünyanın pek çok yerinde görülen göçmen ve yabancı karşıtı siyasal kampanyaların örneği durumunda.

Düşmanlık dalgası

Türkiye'de de muhalefetin göçmen karşıtı kervana katıldığı herkesin malumu. Dolayısıyla Özcan, aslında içinde bulunduğu siyasal kesimin göçmen politikalarına ilişkin yaklaşımın bir özetini sundu. Dünya genelinde geçmişte marjinal kesimlere özgü görülen yabancı karşıtlığı giderek ana akım siyasetin bir parçası durumuna geliyor. Evrensel ölçekte en çok Müslümanların hedefinde olduğu bu süreç, Türkiye özelinde Suriyeli sığınmacılarla son dönemde Afgan göçmenlere odaklanıyor. Bu düşmanlık dalgası, aslında bumerang gibi kendi topraklarından çıktığı anda yabancı olan herkese dönüyor.

Göç sorunu nasıl yönetilecek?

Öncelikle somut bir tespitle başlayalım: Son dönemde dünyanın hemen her yerinde göç hareketleri oldukça yükseliyor. Kuşkusuz insanlığın, bu coğrafya özelinde de Anadolu'nun tarihi göçle yazıldı. Tarih boyunca çok sayıda insan, atalarının topraklarını farklı sebeplerle terk edip başka diyarlara göç etmek zorunda kaldı. Bu açıdan bakarsak göç, medeniyet açısından hiç de yeni bir olgu değil. Ancak şunu da kabul etmemiz gerekiyor: Tarih boyunca nüfus hareketliliği hiç bu kadar yoğun, hızlı ve sürekli olmamıştı. Ulaşım ve iletişim imkânlarının gelişmesi, insanları, kendi ülkelerini bırakıp daha iyi şartlar altında yaşayabileceklerini düşündükleri başka coğrafyalara yöneltiyor. Bu yolculuk, bazen tıpkı geçmişte olduğu gibi insanın canı pahasına gerçekleşiyor bazense bir uçak yolculuğu konforunda. İnsanlar, hem dünyanın başka yerleri hem de buraya nasıl gidecekleri konusunda geçmişe göre çok daha bilgiye sahipler. Geçmişe göre daha hızlı ve rahat şekilde başka yere gitme kolaylığı da buna eklenebilir. Üstelik dünyanın pek çok yerinde yoksulluk, baskı, iç savaş ve terör gibi sorunların giderek artması bu göç dalgasının giderek yükselmesine neden oluyor. Kısaca göç, günümüzün en önemli küresel sorunlarından biri ve önümüzdeki dönemlerde de böyle olmaya devam edecek. Sorunun tüm insanlığı ilgilendiren boyutu ise bu sürecin küresel ölçekte nasıl yönetileceği.

'Üstün kitle'nin hakları

Göçle ilgili konular, dünyanın pek çok yerinde eşzamanlı olarak beliren daha geniş çaplı ekonomik ve siyasal krizlerden kaynaklanan sorunları tetikliyor. Teknolojik gelişmeler, her yerde farklı sektörlerde istihdam imkânlarını giderek azaltıyor. Bu nedenle, gelişmiş devletler de dâhil olmak üzere çoğu ülkede işsizlik artarken refah giderek düşüyor. Yine küresel terör ve sınır aşan organize suçlar gibi sorunlar tüm ülkelerin karşılaştığı güvenlik tehditlerini büyütüyor. Son dönemde Covid19 pandemisinin yarattığı ekonomik sorunlar da bunlara eklenince geniş toplumsal kesimlerde memnuniyetsizliğin giderek arttığını söylemek mümkün. Yaşanan tüm bu sorunlara göçlerin eşlik etmesi, göçmenlere ilişkin olumsuz yaklaşımları güçlendiriyor. Aynı süreç, siyaset sahnesinde popülizmin giderek yükselmesi yönünde bir sonuç doğuruyor. Popülist söylem, belirli bir toplumsal kesimin üstünlüğüne vurgu yaparken diğer kesimleri ötekileştiren hatta düşman gibi gösteren bir dil kullanır. Dolayısıyla gerçekte daha makro nedenlerden kaynaklanan "üstün kitlenin hak ettiği" hayatı yaşayamaması, göç aracılığıyla gelen diğerlerinin varlığı ile ilişkilendiriliyor. Bu durumun, yaşanılan sorunlarla gerçekçi bir zeminde hesaplaşılmamasına ve bunların başkalarından kaynaklandığının düşünülmesine neden olduğu açık.

