Celladına gülümseyen Mısırlı kara kavruk çocuklara...

Vahdettin İnce/Yazar
3.05.2014

“Burçlara sahip gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan güne, tanıklık edene ve edilene andolsun ki ateşle dolu hendeğe atılanlar öldürüldü. Onlar da başlarına oturmuşlar, müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı (...) Onlardan, sırf, aziz ve hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.” (Kur’an-ı Kerim)


Celladına gülümseyen Mısırlı kara kavruk çocuklara...
Bir Mısırlıdan öğrendim “İslam özgürlük manifestosudur” demeyi. “Özgür bir adam, düzmece tanrıların kullarından özür dilemez” demeyi de. Hazlarına haz katmak için, ateşin tam ortasında özgürlüğün tebessümü halesiyle çevrelenmiş suratlarda bir pişmanlık rüşveti almak için kenarda bekleyen cellat bakışlar, münafık beklemeleriniz boşuna. Tıpkı benim sizin suretlerinizde erdem kırıntıları aramamın beyhude oluşu gibi. Siz ebedi köleliğe, ben sermedi özgürlüğe mahkumum.
 
O ateş çukurlarının çoğalarak bu gün “sınırları ateşle ve kanla çizilen” İslam alemine dönüştüğünü biliyorum. Bombaların, gazların, zehirlerin kurşunların hedefi bir alemin çocuklarının yanmış bedenlerini, kadınlarının çığlıklarını, erkeklerinin feryatlarını derin bir hazla izleyenlerin de bu sınırları çizenler olduklarını biliyorum. Bütün bunların “Rabbimiz aziz ve hamid olan Allah’tır” özgürlük şiarını boğmak uğruna olduğunu da biliyorum. Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta, Arakan’da, bütün bir İslam coğrafyasında her gün yeni “uhdud”lar yaşandığını da. Özgürlüğü seçtiğim günden beri biliyorum.  

Biliyorum, “Rabbimiz Allah’tır” diyenlerin içine atıldıkları ateş çukurları sönmeyecek. Biliyorum, İbrahimi özgürlük serdengeçtilerini yakmak için tutuşturulan Nemrut korları küllenmeyecek. Biliyorum, devran, kazıklı Firavun’un ölümüne tanık olmayacak. Biliyorum, yine düzmece tanrıların arzuları gereği erkekler boğazlanacak, kadınlar da sağ bırakılacak. Yine de bakışlarımı, uhdud çukurlarının kenarında oturup cayır cayır yananları derin bir hazla seyredenlerin üzerinde gezdiriyorum. Biliyorum, en azından gözleri seğirtmeyecek, yürekleri burkulmayacak, kalpleri irkilmeyecek, bedenleri ürpermeyecek, kelimeleri titremeyecek, boğazları düğümlenmeyecek. Yine de insana dair bir erdem kırıntısı arıyorum, yalazların kavurduğu hissiz suratlarında. Şerha şerha yüzlerinin kırışıklarının arasında Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan, İsa’dan kalma bir iz arıyorum. Her defasında Firavun’dan, Nemrut’tan kalma bir çoraklığı çağrıştıran derin çatlaklar, çıyanlar yuvası kuyulara eş karanlık gözlerden fırlayan meymenet yoksunu bakışlar, kalbimin tam ortasından vurmaya gerilmiş yay gibi çatık kaşlar görüyorum.  Biliyorum, idam mahkumuyum ben. Suçum büyük. Özgürlüğü seçtim. Yakılacak kadar. 

Fakat ben Nuh’tan öğrendim özgürlük uğruna tufanlara dalmayı. Ateşlere atılmayı da İbrahim’den. Zincirlere vurulmayı Yusuf’tan. Denizleri aşmayı Musa’dan öğrendim özgürlük uğruna. Ve “güneşi sağ elime ayı da sol elime verseniz yine de vazgeçmem davamdan”, özgürlükten demeyi Kureyşli bir yetimden öğrendim. Ben iki denizin birleştiği yerde hikmeti, iki topluluğun buluştuğu ayrışma gününde furkanı gördüm. Güzellikle çirkinliğin, iyilikle kötülüğün, kölelikle azatlığın sonsuz ayrılığını yudumladım. Ben boyun eğmez bir özgürlük mahkumuyum artık. İflah olmaz idamlarım bu yüzden.

Bir Mısırlıdan öğrendim “İslam özgürlük manifestosudur” demeyi. “Özgür bir adam, düzmece tanrıların kullarından özür dilemez” demeyi de. Hazlarına haz katmak için, ateşin tam ortasında özgürlüğün tebessümü halesiyle çevrelenmiş suratlarda bir pişmanlık rüşveti almak için kenarda bekleyen cellat bakışlar, münafık beklemeleriniz boşuna. Tıpkı benim sizin suretlerinizde erdem kırıntıları aramamın beyhude oluşu gibi. Siz ebedi köleliğe, ben sermedi özgürlüğe mahkumum.

Yalın ayak bir Arap öğretti bana iradelere vurulmuş kementleri “la ilahe illallah” diyerek kırıp parçalamayı. Güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğlu öğretti bana prangalardan yoksun olmakla övünmeyi. Bu “fakirliğim övüncümdür” demeyi. Sizin varlığınızdan yoksunluktur benim özgürlüğüm.

