Cemil Meriç ve bir hayatta kalma mücadelesi olarak 'kültür'

Aydın Demirtaş / Sosyolog
30.06.2019

Bugün Cemil Meriç’in düşünceleri ışığında self-oryantalizmden sıyrılmış, pozitivizmle arasına mesafe koyabilen bir eğitim sistemi kurma çabasını hızlandırmaya, Batımerkezcilikten uzak, kendi toplumuna kendi gözüyle bakan insanlara, yöneticilere, sanat ve fikir insanlarına ihtiyacımız var. Kültür meselesi, bu ülke için bir yaşam biçimi, tercihler, beğeniler meselesi değil hayatta kalma meselesidir.


Cemil Meriç ve bir hayatta kalma mücadelesi olarak 'kültür'

Cemil Meriç 38 yaşına değin kokusunu alacak kadar yaklaşarak, her kelimesini severek, hissederek okudu kitapları. Kimi kelime bıçak oldu saplandı şuuruna, kimisi gönlünde taht kurdu. 38 yaşında gözleri görmez olduğunda yerlerini ezbere bildiği binlerce kitabı ve ona bu kitapları okuyacak onlarca dostu vardı. Kızı Ümit Meriç, babasının geceleri kitaplığına gidip sevdiği kitapları alıp ellerini kitapların satırlarında gezdirerek ağladığını anlatır.

 Cemil Meriç Şark-İslam Medeniyetini terk ederek Batı Medeniyeti içerisinde yeniden bir Türk kültürü kurmayı hedefleyen Batıcılığın en keskin ve etkili münekkitlerinden birisidir. Onu mütefekkir yapan şey  Batılılaşmadır  adeta. Kendi tabiriyle irfanı yedi kat yerin dibinden dişiyle tırnağıyla söküp çıkarmaya uğraşan Meriç kültürün mahiyeti üzerinde en çok duranlardan birisidir. Cemil Meriç kelimeleri seven adamdır ancak kültür kelimesine hiç ısınamamıştır. Kültürü netameli ve müphem bulur; kültür ona göre “kaypaklığı, müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa’dır.” Onun yerine önerdiği kavram ‘irfan’dır. “İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan, insanoğlunun has bahçesi. Ayırmaz, birleştirir. Bu bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak, önyargıların köleliğinden kurtulmaktır, önyargıların ve yalanların. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen,   zekâyı zirvelere kanatlandıran,  uzun ve çileli bir nefis terbiyesi, irfan.  Kemâle açılan kapı, amel ile taçlanan ilim. İrfan, bir Tanrı vergisi, Cehidle gelişen bir mevhibe… Kültür, irfana göre, katı, fakir ve tek buudlu.  İrfan,  insanı insan yapan vasıfların bütünü. Yani hem ilim, hem iman, hem edeb. Kültür, Homo Ekonomikus’un kanlı fetihlerini gizlemeye yarayan bir şal; İrfan, dinî ve dünyevî diye ikiye ayrılmaz, yani her bütün gibi tecezzi kabul etmez.” 

Osmanlı irfanından, Cumhuriyet kültüründen söz edebiliriz Meriç’e göre. Osmanlı irfandır, Avrupa kültürdür. İrfan edeple, terbiyeyle zenginleşmişken, kültür kavramı ahlaki değer barındırmayan nötr bir kavramdır. Meriç’in davası bugünü düne bağlamaktır. “İrfanımızı maziye bağlayan köprüleri berhava ettik. Millet, hafızadır. Dava irfanımızı yeniden fethetmek, ecdadın tefekkür hazinelerini bugünkü nesillerin tecessüsüne açmak.” Bugün siyasi iktidarın kültür ve eğitim alanında kendisini başarısız hissetmesi bugünle dün arasındaki köprüyü kurmakla ilgilidir. 

