Çarşı ve hesap

Dr. Necdet Subaşı / Yazar
17.10.2020

Gerilim, çatışma ve uyum arayışları verili sosyolojinin zihniyet ve ruh hallerinin etkisi altında dinle toplum arasında beklenmedik uzlaşma zeminlerine yol açtı. Dinî konulardaki ihmallerin laik devletin kendine yeterlilik duygusunu zedelemeyecek bir şekilde giderilme çabası şimdiye kadar kendini ifade etme noktasında meşru ve elverişli mecralara erişim olanağı bulamayan kitlelerin seslerinin çoğalmasını hızlandırdı.


Çarşı ve hesap

Din de gündelik hayata kendi özgün diliyle katılır. İnanca, ibadete ve muamelata yansıyan yönleriyle din, kendine mahsus kıldığı bir dilin içinde kalmayı sürdürerek sosyal gerçeklik dünyasına dahil olur. Dinin ve dinî olanın mahiyetini kavramanın belki de en makul yolu onun kadim diline vakıf olmak, belli bir terminoloji içinde hayata akan maneviyatının o çok özel lehçesine intibak etmektir.

19. yüzyıl ve onu takip eden yıllar, dinle hayat arasındaki yeknesaklığın tartışmaya açıldığı ve her ikisinin de olabildiğince birbirinden ayrılmaya zorlandığı bir süreç olarak tarihteki yerini aldı. Böylece dinin belli başlı iddiaları, öneri ve beklentileri sorguya alınmakla kalmadı ayrıca onun mevcudiyetine yönelik itiraz ve eleştiriler de zamanın ruhuna uygun bir yönelim olarak kabul görmeye başladı.

Modernleşme etkileri

Modernleşme ve gündelik hayatın yeniden inşasına yönelik çabalardan dinî dünyanın belli başlı unsurlarının tamamı etkilenmekte gecikmedi. Müdahalenin dilinden ve şiddetinden beslenen modern-paradigmatik modeller dinin ve dinî olanın hâkimiyetini ortadan kaldırmada sınır tanımaz bir çabayla mesafe aldılar. Yeni yaşama modellerinin gündelik hayatın akışı üzerindeki vesayeti tartışmasız belirleyici oldu. Hayatın hem yatay hem de dikey doğrultuda seküleştirilmesine yönelik çabalar, devletle din arasındaki mesafenin sabitlenmesiyle yetinmeksizin toplumun daha da derinlerine nüfuz etmeyi önceleyen derin bir husumetle dini aradan çıkarmanın yollarını bulmada hiç de zorlanmadı.

Türkiye örneğinde de devletin laikleştirilmesine yönelik kontrollü çabalar giderek gündelik hayatın köklü bir şekilde sekülerleştirilmesini murad edinen otoriter bir muhayyileyle buluşmakta gecikmedi. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren hızla çeşitlenen bu arzu zamanla toplumun yerel ve geleneksel dinamikleriyle karşı karşıya gelmek zorunda kaldı. Yer yer kesintiye uğrayan bu heveskârlık, sonunda yeni bir kıvamın belirleyiciliği altında bir kez daha üzerinde düşünülmesi gereken kalıcı bir fenomene dönüştü. Toplumsal talepler ve yeni arayışlar, dinin yeni zamanların ruhuyla nasıl bir ilişkide olması gerektiğini sorgulayan ilgilerin önünü açmayı hızlandırdı. Bu bağlamda iki temel farklılaşma dikkat çekici bir şekilde öne çıktı. Böylece dinden ve dinî dünyanın içinden gelen canlı bir hissiyat “İslamcılık” üst başlığı altında, onun zamana karşı dirençli olan köklerinin yeniden ihya edilmesi adına güçlü bir yenilenmeye ihtiyaç duyarken; laik-seküler bir muhayyile içinde toplumun önünü açmak isteyenler de artık sıkça hissedilmeye başlanan maneviyat eksikliğinin ve kaybının açığa çıkardığı fakirliğin telafi edilebilmesi için dinle bir şekilde pazarlığa girmenin şart olduğuna ikna olmaya başladılar.

Beklenmedik uzlaşma zeminleri

Gerilim, çatışma ve uyum arayışları verili sosyolojinin zihniyet ve ruh hallerinin etkisi altında dinle toplum arasında beklenmedik uzlaşma zeminlerine yol açtı. Dinî konulardaki ihmallerin laik devletin kendine yeterlilik duygusunu zedelemeyecek bir şekilde giderilme çabası şimdiye kadar kendini ifade etme noktasında meşru ve elverişli mecralara erişim olanağı bulamayan kitlelerin seslerinin çoğalmasını hızlandırdı. Dinî kurumsallaşma çabalarındaki artış ve maneviyatın çekiciliğine dair entelektüel vurgular zamanla mevcut bakiyenin bir pazarlık ürünü olmaksızın yeniden hayatiyet bulmasını kolaylaştırdı.

