Cahil, hakikati örtecek kadar çok bilendir

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
7.08.2021

Cehalet kavramının esası bilmemeye değil aksine bilmeye dayanıyor, hatta hakikati örtecek kadar çok bilmeye. Ancak cahil, bilmesine karşın varlığın bilgisine yani ona yüklenmiş, tab edilmiş tabiatına savaş açarak onu örtbas eder. Cehalet, bilerek ve isteyerek yapılan bu doğrultudaki eylemlerin adıdır. Cehalet yalanı tahkim edecek eylemlerle zulme evrilir.


Cahil, hakikati örtecek kadar çok bilendir

Kavramların da tabiatı vardır ve bu onlara yüklenen anlamın tab edilmesi ile gerçekleşir. Ancak insan bu anlamı boşaltarak tam aksi içerikleri de ona yükleyebiliyor. Elbette kavramın içeriği ile ilgisi olmayan bu yükleme o kavramda bir tabiata dönüşmez, aksine o kavramın tabiatı ile savaşarak onun anlam dünyasına giren her şeyi tahrip eder. Cahil kelimesi de diploma sahibi olmadığı halde, gerçek okuma olan anlama, bilme ve bildiğinin sorumluluğunu alarak bilinçli olan birçok insanı tahkir eden bir içerik değişikliğine maruz kalmıştır. Karanlıkla tasvir edilen cehaletin en önemli fonksiyonu, öncelikle bilinci kapatmak ve buradan kendine yol açmak için kavramların tabiatını karartmaktır.

Hegemonik güç arzusu

Liyakat doğrudan cehaletin zıddı olmasa da içerik olarak böyle bir doğrultudadır. Cehaletin zıddı olan halim, hakikat karşısında nezaketli, eğilerek (rüku böyle bir anlamı sembolize ediyor olabilir) ona geçit veren ve hakikatin bilgisinin sorumluluk bilincinde olan anlamına gelir. Dolayısı ile cehalet, hakikat karşısında kaba saba ve onu örtbas etmek için bilgi başta olmak üzere her türlü argümanı malzeme etmektir. Cehaletin salt güç olarak gördüğü bilgi, eğilip bükülerek hakikati çarpıtıp, yontarak silah olarak kullanılan bir aparattır. Cehalet bilmemek değildir aksine güç olarak algıladığı çokça bilgiyle hakkaniyet karşısında hegemonik bir güç arzusudur. Liyakat ile cehaletin karşı karşıya geldiği, liyakatsizle yan yana geldiği nokta burası. Liyakat hakikatin gücünü açığa çıkarmakken liyakatsizlik cehaletin eylemi olarak kendi gücünü çoğaltma peşindedir. Liyakat ve liyakatsizliğin cehaletini ayıran, neyin ne kadar bilindiği değil bu bilgiye ne anlam yüklendiği ve onunla ne yapıldığıdır.

Kıblesi olan toplum

Liyakat, sahip olunan yeterliliğin yanında hakikate geçit vererek hakikatin kapasitesini yayıp açığa çıkarmaktır. Liyakatsizlik ise öncelikle şahsi ve kabilevi çıkarlarını önceleyip, liyakatsizliği gizlemek ve ele geçirdiği yerde tutunabilmek için daima kendisinden daha kapasitesiz, kendisine itaat eden kişileri tedavüle sokarak, insani kapasiteyi engellemekle cehaletle aynı doğrultuda yan yanadır. Bu açıdan cehalet ile savaş, öncelikle yaptığı işin kapasitesine uygun yeterliliğe sahip olan ve kapasiteyi görüp ona yol verebilen liyakatli kişilerin, hakikatin önündeki engelleri kaldırması ile yapılır. Liyakatsizliğin en uç örneğini sergileyen darbeci zihniyet, bir milletin ve onun devletinin hakikati olan değerleri ile çatışan liyakatsiz kişilerin cehalet örneğidir. Cehalet, bilginin sorumluluğunu cari kılan hakkaniyet bilinciyle yok edilir. Bu sorumluluğu almadan bilmek ise hakikati örtbas eden cehaletin malzemesi olmaktan başka bir işe yaramaz. Liyakatlizlik özellikle liyakatin ölçüsü olan insanlık değerlerine yönelişi çarpıtıp tüm imkanları kendi tanımladığı ırki veya ideolojik kabilenin mensuplarına döndürmekle gerçekleşir. Kabile kıblesi olan toplum demektir. Kabilecilik ise kendini kıble edinmiş ve her şeyin kendi etrafında döndüğü, kendini kıble kabul eden bir toplum tasavvurudur. Bu durum elbette kabile değerlerini kıble edinme sapması ile insanlık değerlerinin yöneldiği kıbleden sapmaya yol açar.

