Cem Yılmaz Türk toplumunu anlıyor ama anlatamıyor

Ercan Yıldırım / Yazar
24.01.2020

Cem Yılmaz’ın Türk toplum yapısını iyi gözlemlediği için vukufla anladığı muhakkak fakat iyi anlattığı, toplumun ve insanların beklentilerini hakikaten yansıttığı söylenemez. Filmlerinin ana söylemindeki öteki’ne, Zizek’in deyimiyle Büyük Öcü’ye karşı hep haklı olduğumuz vurgusu, Türk toplumunun hassasiyetlerini anlattığı yargısına götürmez. Kara komedi filmleri için ısrarla yalnızca güldürü yapmadığını söylemesine rağmen algıyı, ön hazırlığı kıramadığından ister istemez gidişat Cem Yılmaz’ı bir tercihte bulunmaya, yol ayrımına zorluyor. Bunun için kendisine “niçin film yaptığını” sorması gerekir; Metin Erksan bunu “Kendim için film çekiyorum” cevabını vererek kotarmıştı Susuz Yaz’ı…


Cem Yılmaz Türk toplumunu anlıyor ama anlatamıyor

Sinemada toplumu anlatmak insanların filmlerde görmeyi istediği temaları, karakterleri, olayları aksettirme anlamına gelmediği gibi millet hayatında bir şekilde yer bulan her davranışın makbul bir kültürel kod oluşturduğu fikrine de götürmez. Sinemayı başka sanatlardan, kültürel formlardan ayıran temel mantık hayatın gündeliğine dair akışı aksettirebilme yahut alımlayabilme kapasitesidir. Bir yanıyla şahısların da toplumun da psikolojisini fikri derinlik içinde ele alabildiği için sinema insana ve topluma ya derinliğine nüfuz eder yahut teğet geçer.

Cem Yılmaz’ın son dönemlerde çektiği filmlerin “yeterince komik” olmadığına ilişkin yapılan sızlanmalar sinemayı klasik sahne sanatı hatta popüler kültür ürünü görmeyle ilgili. Cem Yılmaz’ın stand up performansını sinemada görebileceği sanısı ve beklentisiyle beyaz perdenin karşısına geçenler, trajediyle, dramla, acıyla, en iyimser biçimde iç burkuntusuyla karşılaşınca filmin insan gerçekliğine değil “sıradan güldürü” yönüne eğiliyor; sahne şovu beklerken “düşündürürken güldüredebilen” anlatı Cem Yılmaz ile izleyicisinin arasını açıyor.

Quentin Tarantino’nun Hollywood nostaljisine yöneldiği dönemde Yeşilçam romantizmini koyultan Cem Yılmaz’ın Türk toplumunu, insan gerçekliğimizi en azından filmlerinde çok iyi aktardığını söylemek zor; kişi portrelerinin birçoğu iyi gözlemlere dayandığı halde aşırı parodize tarz nedeniyle gerçeklik sahasında kayboluyor. Fakat Yılmaz’ın Türk toplumunun genel zihniyet dünyasını iyi anladığını, belirgin bir felsefeye dayandığını da belirtmek gerekir.

Türk Tipi’nin izinde…

Her Şey Çok Güzel Olacak filmini dışta tutarsak Gora’dan bu tarafa büyülü gerçekçi atmosferde yani gayrı sahih ortamda zaman zaman sahici tiplerle bir zihniyetin somuta ve sonuca dayalı pragmatizmin izlerini sürmek mümkün. Cem Yılmaz Arif’ten Aziz Vefa’ya hatta Şerif’e, Pek Yakında’nın Zafer’inden KaraKomik’in Ayzek’ine kadar bir an önce sonuç almaya, arzuları ideallerle karıştırmadan somutu yakalamaya özgü bir dünya kurar. Gora’nın açılışında köylünün uzaylının aracıyla da kendisiyle de ilgilenmeden, yeni nesneyi ve yaratığı ilginç bulmadan bir an önce onu tarlasından yani varoluşsal güvenlik alanından uzaklaştırma ameliyesi, kafa konforunu bozduğu için tecavüzle cezalandırması amaç-sonuç yakınlığının bir göstergesi.

