Çaresiz zamanların mirası: İçimizdeki yargıç

Rabia Yavuz/ Uzman Klinik Psikolog
3.07.2025

Kendimize şefkat göstermek, “kusursuzum” demek değildir. Kusurlarımız yokmuş gibi davranmayı denemek te değildir. Aksine, insani kusurlarımızı tanımak ve onlara merhametle yaklaşmak demektir. O merhametin kılavuzluğunda ilerlemektir.


Çaresiz zamanların mirası: İçimizdeki yargıç

Rabia Yavuz/ Uzman Klinik Psikolog

Zor bir gündü. Belki eşiniz çocuğunuzun son günlerde yaşadığı sorunlar nedeniyle sizi sorumlu tuttu. Belki anneniz eşinizle yaşadığınız sorunu yeterince alttan almadığınız için iyi bir eş olmadığınızı söyledi. Belki işyerinde yaptığınız sunum umduğunuz gibi geçmedi. Belki ufukta güzel bir gelecek görmeyi istediğiniz kişi sizden ayrıldı. Bu olası senaryolar farklı görünse de ortaklıkları vardır. En yaygınlarından biri ister dışarıdan ister zihninizdeki seslerden gelen "Senin yüzünden, yine yapamadın, yetersizsin" gibi yaralayıcı cümlelerdir.

Dış dünyanın fırtınası geçip gider çoğu zaman. Telefonda bizi suçlayan sesin cümleleri görüşme sonrası bitmiştir. Sizi itham eden kişi odadan ayrılmıştır. İşyerindeki mesainiz akşam sularında sona erer. Görüşmeyi istediğiniz kişi bir daha telefonlarınıza çıkmaz. Lakin yara kanamaya devam eder. Çünkü insan, en çok da kendi içinde yankılanan seslerle yaralanır. İçimizdeki ses: "Bunu yapmamalıydın", "Yine aynı hatayı yaptın", "Senden adam olmaz" Bu ses, çoğumuzun içinde olan ama resmen hiç tanıştırılmadığımız o görünmez yargıçtır. Gecenin bir vakti uyanıverdiğimizde, bir karar vermemiz gerektiğinde, ya da bir başarısızlıkla karşılaştığımızda hemen sözü eline alır.

Bu yargıç ve ekibiyle hiç tanıştırılmadık. Lakin bu ekip içimizde neredeyse hiç susmadan hükümler verir durur. Bizi durup dinlemez de üstelik. Sadece davacı ve onun suçlamalarını davalı tarafı hiç dinlemeden veren bir yargıç ve sadece suçu ispatlayacak verileri salona alan bir mübaşirden oluşur bu ekip. Davalı olan bizleri ise savunacak kimse yok gibidir.

Nereden geldi bu yargıç?

Bu ekibin nereden ya da ne zaman gelip de içimize yerleştiğini hatırlayanımız var mıdır acep? Gabor Maté'ye kulak verecek olursak içimizdeki yargıcın yalnızca bugünün değil, geçmişin yankısı olduğunu görürüz. Maté'ye göre, travma sadece başımıza gelen kötü şeyler değildir. Travma, başımıza gelen bir şeye karşı yalnız başımıza kalmaktır. Yalnızlığın içinde desteklenmemiş olmak, görülmemişliğin verdiği yoksunluk, anlaşılmamışlığın biriktirdiği acziyet ve öfke vardır. İşte o vakitlerde suçluluk, yetersizlik ve değersizlik hücrelerimize kadar işler. Bu nedenle hayatta kalmak için geliştirdiğimiz stratejilerden biri de dışarıdaki davacıları, yargıçları içselleştirip onlara teslim olmaktır. Bir yanıyla daha kimse bizleri suçlamadan, nelerle suçlanabileceğimizi kestirmiş olan bizler bir önlem paketi gibi içimizdeki yargıç ve ekibini devreye sokarız.

Çocukken, bizi inciten olaylara karşı duygularımızı bastırarak, ihtiyaçlarımızı inkâr ederek ya da kendimizi suçlayarak hayatta kalmaya çalıştık Maté'ye göre. Çünkü kendimizi içinde bulduğumuz bu ortama bağlıydık. Bağımlıydık. Hayatta kalabilmemiz için uyumlu olmamız gerekiyordu. Biz de uyumlanmayı öğrendik. Ait olmaya, sevilmeye, kabul görmeye mecburduk. Çoğu zaman da çevremizdekilerin olumsuz tepkilerini içselleştirerek, "Demek ki sorun bende," dedik. İşte o vakitlerde içimizdeki yargı makamı doğdu.

Bu yargı makamı özgürce konuşur, hatta pervasızca. Ama bu özgür olduğu anlamına gelmez. Yargı makamının dil repertuvarı geçmişten gelir. Travmanın, çaresizliğin, bağımlılığın en çok da teslimiyetin diliyle konuşur. Sevgi için kendinden vazgeçmiş çocuğun diliyle desek yanlış olmaz. O yüzden her hatada, her başarısızlıkta ilk tepkisi şudur: "Suçlu sensin. Daha dikkatli olmalıydın. Daha düzgün davranmalıydın. Sonuçları tahmin etmeliydin". İçimizdeki bu yargı ekibi her ne kadar pervasızca konuşsa da tehdit sisteminin bir uzantısıdır. Çünkü geçmişte hissettiğimiz duygusal yalnızlık ve çaresizlik bedenimizde hâlâ kayıtlıdır. Sinir sistemimiz, başımıza kötü bir şey gelmemesine rağmen, hâlâ alarm halindedir. Ve bu alarm sistemi sürekli kontrol etmeye, düzenlemeye ve yargılamaya çalışır.

