‘Cemaat’ten cemadata cuntacılarının zihinsel seyri

İsmail Öz / Sosyolog- Yazar
6.08.2016

FETÖ yapılanmasına ilişkin zihinlerimizdeki bütün “acaba”ları bitiren, pazılın son ve netleştirici parçası en acı verici yöntemle diğer parçalara eklemlendi. Bu pazıl yaklaşık kırk yıl önce oluşturulmaya başlandı. Bugünden geriye süreci tahlil etme tecrübesine sahip olan zihinler, bunun böyle olduğunu ifade ediyor.


‘Cemaat’ten cemadata cuntacılarının zihinsel seyri

Mutlaka benim de birçok kanaat önderinden dinlediğim pek çok şüphe emaresini sizlerde duymuş/dinlemiştiniz. Ama yine de duyduklarımıza bir Müslüman tedbirliliği ile yaklaşmış hatta çoğu zaman “Namazlı, niyazlı, alnı secde gören bu insanlardan mı zarar gelecek?” diyerek onlar adına onlardan daha fazla emniyet içerisinde olmuştuk. “Mü’min” (emin kimse) demekti ve ondan şüphe etmek de bir diğer mü’mine yakışmazdı çünkü. Burada ihânet eden, bu güveni fırsata çevirerek diğer din kardeşini hançerleyenlerdir.  

Peki, bu hal içerisinde olurken, bir insani erdem sergilemeye çalışırken ihmal edilen şey neydi? Bunun tespit edilmesi lazım; bundan sonraki süreçte yeni ihmallere sebep olamamak adına. İşin bir başka veçhesi de bu ihmali fırsata çevirmeye çalışanların, bütün hesaplarını buna göre yapmış olmalarıdır. Onlara göre de bir Müslüman başka bir Müslüman’dan endişe etmeyecekti zaten. Yani ABD ve CIA ya da İsrail gibi dünyada yeni nizam hayal edenlerin, derin yapılar oluştururken Müslüman bir toplumu dönüştürmede kullanacağı figürün ‘mutlaka buna uyumlu olması’ gerekiyordu. Bir Hıristiyan ya da Yahudi önder seçemezlerdi. Aynı şekilde dînî motivasyonu eksik bir seküleri de ‘önder’ yapamazlardı.

Ezoterik, hiyerarşik ve misyoner

Saptırıcıların dış güdümlü veya iç dinamiklerle hareket etmesi kamufle olmaları gerçeğini değiştirmiyor. Bu yapılar tarihsel örneklerinde de olduğu gibi mutlaka ezoterik, hiyerarşik, ve misyonerdirler. Batı’dakiler dışında İslâm toplumlarının başına musallat olmuş ve yüz yılar boyunca huzursuzluk üretmiş Haşhâşiler, Vahhâbîler de aslında aynı yol ve yöntemleri, farklı iletişim kanallarıyla sergilemişlerdi.

Tarih-i kadimden bu yana bilinen ‘cemaatler birleştiricidir’ kaidesinin dışında bu tip yapıların bölen olduğu da açık olarak görülmüştür. İçe kapalı ve sadece kendi zihinsel kodlamalarıyla insan yetiştiren ‘cemaat’ belirli bir hedefe kilitlediği ‘mürid’lerini bütün diş etkenlerden de çok farklı yöntemlerle korumuş gibi görünüyor.

Bu yöntemi nasıl sağladığını kendimce bir metaforla açıklayabiliyorum. Bir termodinamik hadise olan adiyabatik atmosfer olayında olduğu gibi bulunduğu ortamdan etkilenmeden hareket eden bu yapı, adeta zihinleri hipnoz etmişçesine hedefe kilitleyebilmiştir.