Ben kölelerin sırtında şaklayan kırbaçların acısını yüreğinde hisseden bir İranlıdan öğrendim özgürlük aşkını. Şirkin birkaç bin yıllık abidelerinin dehlizlerinden kölelerin iniltilerini duymayı da. Taş taş zulümle örülmüş piramitlerin beni etkileyeceğini sanmayın. Benim ellerim bir yetimin saçlarının arasında gezinir ancak. Kan damlamaz parmaklarımdan, yüreğimden damlar, tiranların yatışmaz ihtiras piramitlerine kurban edilenlerin canhıraş feryatlarından ötürü. Ölümlere mahkumiyetlerim bu yüzden.

Merhamet bostanıdır benim yüreğim. “Allah’tan başka ilah yoktur” deyişlerim, tiranların beyaz, kara, yeşil saraylarını temellerinden sarsıyor. Beynimde yeryüzünü ifsat narına yakacak kıvılcımlar sadır olmaz. İrfan çiçekleri arasında dolaşır benim aklım. Benden korkmaları bu yüzden. Ateş çukurlarında cayır cayır yanışlarım bile dindirmiyor, üzerimde dolaşan bakışlarındaki derin korkuyu. Uykularını kaçırıyor, ateşleri serin ve selametli gül bahçelerine döndüren özgür duruşum. İdamlara gelmelerim bu nedenle, İbrahim misali.

‘Seni en iyi ben anlarım’

“Duvarların ötesinde özgürsün” demeyi de bir Mısırlı öğretti bana. Bu yüzden zorbaların duvarları gelip benim irademde erir. “Ben sınırsız özgürlüğün beşiği Kürdistan dağlarında dünyaya geldim” demeyi de bir Kürt öğretti bana. “Bin başım olsa her gün birini kesseniz feda olsun” özgürlüğe demeyi de. Tiranlar bilirler benim demiri eritmeyi Davut’tan öğrenen Musevi sadrımı. Doğudan batıya at koşturan kurtarıcı,  güneşin battığı pınarın yanında öğretti bana ebedi köleliğin önüne özgürlük seddini çekmeyi.  Ben özgürlüğümle kuşatırım zulmün duvarlarını. Celladım benim özgür tebessümümün azat kabul etmez mahkumudur.  Bir sapandan fırlayan taş kadar etkilidir benim özgürlük kurşunlarım. Şerianın batısı bunu gördü. Bir mağarada özgürlük uykusuna sığınışım bile yerle bir etmeye yeter tiranların, düzmece tanrıların tutkulu arzularla kurdukları haşmetli düzenlerini. Anadolu’nun yüz yıllık sabrı bunu gösterdi. İsevi bir hayattır benim direnişim.  Boynuma ilmeği geçirenler ebedi ölüme, bense sermedi özgürlüğe, sonsuz hayata kanat çırparım. Prangalara vurulmam bu yüzden.

Bu yüzden size acımıyorum “Ümmü Dünya”nın kara kavruk çocukları, cellatlarınıza acıdığım kadar. Bir uhdud çukurunun kenarında haz avcılarını seyrederken erdemlerin bu cenahta ebedi sürgüne mahkum olduğunu görmek daha çok üzüyor beni. Bir varil bombasının dehşetinden arta kalan harabede can verirken Halepli çocuk, ya da enfal enfal kumlara gömülenlerden ziyade, beni, zalimlerin ebedi köleliğe teşnelikleri hüzünlendiriyor. 

Kahreden şehrin idama mahkum kara kavruk oğulları, kızları, sizi en iyi ben anlarım. Ben bilirim mazlumiyetin ne olduğunu.  Ben Kürdüm, Zilan, Dersim, Koçgiri, Halepçe benim özgürlük destanlarım. Ben Arabim, deyr Yasin, Sabra-Şatilla, Kudüs, Gazze, özgürlük beratlarım. Ben Türküm, Türkistan benim acılarla yoğrulmuş otağım. Ben Şiiyim, Kerbela’nın özgürlük ateşi sinemde yanar benim. Ben Sünniyim eski dünyadan yeni dünyaya bütün mazlumların yükü benim omuzlarımda. Fırat’ın kenarında kurdun kaptığı kuzu benden sorulur. Aleviyim, mazlumiyetim gönlümün tellerinde iniler. Şah-ı Merdanın yalnızlığını terennüm ederim. Sizi en iyi ben bilirim, ben anlarım. Göklerin özgürlük manifestosunun taşıyıcısı Müslüman’ım ben. İnsanları kula kul olmaktan kurtarıp tek ve ortaksız Allah’ın özgür kulları yapmaktır görevim.

Ve Mısır’ın çocukları, siz o duvarlardan aşkın özgürlersiniz. Ateş çukurlarından öte iflah olmaz azadeler!  Bozdunuz oyununu çağdaş Firavun’un. Gözler önüne serdiniz cahiliyesini asrın. Maskesini indirdiniz. Özgürlüğü seçtiniz. Kabaran öfkelerle idama mahkum edilişleriniz bu yüzden. Sizin için “İslam aleminin sınırlarını ateşle, kanla çizen” haz avcılarından merhamet dilenmemeyi de siz öğrettiniz bana. Aşk olsun size!

[email protected]