Güvende olabilmenin yolları

Gabor Maté, bu içsel mekanizmaların temelinde bastırılmış duyguların ve koşullara göre şekillenmiş kimliklerin yer aldığını söyler. Bize "yanlış" gelen pek çok davranışımız, aslında bir zamanlar çok anlamlı bir savunma mekanizmasının sonucu şekillenmişti. Aşırı özverili olmak, sürekli kendini suçlamak, başkalarını sorgulamamak ve başkalarının onayını beklemek... Bunların hepsi, güvende olabilmenin yollarıydı bir zamanlar.

Peki yetişkinlik hayatı? Halen güvende olmak için kendimizden vermek, ses çıkarmamak, ezbere taşınan yargıları sorgulamamak zorunda mıyız? Zorunda olmadığımız halde zorunda gibi hissetmemizin nedenleri en aciz olduğumuz zamanların mirası ise yetişkin sayılır mıyız? Bu nedenle yetişkinlikte güncellenmemiş bu mekanizmalar bize zarar verebilir. Hatta yetişkin olmamızın önüne set çeker. Özellikle içimizdeki yargı sistemiyle özdeşleştiğimizde, yaşam alanımız çocukluğumuzdaki kadar dar kalır. Risk almaktan çekinir. Başarısızlığı hayat memat meselesi gibi algılar. Reddedilmeyi varlığımızın tehdidi gibi deneyimleriz.

Şefkat iyi bir başlangıç noktası

Yetişkin bedenlerinde çocuk çaresizliği yaşayanlarımız için Gabor Maté'nin de sıkça vurguladığı gibi, şefkat iyi bir başlangıç noktası olabilir. Şefkat yoksunluğuyla kökleşmiş olan bu acımasız ekibin bıraktığı yıkımı toparlamak ve bu sesin yerine sağlıklı bir ses üretebilmek için hepimizin şefkate ihtiyacı var. Şefkat sadece başkalarına gösterilecek bir şey değildir. Asıl şefkat, bastırdığımız, utandığımız ve dışladığımız yanlarımıza da gösterilebilir. Şefkatin iyileştirici gücünü tanımak çok şeyi değiştirebilir.

Kendimize şefkat göstermek, "kusursuzum" demek değildir. Kusurlarımız yokmuş gibi davranmayı denemek te değildir. Aksine, insani kusurlarımızı tanımak ve onlara merhametle yaklaşmak demektir. O merhametin kılavuzluğunda ilerlemektir. "Ne yapayım yani ben böyleyim, beni böyle kabul edin" demek de değildir. İçimizdeki yargıç ve ekibiyle tanışmak onunla savaşmadan onu anlamaktan geçer. Bir zamanlar hayatta kalmamız için bize çok yardımı oldu. Ama artık çocuk değiliz. Yetişkin bir birey olarak hem gelişimsel hem de fiziksel çok daha fazla yeti ve olanaklara sahibiz. Sonuç olarak, içimizdeki yargısız infaz sistemini tanımak, savunma makamını sahneye almak, tüm argümanları bir yetişkin gibi makul bir şüphe ile karşılamak kendi iç kaynaklarımıza yeniden ulaşmak demektir. Kendi iç seslerimizi acımasızca infazlarda bulunan biri olarak değil, anlayan bir içsel rehber olarak da deneyimlemek mümkündür. Bu yol kolay değildir. Ama mümkün olan her şey gibi, küçük bir farkındalıkla bu büyük yolculuk başlar.

Yalnız değilsiniz

Eğer siz de içinizde sık sık "Yetersizim", "Yine yanlış yaptım", "Kimse beni gerçekten sevmiyor" gibi cümleler kuran iç sesler duyuyorsanız, yalnız değilsiniz. Bunlar sizin gerçekliğiniz değil; geçmişteki koşulların bugüne sarkan sonuçları. Siz de küçük bir adım atmak isterseniz önce iç sesinizi dinleyin. Derin bir nefes alın. Sonra bu sesi bir cümle haline getirin. Ardından bu cümleyi bir bulut gibi izleyin. İzlerken kendinize şunu söylemeyi deneyin: "Şu anda zihnimden yargılayıcı bir cümle geçiyor. Ama ben bu düşünceye inanmadan da onun gelip geçmesine izin verebilirim". Ya da son zamanlarda yaşadığınız zorlayıcı bir deneyimi ya da bir başarısızlık anınızı düşünün. O an kendinize neler söylediğinizi öncelikle yazın. Ardından o sözleri, sevdiğiniz bir arkadaşınıza söyleyip söylemeyeceğinize bir bakın. Son olarak sevdiğiniz birine söyleyeceğiniz şeyleri kaleme alın. Hazırsanız bunları kendinize de söylemeyi deneyin. Nasıl hissediyorsunuz?