Anlam ilişkileri

İnsan yaşamı, kendisi ile birlikte tabiata verdiği anlamlar üzerinde senkronize olarak gerçekleşir. Tabiat kavramı temelde bir varlığa yaradılışla yüklenmiş olan anlamı ifade eder. Ancak insan, varlıkların kendinde sahip olduğu anlam dışında onlara anlam verebilen ve bu anlamla kurduğu ilişkisi üzerinden yaşamsallığını belirleyebilen bir varlık olarak diğer varlıklardan ayrışır. Bunu da dil yeteneğini ortaya çıkartan tanımlama, ad koyma yeteneği ile yapar. İnsanın insan olarak yaradılışında öne çıkan konu Adem'in varlıkların isimlerini bilme yeteneğidir. Varlıkları adlandırma, onlarla akli bağlamlar kurma ve onlara bu anlamın bilgisi ile müdahale edebilme yetisi demektir. Bu açıdan bilmek, farkındalıkla varlıkların benzerlik ve farklılıklarıyla kurulu tabiata müdahaleye dönüşür. İnsanın varlıklar tabiatı ile kurduğu anlam ilişkisi ise kendi tabiatını ortaya çıkartır. Bu açıdan insan tabiatı ve varlıklar dünyasının tabiatı, insanın varlık tasavvuru doğrultusunda gerçekleşir. Ancak insan bu uyumu anlam ilişkilerini karşısına alarak ya da varlığa tabiatı dışında anlam vererek onu değiştirme veya bozabilme yeteneğine sahiptir. Her şey olabilme donanımına sahip olan insanın mücadelesi bu iki özellik arasında gerçekleşiyor. Varlığın tabiatına (hakikatine) uygun bir algı dünyası veya bu tabiatın karşısında onunla savaşan bir algı dünyası arasında kurduğu anlam ilişkileri ile kendini de anlamlandıran bir varlık olarak insan, anlam verme eylemi olan adlandırma yeteneği ile kendi mahiyetini ortaya çıkartan yani ne olacağını kendisi belirleyebilen bir varlıktır.

Cehalet kavramının esası bilmemeye değil aksine bilmeye dayanıyor, hatta hakikati örtecek kadar çok bilmeye. Ancak cahil, bilmesine karşın varlığın bilgisine yani ona yüklenmiş, tab edilmiş tabiatına savaş açarak onu örtbas eder. Cehalet, bilerek ve isteyerek yapılan bu doğrultudaki eylemlerin adıdır. Cehalet yalanı tahkim edecek eylemlerle zulme evrilir.