Popülist söylem, siyasetçilere aslında konforlu bir alan sağlıyor. İşsizlikten ekonomik daralmaya pek çok sorun bir günah keçisine havale edilerek geçiştiriliyor. Günah keçisi ifadesinin altını özellikle çizmek gerekli. Zira bu süreçte yaşanan tüm sorunlar, bazen daha iyi bir hayat bazense sadece ve sadece hayatta kalabilmek için ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan göçmenlere havale ediliyor. İşsizliğin nedeninin ülkeye sonradan gelen yabancılar olduğunun dile getirilmesi, doğru olmamasına rağmen sanki siyasetçinin o soruna yönelik bir çözüm önerisi var gibi bir algı yaratıyor. Ekonomik daralmanın sebebi, pastayı paylaşan yeni misafirlerin ortaya çıkmasına bağlanıyor. Ya da yine gerçekle ilgisi olmamasına rağmen suçun arttığı, şehirlerin giderek daha tehlikeli hâle geldikleri, bunun sebebinin de yeni göçmenler olduğu tezi işleniyor. Gençlerin nitelikli eğitim alamaması da yine yanlış ve haksız şekilde yerlerine yabancıların yerleştirilmesiyle izah ediliyor. Ne de olsa post-truth çağındayız; bunların doğru olması değil, hedef kitlenin doğruluğuna ikna edilmesi önemli. Nitekim Özcan da muhtemelen, önerdiği düzenlemelerin hukuka aykırı olduğunu, sığınmacılara yasal açıdan bahsettiği türden farklı tarife uygulanamayacağını biliyor. Ancak kendisi için asıl önemli olan, alıcısı zaten hazır olan bu mesajı vermek.

Göçmen karşıtlığı temel alan söz konusu popülist söylem, Batı ülkelerinde bir girdap gibi neredeyse tüm siyaseti içine çekiyor. Öyle ki örneğin ABD'de Trump ile berraklaşan yabancı karşıtlığı, seçimler yaklaştıkça Almanya'dan Fransa'ya çok sayıda ülkede giderek güçlenen bir eğilim hâline geliyor. Bu sürecin hedefinde ise temelde Müslümanlar bulunuyor. Batı'da geçtiğimiz dönemlerde faşizan siyasal hareketlerin Müslüman karşıtlığı İslamofobi temelinde siyaseti harekete geçiren etmenlerden biri durumuna geldiği biliniyor. Böyle bir yaklaşımın neden olduğu en önemli sorun, geçmişte dile getirildiğinde tepki çekecek ötekileştirici bir siyasal söylemin giderek normalleşmesi. Bu durum, hiçbir somut temele dayanmadığı hâlde göçmenlerin olmamasının daha iyi bir ülkede yaşanacağı yanılgısını doğuruyor. Tersinden bakıldığında da neredeyse her türlü olumsuzluğun göçmenlerden kaynaklandığı algısı üretilerek sorunlarla gerçekten yüzleşilmesini engelleniyor. Popülist siyasetin amaçlarından birinin de böylesi bir kabullenme olduğu açık. Sorunlara yönelik somut bir çözüm önerisi getirmeden kendi kitlesini konsolide etmek için düşmanlığa dayalı bu dil oldukça işlevsel bir mekanizma olarak görülebilir. Üstelik bu yaklaşım, tüm siyasal başarısızlıkların üstünü örtme işine de yarıyor.