Tek partili siyasi deneyimin hemen ardından birbirini takip edecek bir hızla çeşitlenen çok partili hayat tecrübesi devletin otoritesini sık sık tahkim eden müdahalelerle kesintiye uğradığı ölçüde dinin toplumla mahiyetinin tekrar tekrar fark edilişinde de etkili oldu. Devlet kadar din de gerçekti ve aralarındaki ilişkiselliğin kendi akışına bırakılmaksızın düzenlenmesi için de incelikli pek çok dile ihtiyaç duyulacaktı.

Sosyo-politik düzlem

Bugün Batı’da devletle din arasındaki mutabakatın sosyo-politik düzlemi 19. yüzyılın değerleri üzerinden konuşulamayacak derecede farklılaşmış olmalıdır. Aynı durum Türkiye için de geçerlidir. Türk laikliğinin frekans değerleri kendi istisnailiğini beslemeye devam etse de din artık Cumhuriyet’in başlangıç etaplarında olmadığı kadar her yerdedir, içkindir ve varlığını ifade etmede birbirinden bağımsız sesleri harekete geçirecek kudrete sahip durumdadır.

Türkiye’de zaman zawman politik kışkırtmalar eşliğinde dile getirilen karşılıklı suçlamaların bir derinliğinin kalmadığı artık herkes tarafından kolaylıkla fark edilmektedir. Örneğin Türkiye ne hoşa giden anlatımıyla bir din devleti ne de polemiğe fırsat veren kavramsallaştırmalarla bir teolojik devlettir. Ancak kabul etmek gerekir ki kuruluş yıllarının heyecanıyla devletin laik ve seküler gövdesine yöneltilen atıflar da bugün boşlukta durmaktadır. Devletin dinsiz olduğuna ilişkin suçlayıcı ifadeler bugün her zamankinden daha çok açıklanmaya muhtaçtır. Karşılıklı restleşmelerin artık bir anlamı kalmadığı gibi din de devlet de birbirine muhalif dil kullanma konusunda daha özenli hatta daha diplomatik bir söyleme açık durmaktadır. Oysa devletin de dinin de gücü artmış hatta artmaya da devam etmektedir. Ne var ki bu yükseliş devletle dinin birbirlerini yok etmelerine değil aksine birlikte tamamlanmaya doğru giden bir bütünleşmeye işaret etmektedir. Burada söz konusu olan yeni bir eksiklik ve telafi duygusunun açığa çıkmaya başlamasıdır. Nihayet dinin ve devletin birbiriyle sık sık kesişen özerklikleri gündelik hayatın istimlaki ve parselasyonu konusunda yeni birtakım soruları gündeme getirmektedir. Hatta geçmişte hiç olmadığı kadar dinle onun müntesipleri arasındaki eşleşmelerde bir artış görünmektedir. Oysa modern ve seküler olandan beklenen dinle dindar arasındaki mukayyet sınırın gerilmesiydi.

Dünya tasavvuru

Dinî kurumsallaşmadaki gelişmeler, gündelik hayatta dinin kamusal görünürlüğünden başlamak üzere hissettirdiği görece artış ve dünya tasavvurunun şekillenmesinde her zamankinden daha fazla etkili olduğu anlaşılan seküler temayüller; hepsi bir arada ele alındığında artık ortaya çıkan bu fotoğrafın elimizdeki bildik yöntem ve araçlarla okunabilmesinin pek de mümkün olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.

Din de devlet de tarihte gerçekleşen örneklerin hilafına bugün aynı gerçeklik dünyasında birbirine hükmetme gücü olabildiğince kısıtlanmış bir şekilde gündelik hayatta hükümferma olma çabasındadır. Bu oldukça paradoksal durumun ortaya çıkardığı ilginç noktalardan biri de devlet beklenmedik bir şekilde dinî bir forma dönüşürken dinin de tuhaf bir şekilde sekülerleşmeye açık hâle gelmesidir. Dini, hayattan tecrit ya da tasfiye girişimi olarak tanımlanabilecek sekülerleşme süreci bugün onu da dönüştürebilecek bir mecraya yönelmiş gibidir. “Din kendini korur, ona bir şey olmaz” diyenlerin etrafımızı çepeçevre kuşatan “seküler dinsellikler”e, “bizde devlet hem güçlü hem de laik tabiatlıdır” diyenlerin de nasıl olup da onun ilginç bir maneviyatla gücünü tahkim etmeye yöneldiğine dikkat kesilmesi gerekir. Bütün bunları açıklamak kolaydır ancak anlamak belli ki bir hayli vakit alacaktır. Eğer buradaki sorun ihmal edilirse artık bazı hazır cevaplarla yetinmek muhtemel bir örtbas için yeterli olacaktır: Evdeki hesap çarşıdakine uymamış, eldeki sınırlı nakitle de bir güzel yorulmuşuzdur.

@darulmedya