Bu zihin kontrolünü sağlarken de dîni referans almıştır. Bu noktada İran’daki ‘ruhani’ modellemesiyle hareket edilmiş ve Fetullah Gülen’in bir ‘günahsız’ olarak vaazı sağlanmıştır. ‘Peygamber tarafından uyarılan’ bir ‘zât’ın günah işleme ihtimali de olamazdı bu anlayışa göre. Dolayısıyla onun vereceği her fikir ve işaret edeceği her hedef ise tartışılamazdı. Nitekim süreç içerisinde ‘bu işte bir terslik var’ diyenler de tabiri caiz ise ‘aforoz’ edildiler ya da ‘aklî dengesi yerinde değil’ suçlamalarının muhatabı oldular. ‘Cemaatin’ cemadata yani bir topluma entegre olamayan cansız bir nesneye dönüşme sürecinin en önemli göstergesi ise 15 Temmuz olayları oldu. Beyinleri belirli bir hedefe kilitlenmiş, mankurtlaştırılmış, acıma duyguları ellerinden alınmış birer makine gibi kendi ülkesinin insanlarına mermi ve bomba yağdıranları başka nasıl tanımlayabiliriz; bu insanlar cemaatin değil ancak cemadatın üyesi olabilirler.

Bu bölen ve parçalayan cemadat, tıpkı Batılıların Osmanlı coğrafyasını parçalarken kullandığı yöntem gibi sınırlarını belirledi. Bu sınır çizmedeki keskinleşme 17-25 Aralık’tan sonra çok daha acımasız oldu. Eşler, kardeşler, akrabalar, komşular, hemşeriler ve nihayet yurttaşlar arasından acımasızca geçti. Sınırların çizilmesini emreden ‘rûhâni’ye göre ‘müridler’ kendi ‘çemaat’atine sempati duymayan bir eşten boşanabilir, kardeşle küsülebilir, komşuyla ayrışabilir, hemşeriyi tanımayabilir ve yurttaşla da savaşabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Çünkü ta 40 yıl önce çıkılan yol, birleştirmeyi değil bölmeyi hedeflemişti.

Üstelik bu hedef ‘rûhâni’ye göre tek başına da yürüyemeyecekti. Bu sebeple dış destek alınmalıydı. Bu desteğe dünden razı olanlar da bu fırsatı kaçırmadılar elbette. Birinin hedefi cemadatını büyütmekti diğerinin ki ise Türkiye üzerindeki amaçlarına ulaşmak...

Bütün kurgu kendilerine göre yıllarca kusursuz bir şekilde ilerledi. Orduda, yargıda, üniversitede hulasa pek çok kritik noktada gerekli kadrolar kripto yöntemlerle yerleştirildi. Amaca ulaşmak için ise her yol mubahtı.

Kurgu dağıldı

Laboratuar koşullarında bütün değişkenleri sabitleyerek her seferinde aynı sonucu alabilirlerdi; bu yönüyle de kurgu hatasız gibi göründü zaten. Ta ki ilk falsolarını ve gerçeğin karşısındaki yenilgilerini 17-25 Aralık hadisesinde verinceye kadar. Onların planları vardı ama Allah’ında onlar için vardı... Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı’nı hırsızlık gibi adi bir suçlamayla karşı karşıya bırakarak toplumsal otoritesini sarsmayı denediler. Fakat Cumhurbaşkanı onların bu blöfünü yerle bir edecek bir cesaretle ortaya çıktı ve yıllar süren bir zeminde milletinin güvenini kazanan bir siyasetçi olarak, kurguyu darmadağın etti.

Çok büyük bir hezimet yaşayan cemadat, geri çekilmek yerine dilini daha da sertleştirdi ve dış destekçilerinin de yardımıyla farklı planlara girişti. Sadece hedef büyütülmedi aynı zamanda yöntem de zâlimleştirildi. Bu zulmün ve şiddetin boyutunun ne olduğu ise 15 Temmuz akşamında herkes tarafından görüldü.