Hayranlık duyma, tecessüs, maceraya atılmadan ziyade “işimize bakma”ya, “yolumuzu bulma”ya özgü kestirmeden hedefe varma felsefesi… Cem Yılmaz’ın karakterlerinin geneli Arif’in farklı versiyonları biçimindedir; açıkgöz, uyanık, işini bilen, pratik, somut, sevimli ama kurnaz… Belki de onun sinematografisinde kurnazlık aleni ya da örtük biçimde karakterlerinin ortak özelliği mahiyetine geçebiliyor. Denk getirdiğinde tüm saflığına rağmen bir kurnazlık yapabilen insanlar filmlerde de hayatın içinde de yaygın.

Cem Yılmaz’ın çizdiği karakterlerden biri “kopuk”tur; normal yollardan kolayca elde edebilecekken mutlaka gayrımeşruya sapanları bu toplumdaki torpil veya “dayı” arayışının bir versiyonu biçiminde aktarır. Kötü karakterlerinde bile bir bit yeniği, sempatik bir yön var Cem Yılmaz’ın, bu haliyle karton tiplerden çok Sadri Alışık’ın çerçevesini belirlediği sahicilik daha etkin. Altan tipinden Ayzek karakterine kadar Cem Yılmaz bireyleri çoğunlukla özne vasıfları gösterir, pes etmeyen, umutsuzluktan bir umut ve sempati çıkaran sonunda çoğunlukla kazanan kahraman öyle çok da özel yeteneklere sahip olmayan sıradan “Türk insanı” içinden çıkabilir.

Alt–orta sınıfın defoları

Enteresandır, genel anlayışın tersine Cem Yılmaz oryantalist gözlük takmaz, milli boyutları çok güçlü değilken yerli bakış açısını kullanır; filmleri, AK Parti döneminde çekilmiş, piyasaya çıkmıştır; milli ve yerli retorikten önce “kendini kanıtlamaya çalışan” Türk insanı portresi, her şeyi Türkleştirme genel mantığı söyleminin merkezine yerleşir. Cem Yılmaz’ın filmleri enikonu siyasaldır; Gora da, Arog da, Yahşi Batı da aslında Batı merkezli dünyanın göstergelerine naif alternatifler geliştirir…

Sınırlarını Batı’nın çizdiği dünya, uzay, düzenin dışındaki arayışları ele alınır; bu manada isyankar Türk karakteri Arif ile Aziz Vefayla kendini belirginleştirir. Tüm filmlerinde bir otorite ve ona karşı “kalıpları-zincirleri kırmaya çalışan Türk” imgesi etrafında alternatif gerçeklik inşasına yeltenir. Gora’da dolar karşısında Türk Lirası’nın geçerli sayılması, Yahşi Batı’daki biz bulduk Amerika çaldı, geliştirdi fikrini takip eden pek çok örnek verili Batı merkezciliği sorgular. Yahşi Batı bu manada epey malzeme içerir; Amerikalıların teknolojisindeki ileriliğin anlatıldığı sahnede Osmanlıların tabancalarını ateşleyebilmek için dakikalarca emek harcaması güldürünün ötesinde Türk modernleşmesini anlatan veciz örneklerden biri…

Bürokrasinin, devlet mekanizmasının Amerikan topraklarında bile mükemmel çalıştığını anlatır Yahşi Batı, “içki ve alem” yapmayı sevse de iki Osmanlı kesinlikle Amerikan kültürüne intibak etmez; farklı bir hayat, düzen kurma kafalarında hep vardır, bunu kısmen başarırlar da! Arif olsun, Aziz Vefa olsun, Zafer ya da Ayzek örgütçü ve teşkilatçıdır… Bildiğin ittihatçılar gibi kısa bir tanıma evresinden sonra “yerel halkı” örgütlemeyi başaran tiplerle karşılaşırız.