Hakikati örtbas etmekle cehaletin açığa çıktığı ilk görünüm olarak yalan, söylediğinin hakikatini bildiği halde aksini kasıtlı olarak söylemektir. Yalan doğrunun değil hakikatin zıddıdır. Doğrunun zıddı yanlıştır ve bu kavramlar, gerçekliğin değerlendirmesine ilişkin, bana göre ve sana göre kanaatlerine dayalı felsefi kavramlardır. Bir ifadenin yanlış olduğunu söylemek onun yalan olduğunu ifade etmez. Yalan söyleyen öncelikle söylediğinin öyle olmadığını bilerek söyler. Sözün yalan olup olmadığını sorgulayan "hakikaten mi?" sorusu, yalanı zıddıyla açığa çıkarmayı yani yalan kelimesinin zıddının hakikat olduğunu, yalanın hakikatte açığa çıktığını ifade eder. İşte cehaletle savaşmak bu anlamda kavramsallaşmış bir kaygıda ifade bulmuş çok yerinde bir kavramdır. Çünkü cehaletin tüm görünümleri, hakikati yerinden etmek olan zulüm olarak gerçekleşir ve bu açıdan hakikati açığa çıkarıp ona geçit veren liyakat ortamı, cehaletle savaşıp onunla mücadele ederek hakikati gerçekleştirebilir. Aksi takdirde cehalet, hakikat maskesi takmış yalanla ortamı simule eder. Yalanın ikna olmuş muhatapları için bu simulasyon ortamı hakiki ortamdır.

En bilgili: Ebu Cehil

Yalanın hakikat görünümüne dayalı hegemonik algı, her ne olursa olsun kendi üstünlüğünü cari kılmak için her yolu mübah gören kabilecilik yakınlığı algısında ikna olmuş kitlelerle; hakkın hakikatine dayalı hakimiyet algısı ise, kim olursa olsun hakikati öne çıkartarak onu cari kılmaya çalışanların yakınlığına dayalı algılarla tabiat kazanmış topluluklar olarak ayrışır. Yakınlara iyilik etmeyi emreden ayetteki yakınlığın, kabile ve kan bağını değil hakikate yakınların yakınlığı olduğunu vahyin ilk muhatabı olan peygamber ve sahabeler arasındaki yakınlık ilişkilerinde açıkça görüyoruz. Aynı kabilenin mensubu olan Amr bin Hişam'ın hakikat ile savaştaki liderliği onun Peygamber tarafından Ebu Cehil olarak adlandırılması ve aynı aileden olmasına rağmen birçok sahabenin hakikat üzerinden karşıt saflarda yer alması bize yakınlığın salt kan bağı ile ilgisi olmadığını gösteriyor. Ebu Cehil, fetihten önce Mekke'nin lideri ve en bilgilisi olarak bilinmesine rağmen, Peygamberimizin ona Ebu Cehil ismi vermesi, cehaletin gerçek anlamını unutturmayacaktır.

Cehaletin öznesi cahil ile ona maruz kalıp onu hakikat zannedeni ayrı tutmak gerekir. Çünkü cehalete maruz kalan insan onu hakikat zannederek ikna edilmiş kişidir. Bu durumda hakikati savunmak, yalan ve dezenformasyon karşısında hakikati ortaya çıkarmak gibi bir sorumluluk istiyor. Cehaletin altyapısını oluşturan liyakatsizlik ideolojik veya kavmiyetçi yakınlaşmalarla birbirini överek tahkim eden ve insan hakikatine geçit vermeyen küresel örüntülerle işliyor. Sömürgecilik olarak faaliyette olan bu işlemci, kendisine boyun eğmeyen ülkeleri, işbirlikçileri ile içeriden ele geçirmeye dayalı darbeci - işgalci bir noktaya evrilmiştir. Elbette bu, ele geçirmek istedikleri ülkelerin kaynakları ile gerçekleşen ucuz bir yöntem olarak cazibesini sürdürüyor. Özellikle kendi ülkesinin hakikatini, sömürgecilerin hegemonyasına teslim etmeye meyyal, mal ve makamla tabir edilmiş itibar sahibi olma talebi liyakatsizlikle, cehalet kadar ucuz bir yöntem.

Sömürgeci irade, her şeyi sahip olabileceği mal ve malın değerini de tabir edip itibar verdiği para ile ölçen bir sistem. Böyle bir sistemin verdiği itibarla cezbeye tutulup, ülkeyi ateşe veren taliplerin -insanın parasal bir karşılığı olamayacağına göre- kendilerini fonlayan iradenin nesi olduklarını anlamak zor değil.

[email protected]