İşin başka bir yanı ise cemadatın kurgusu, gerçeğin ve hakikatin karşısında bir kez da yerle yeksan olması. Gece yarısı yapılması planlanan terör faaliyeti, hesaba katılamayan hadiseler sebebiyle bir panik havasına büründü. Nitekim yaşananları da hep birlikte günlerdir takip ediyoruz.

Elbette tehlike geçmiş değildir. Zira bu coğrafyada yaşamak da hiçbir zaman risksiz olmamıştır. Bu riskler bazen görünür olsa da çoğu zaman perdenin arkasında kalmış ortaya çıkacak cesareti ya da zemini yakalayamamıştır. Cesaret bulduğu dönemlerde ise vesayet odaklarının malum destekleri neticesinde görünür hale gelebilmiş olan bu virüsler 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007, 27 Mayıs 2013, 17-25 Aralık 2013 ve en son 15 Temmuz 2016’da Türk Milletinin bekasını, güvenini ve huzurunu tehdit etmiştir.

Son kalkışma hadisesinde milletin uyanışı ve kenetlenmesi sayesinde amaçlarına ulaşamayan cuntacılar adalet önünde hesap veriyor. Şehit ve gazilerimiz var. Bunları tek bir çatı altında birleştirecek yegâne ifade ise kahramanlıktır. Tıpkı Çanakkale’de düşman kurşunlarının üzerine, sadece süngüleriyle hücum eden imanlı göğüsler gibi tanklara siper olan bugünün kahramanları da tarihin sayfalarındaki en önemli yeri almıştır.

Milli mutabakat

Her şeye rağmen bir araya gelerek milli bir şuur mutabakatı yapan iktidar ve muhalefet, cuntacıların nefesini kesen çok önemli bir hadisedir. Başabakan’ın ifadesiyle “Ekonomiye etkisi Rus uçağının düşürülmesindeki kadar oldu” diyebilmiş olmanın en önemli sebebi işte bu darbeye karşı oluşan milli tutum ve mutabakattır.

Bölmek isteyenlerin en büyük amacını boşa çıkaran bu tavır, terör faaliyetinden umutları olanları, gerçekleştiği cumanın takipçisi olan pazarteside de umduklarına ulaştırmamış ve ekonomiyi rayından çıkaramamıştır. Fakat kuklaları aracılığıyla amacına ulaşamayan dış yapıların bundan sonraki süreçte de en çok zorlayacakları konu yine maalesef ekonomi olacaktır. Bunun sebeplerini anlatmak elbette bu yazının hacmini aşacak bir boyuttadır.

Bankalarımızın finans sistemlerini zarara uğratmak üzere uluslararası spekülasyonlar yapmaya devam edecekler. Fakat uzun bir süreçte test edilen ve oynanabilecek her oyunun pek çok versiyonuyla defalarca karşılaşmış olan bu sistemin de her zaman duyarlı kalacağını bilmeleri gerekir.

Biz millet olarak -başarılı olamamış bu cunta faaliyetinin bizi ne kadar daha güçlü yapacağını da test ederek- şunu mutlaka öne çıkaracağız gelecek perspektifinde: Birlikte olabildiğimizde neleri başarabileceğimiz gerçeği...

Bu bütün dünyaya da bir örnektir aslında. Bir mihenk taşıdır. Dünya tarihine olumlu yönde bir domino etkisi yapacağından da hiç kuşku duymuyorum.

Kısa zaman dilimi bizi biraz daha zorluklarla imtihan edecek olsa da uzun vadede zafer mutlaka hakikatin yanında duranların olacak... Bir ve beraber olma ihtiyacının kaçınılmaz bir emniyet şartı olduğunu bir kez daha test etmişken bunun yeniden unutulmasına da fırsat vermeyelim.

Bizi birken avlayamayacağını bilenler, yine bizi küçük ve yutulması kolay lokmalara bölmeye çalışırken mutlaka bunun farkında olmak zorundayız. Tıpkı M. Akif Ersoy’ un dediği gibi: Girmeden tefrika bir millete düşman giremez/ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. 

[email protected]