Filmlerinin bir tarafında pek matah olmayan, örnek alınmasına gerek bulunmayan Batı, Amerikalılar, uzaylılar yani “öteki” bunun karşısında ise Türk merkezli tutumlar var. Fakat Cem Yılmaz “bize” de Türk toplum yapısındaki kusurlara da tatlı sert eleştiriler getirir. Yahşi Batı’daki dini-siyasi-güvenlik-ticaret tekelini elinde tutan Şerif Lyod’un Kayserili ağzıyla konuşması, genel manada sanata, kültüre hakaretamiz bakıp idare ve askeri olanı tasvip eden millet doneleri, Batı’nın ürettiklerini yerlileştirerek kullanma atıfları, hemen her filminde her şeyi bilen bilmese de biliyormuş gibi davranan tiplere yer vermesi, Garavel gibi mistik, bilge görünüm altından lümpen çıkmasına benzer pek çok hususta haklı ve nokta atış tespitler de içerir.

Cem Yılmaz popüler ve güldürü merkezli sinema yaptığı için esasında filmlerindeki felsefi yönler çok da belirginleşmez. Ciddi bir toplum okumasına giriştiğini, mühim gözlemler gerçekleştirdiğini kabul etmeliyiz; üstelik filmlerinde konu ve tema çeşitliliği çok fazla. Belki özel hayatından yahut zamanın ruhundan, kültürel göstergelerden etkilendiği için olacak, Yeşilçam öykünmesinin dışında sinematografisindeki eserlerin pek çoğunda masumiyeti, saflığı, temizliği, duruluğu, sadeliği, çıkarsız ilişki biçimlerini yücelterek anlatmaya gayret eder. Saf aşk, göreceli güzellik, beklentisiz ve çıkarsız karşılıksız aşk imgelerini kullansa bile dünya hayatında ilişkiler illa menfaate yaslanabiliyor. Bunu “evliliği kurtarma” çabalarıyla geçiştirse de Her Şey Çok Güzel Olacak’taki Altan masumiyet fikrinin göreceliğini, değişkenliğini ve sınırsızlığını iyi de anlatır. Altan uçarı ve maceracılığı yüzünden bir baltaya sap olamadığı, hayata tutunamadığı için mi masumiyeti öldürür yoksa bıçak kemiğe dayandığı için karısının Altan’ı en yakın arkadaşıyla aldatması intikamı ve masumiyetin süreksizliğini haklı mı çıkarır? soruları sonraki filmlerde derinleştirilmez.

Cem Yılmaz’ın filmlerinin başat temaları kültür, kimlik, tanınma, öteki, kendi olmaktır. Neoliberal dönemde, küresel kültürün en ileri aşamasında sinema yapan Yılmaz, kolaya kaçma, bir şekilde yırtma, voleyi vurup köşeyi dönme, hayata karşı varlığını belirginleştirme etrafında esasında sınıfsal kaygıları öne çeken işlere de imza atar. Yılmaz’ın sinemada halkın karşısına çıkması kentli orta sınıfın genişlediği, alt ve üst kesimlerin daraldığı neoliberal dönemde gerçekleşir.

Yeni bir dönem, yeni bir atmosfer ve siyasal alan içinde aynen Arif’in robota simgesel düzeni tarif etmesi, öğretmesi gibi Cem Yılmaz da kentli orta sınıfa da kendini, yerini, iktidar alanlarını, mücadele biçimlerini belirginleştirir. Kendine güvenen, özgüveni yüksek karakterlere sık sık yer vermesi bu yeni orta sınıfa ilişkin mühim atıflardan.

Cem Yılmaz’ın çıkmazı…

Cem Yılmaz filmlerinde Türk toplum yapısını, insan gerçekliğimizi iyi gözlemlediği için vukufla anladığı muhakkak fakat iyi anlattığı, toplumun ve insanların beklentilerini hakikaten yansıttığı söylenemez. Şimdiye kadar hep ötekinin karşısında kendini ispatlamaya, ortaya koymaya çalışan Türk insanı temasıyla yeni kentli orta sınıfa atıflar yapmasına, bir Kızılderili, Amerikalı, uzaylı, burjuva hatta kendi sınıfından biriyle karşılaşan, çatışan Türk kimliğinin davranış kodlarını vermeye çalışsa da bütünüyle toplumun ve bireylerin gerçek yaşamlarına dair izlere yabancı, uzak kalıyor.

