Çamlıca’da bir telaş!

0
2.09.2012

Türklerin kültürü iki kaynaktan beslenmekteydi: Medrese ve tekke. İkisini de kapattılar. Topluma kaybettiği kültürünü otodidakt öğrenmekten başka yöntem bırakmamış bir ülkede yaşıyoruz çok zamandır. Çerçeve bu olunca Çamlıca telaşını anlamak kolaylaşıyor.


Çamlıca’da bir telaş!

Prof. Dr. AHMET NEZİHİ TURAN / Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi

Radikal kültür devrimleri yaşamış toplumlar telaşlıdırlar. Her yeni fikre hemen cevap vermek isteyen biri çıkar. Fikre taraftar veya muhalif sayısı öyle hızlı artar ki fikrin ilk hali çabucak unutulur. Tartışma, ilk şekliyle bağlantılı olsun olmasın, bambaşka bir mahiyete bürünür. Türkiye de o toplumlardan biridir. Bu toplumun tipik mensubu, aklına gelen ilk şeyi söylemesiyle ayırt edilir. Konu ne olsa ve o konuyu ne kadar biliyor olursa olsun. Türk övün çalış güven, denmiştir. Övünmeli bir giriş yapar konuya, çalışmayı es geçer, güveni ukalalık hissi verir.

Bu toplum bir yandan da modernleşmektedir. Modernleşmesini İslam’da Modernleşme adıyla (Şerif Mardin’e göre mevzuu ilk defa bu kadar derinlemesine) inceleyen Bedri Gencer, bunu kültürsüz modernleşme olarak tanımlamaktadır. Çünkü, ona göre, Türklerin kültürü iki kaynaktan beslenmekteydi: medrese ve tekke. Doğrudur bu. İkisini de kapattılar. Toplumunun tipik mensubu olmak istemeyen kişiye kaybettiği kültürünü otodidakt öğrenmekten başka yöntem bırakmamış bir ülkede yaşıyoruz çok zamandır. Tarih bölümü öğrencilerinin çalışmakta ve geçmekte en fazla zorlandıkları iki dersin İnkılap Tarihi ve Osmanlıca olması boşuna değil. Çerçeve bu olunca Çamlıca telaşını anlamak kolaylaşıyor. “Efendim” demeyi unuttuk gerisi geldi diyordu bir yazar, bir yerde.

Şehr-i İstanbul’dan başlayalım: “Saâdetli İstanbul şehr-i şehîrine şöyle bir ayaküstü misafir olalım” (Sâmiha Ayverdi). Büyük İstanbul denilen ve Bostancı köprüsünden başlayıp Küçükçekmece’ye uzanan eyaletin adı değildir Şehr-i İstanbul. Eyaletin dört şehrinden (diğerleri Eyüp, Üsküdar, Galata) birincisi/incisidir. Hacı Bayram’ın “Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde” dediği, Kostantıniyye, Der-saâdet, Âsitane... Kolaylık olsun diye Tarihî Yarımada dediğimiz yer.

İstanbul’un değişen silüeti

İkincisi, İstanbul’un silueti. Anlaşılması gereken bunun Büyük İstanbul’un değil tarihî yarımadanın silueti olduğu. Yüzyıldan yüzyıla, hatta her yüzyıl içinde değişen siluet. Süleymaniye’nin, Rüstem Paşa ve Sokollu camilerinin olduğu/olmadığı 16. Yüzyıl siluetleri meselâ -Sultanahmet, Valide Turhan zaten yok, öyle hayal edelim. O halde klasik üslupla zihinlere yerleşen siluet, diyelim, Nuru Osmaniye ile bitiyor. Ama, bugünküne göre elbette çok daha yavaş, değişerek ve eklemlenerek. Kelâmın neticesi şu, siluet standart değil ve Çamlıca tepesi de Taksim düzü de bu esnek siluetin dışında -biri Üsküdar’da diğeri Galata’dadır. Yok, Büyük İstanbul silueti ise dert, onun dermanı bağcı dövmekle hiç bulunamaz zaten.

Üçüncüsü: Çamlıca’da veya bir başka yerde cami fikri, Murat Belge’nin benzetmesiyle, ‘zorunlu hareketler’le taraftar ya da muhalif olunacak bir şey değil. Serbest hareketlerle/düşüncelerle bakıp münakaşa (iki yandan nakşetmek, işlemek anlamında) edebilmek için de işi ehline sormak gerekiyor. Aslı Maraşlı biri olarak Sütçü İmam adı bir üniversiteye isim için bana ne kadar tuhaf geliyorsa; bir imar müdürünün de mimarım diye -yahut bir siyasetçinin seçildim diye- aklına esen/estirilen ilk yere cami yapmayı düşünmesi o kadar garip geliyor. Velev ki bu düşüncenin önünde veya arkasında birileri olsun.

Dördüncüsü, cami bir kültürel sembol. İstanbul kültürü cuma kılınan ibadethaneye cami demiş. Araplar külliye/üniversite anlamında kullanıyor kelimeyi -Câmiül-Ezher gibi. İstanbul’a her cami o kültürü keşif maksadı da taşımalı yani. Buna Süleymaniye’nin işletme tüzüğü de dahil. Anekdota göre vakfiyesinde ücretlendirilecek beş de musalli (namaz kılan) tayin etmiş Kanuni. Boş kalmasın diye. Mabed içiyle dışıyla bir bütün kısaca. Gecesiyle gündüzüyle cuşu hurûşun olmadığı bir mabedin niye ve nereye yapıldığının önemi nedir ki aslında.

Velhasıl bu ülkede hepimiz aynı eğitimden geçtik, geçiyoruz. Kültürsüzüz, irfansızız. Önünü ne kadar ıslah edersek edelim zihinlerimizin arka çekirdekleri deforme olmuş. Bu yüzden formdan muhtevaya geçmekte müşkülat çekiyoruz. Mevcut form da, deforme olmuş çekirdeğiyle, muhtevayı tayin edip duruyor.

Vahideddin’in yeri payitahttır

Başbakan Erdoğan duygusal bir siyaset adamı, aklına ilk geleni söylemesi biraz da bundan. Çoğu zaman bu onun avantajı da, tecrübeyle sabit. Ama aynı zamanda ilk söylediğinin hemen arkasından akla avdeti de biliyor, bu da tecrübeyle sabit. Meseleye makul bir çözüm bulacaktır -çözümden maksat, cami olmadı mescid yapalım şeklinde anlaşılmamıştır umarım. Bu arada, akıl vermek gibi olmasın da, Osmanlı hanedanının son padişahı kanın gövdeyi götürdüğü Suriye’de, Şam’da yatıyor. Haindi değildi saçmalıklarını bir tarafa itip Sultan Vahideddin’i olması gereken yere, II. Mahmud türbesine nakletmek gerekiyor. Bir Ruslar bir biz kalmıştık hanedanıyla tekkesiyle (tarîkatlerin yasak olduğu tek ülke hâlâ Türkiye) kavga edip duran, Ruslar 1998’deki merasimle Romanoflar’la barıştı. Tek olmaktan sıkılmadık mı. Hem ittihatçılık da ömrünü tamamlamasın mı artık.

[email protected]