Alternatif politikalar

Türkiye'de Suriyeliler ve Afganlar üzerinde yoğunlaşan sığınmacı karşıtlığının da Batı'da yükselişte olan popülist yaklaşımlardan farklı bir zemine oturduğu söylenebilir. Elbette hâlihazırda dünyanın en çok sığınmacı barındıran ülkesi durumundaki Türkiye'nin gündelik hayatta karşılaştığı pek çok sorun var. Bu denli yoğun göç alan ülkelerde, başta entegrasyon olmak üzere göç politikaları konusunda makro planın bulunması oldukça önemli. En az bunun kadar önem taşıyan bir nokta ise muhalefetin yine aynı bağlamda kapsamlı alternatif politika önerileri geliştirebilmesi. Ancak bu yönde, hiçbir hazırlığı olmadığı anlaşılan "muhalefetin sığınmacıları geri göndermek" gibi gerçek hayatta ne hukukî ne de siyasî karşılığı olan bir dil kullanmanın ötesine geçemediği görülüyor. Özcan'ın partisi CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, üstelik de bayram haftası, yaptığı Suriyelileri iki yıl içinde geri gönderecekleri şeklindeki açıklama aslında bu politikasızlığın en açık ifadesi. Zaten Özcan'ın böyle rahatça konuşabilmesini sağlayan temel etmen, yalnız olmadığını bilmesi. Daha açık bir ifadeyle partisi ile ittifak ortağı, İyi Parti'nin göçmen karşıtlığı paydasında buluşmaları. Muhalefetin göçmenlere yönelik bu yaklaşımı, sorunun çözülmesine katkıda bulunmadığı gibi daha da büyümesine neden oluyor.

Kuşkusuz göç, çağımızın en önemli sorunlarından biri. Küresel nüfus hareketliliğinin önümüzdeki yıllarda daha artacağı rahatlıkla öngörülebilir. Göç sorununun ileride sürekli artan yeni başlıklarla tartışılması kaçınılmaz gibi duruyor. Doğdukları coğrafyada karınlarını doyuramayan, hatta her gün ölüm tehlikesiyle yaşayan insanların ne pahasına olursa olsun başka ülkelere gitmeyi denemekten vazgeçmeyecekleri aşikâr. Orta ve Güney Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Yakındoğu Asya'da istikrarsız yönetimler ve başarısız devletler vatandaşlarının içinde bulundukları şartları radikal şekilde değiştiremedikçe göçlerin durmasını beklemek için bir neden yok. Dolayısıyla belki tamamen çözülmesi mümkün olmayan, ancak yönetilebilir bir düzeye getirilmesi gereken bir sorunla yüz yüze olduğumuzun anlaşılması gerekiyor. Sürecin iyi yönetimi, aynı zamanda yaşanan krizin fırsata çevrilmesini sağlayan araçlardan biri olacaktır.

Göçü lehe çevirmek

Burada söz konusu sorunun iki ayrı düzlemde ele alınması gerektiği söylenebilir. Öncelikle tüm insanlığı ilgilendiren evrensel bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzun fark edilmesi gerekiyor. Küresel ölçekte temel ihtiyaç maddelerine ve sağlık hizmetlerine ulaşım, güvenlik, terör ve baskıcı yönetimler gibi sorunların çözülmesi için uluslararası toplumun ortak bir inisiyatif geliştirmesi gerekli. Elbette devletlerin çatışan çıkarları göz önünde alındığında bu durumun hayata geçmesi kısa vadede çok kolay olmayacak. Bu bakımdan, ikinci düzlem olan ulusal politikalardan yola koyulmak daha gerçekçi olabilir. Ülkenin göçmen kabul kapasitesinin ve gelecekteki muhtemel nüfusun belirlenmesi, toplumsal entegrasyon, istihdam, eğitim ve iskan başta olmak üzere farklı alanlarda makro ölçekli planların hazırlanmasının doğru bir başlangıç noktası olacağı gerçek. Daha açık bir ifadeyle, diğer pek çok ülke gibi Türkiye'nin de göçmenlerle yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. Aslında Türkiye'nin tarihi, sorunu yönetme açısından geniş bir tecrübe sağlıyor. Söz konusu tecrübeyi çağın dinamikleri ve bilimsel veriler doğrultusunda kullanabilmek Türkiye'nin göçü kendi lehine çevirmesini sağlayacaktır. Aksi takdirde, hiçbir gerçekçi çözüm önerisi içermeyen göçmen karşıtı popülist yaklaşımın toplumsal bütünlüğü tehdit etmeyi sürdüreceğini söylemek kehanet olmayacak.

@heberis