Ele aldığı alt-orta sınıflar bile “büyülü gerçekçilik” ile nostalji arasında merkazkaça uğrarken iddiaların, tezlerin odağına yerleşiyor. Belki neoliberal dönemde ister gişe ister ister “sanat sineması” yapsın başvurdukları temel aks “küçük insanın da masum olmadığı” fikri… Artık merkeze yaklaşan kesimler sürekli üst sınıfı, burjuvayı, zenginleri, güçlüleri, iktidardakileri eleştirmek yerine kendi gerçekliğine baksın, fikri hazırlayıcı olabilir fakat toplumu anlatmaya yetmez.

Karakomik filmindeki küçük insanın da yeri geldiğinde, ekmek parası için kendi sınıfından insanlara her türlü ahlaksızlığı yapabileceği vurgusu mühimken elitlerin, üst sınıfların, sermayenin bütüncül baskısını, sömürüsünü örtmeye yetmez! Üstelik Cem Yılmaz filmlerinin ana söylemindeki öteki’ne hatta Büyük Öteki’ne, Zizek’in deyimiyle Büyük Öcü’ye karşı hep haklı olduğumuz vurgusu, Türk toplumunun varlığını, hissiyat ve hassasiyetlerini anlattığı yargısına götürmez.

Merhaba poğaçacı

Üstelik “gişe reklamı” eleştirilerini doğuran “üst akıl” twitine karşı kendisi Gora’da, Arog’da, Ali Baba ve Yedi Cüceler’de, Yahşi Batı’da hatta Pek Yakında’da üst akıl’la, iktidarla, büyük güçlerle çarpışan kahramanlar–temalar işliyor. Buradaki egemenleri “içimizden biri” gibi görme eğilimi, üst sınıfın gülünçlüklerine pek götürmüyor haliyle alt-orta kesimin ahlakı, komedisi kalıyor zihinlerde.

Kimse ondan Kızım Ayşe, Oğlum Osman filmleri yapmasını beklemiyor yahut kentin atardamarlarındaki hayata bakmasını isterken “Merhaba poğaçacı” demesini de istemiyor; fakat kentli orta sınıfı anlatacaksa bile heterodoks karakterlere yaslanmadan sahiden gerçek hayattan beslenen, varlığı ultra modern kültürde bile hissedilen Anadolu İrfanı’nı da gözeten insan ve toplum gerçekliğini ele almasını istiyor. Aynen Şener Şen’in Yol Ayrımı’ndaki gibi…

Cem Yılmaz mimik, jest, oyunculuk, hassasiyet, gözlem, zihniyet bakımından sinema tarihimizdeki pek çok ünlüden çok ileride. Tercihleriyle ya Şener Şen’in durduğu yere yaklaşacak ya salon komedilerinin gişe filmi versiyonlarına, Ferhan Şensoy muadilliğine rıza gösterecek! Türk toplumunu anlatmaya günümüzde en açık isim belki de… Gişe ve komedi yüküyle sinema tercihleri arasında kaldığı, bu ikisini mezcedemeyeceği artık anlaşıldı.

Kara komedi filmleri için ısrarla yalnızca güldürü yapmadığını söylemesine rağmen algıyı, ön hazırlığı kıramadığından ister istemez gidişat Cem Yılmaz’ı bir tercihte bulunmaya, yol ayrımına zorluyor. Bunun için kendisine “niçin film yaptığını” sorması gerekir; Metin Erksan “kendim için film çekiyorum” cevabını vererek kotarmıştı Susuz Yaz’ı…

Cem Yılmaz uzaylı filmlerinden yeryüzüne indiğinde ciddi gişe kaybı yaşayıp Karakomik Kaçamak’ta “Arrival” analojisinden medet umuyorsa ya piyasa işi komediyi izleyicisinin beklentileri uyarınca sahne performansıyla besleyen yeni bir tarz ortaya koyacak ya da zaman zaman niyetlendiği Yavuz Turgul sinemasına, yahut Gelin-Düğün-Diyet üçlemesinden Ahlat Ağacı’na uzanan Türk toplumunu anlama ve anlatma çabasına ciddi katkı sağlayacak bir başka tarza evrilecek.

@Ercnyldrm1