Bir ideolojik silah: Terakki

Cemil Meriç metinlerinde leitmotiv, intelijansiyanın başrolde olduğu Batılılaşma buhranıdır. İntelijansiya Batı karşısında dik duramamış ve adeta yerli ajanlara dönüşmüştür. Aldanmıştır ve aldatmaya mahkumdur. Medeniyetinden kopmuş ve müstemleke aydınlarının komplekslerine yakalanmıştır. Cemil Meriç üslup itibariyle alabildiğine duygusal ve ahlaki bir noktadan konuşur. İntelijansiya onun kurgusunda bazen aldatılmış bir saftır, bazen bir haindir. Kendisine ve topluma Batının gözüyle bakmaya başlamış ve kendisinden utanmıştır. Süreç içerisinde Batıda yükselen sınıfın ideolojisinin köşe taşı olan ‘terakki’ düşüncesi Osmanlı aydınları için de büyülü kelimelerden birisi olur. Meriç bundan terakki metafiziği diye söz eder. “Sömürgeci fetihlerin meşruiyet fetvası”, “emperyalizmin ideolojik silahıdır” terakki. Terakki inancı geçmişten kopmanın ve yeni bir düzen kurmanın meşruiyeti olur. Sadullah Paşa’nın meşhur XIX. Asır Manzumesinde billurlaşır bu inanç: “Zaman zaman-ı terakki, cihan cihan-ı ulum, olur mu cehl ile kaabil bekaa-yı cemiyet.” Sadullah Paşa’nın (1838-1891) XIX. Asır Manzumesi hem akıl ve deneye dayalı bilimle meydana gelen ilerlemeye, hem de hürriyet ve eşitlik fikirlerine hayranlık ifade ediyordu. Sadullah Paşa şiirinde idrakimizin ışığının zirveye ulaştığını ve tecrübe (deney) sayesinde birçok bilinmeyeni bilir hale geldiğimizi, eski bilgilerimizin de kökünden yıkıldığını yazar. Bu kökten yıkılış klasik epistemolojiden açık bir kopuşu, epistemolojik bir bunalımı dile getirmektedir. Zaman terakki zamanı, dünya ilim dünyasıdır, artık toplumlar cehaletle varlığını sürdüremez. Terakki düşüncesinin ismi zamanla çağdaşlaşma olur ve geçmişten ne kadar hızlı ve köklü bir kopuş gerçekleştirirsek o kadar süratle gelişebileceğimizi varsayar aydınlarımız. Bu düşünceler malum Fransa’yla ilk tanışan frankofonlar öncülüğünde gelişmişti. Fransız devrimciler Aydınlanma felsefesinin kültürel ortamından beslendiler. Aydınlanmacılar, geleneğe dair ne varsa aklın süzgecinden geçiriyor, geleneği köklü bir eleştiriye tabii tutuyordu. Fransız siyasi hayatından ziyadesiyle etkilenen aydınlarımız Meriç’e göre Tanzimat’tan beri bu ülkeyi köklerinden koparmakla meşgul olmuştur. Yapılması gereken bugünü mazi ile zenginleştirmek, kültürün sığlığından irfanın derinliğine geçmektir. “Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler, İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk; kültür. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci.” 

Cemil Meriç’in üzerinde durduğu temel kavramlardan birisi de sömürgeciliğin keşif kolu diye nitelediği oryantalizmdir. Emperyalizm uzun yürüyüşüne oryantalizmle başlamıştır. Toplumun büyük çoğunluğu oryantalizmi hamamda cariye resimleri sanır oysa oryantalizm çarpıtılmış bir  Doğudur. Tarihin akmadığı, irrasyonel, egzotik, gizemli ve despot hükümdarlar diyarıdır Doğu. Orada insan hakları, demokrasi, kadın hakları ve bilim yoktur varsa da eksik ve kusurludur. Bu kurguda Doğu Batının kendisini temize çektiği negatif ötekisidir. Artık oryantalizmi tarih kitaplarına, sosyoloji kitaplarına koymalıyız ya da ayrı bir ders olarak okutmalıyız. Çünkü self-oryantalizmle malulüz. Self oryantalist bakış self-hate kuşaklar üretir. Kompleks üretir, kendinden ve geçmişinden utanan nesiller bu zihniyetin eseridir. Cemil Meriç’in en güzel aforizmalarından birisi şudur; “Her dudakta aynı rezil şikâyet: yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi. İnsanından,  yani kendilerinden.  Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır.” 

Batı’nın Batı Eleştirisi

Cemil Meriç’in intelijansiyası, elit bürokratlar geçmişte toplumun üstünde ince bir dilim oluşturan azınlıktı. Ancak eğitim zamanla sadece belli bir mutlu azınlığın ulaştığı imtiyaz olmaktan çıktı. Tanzimat’tan bugüne doğru bu dünya görüşü eğitim ve benzeri kanallarla kitleselleşti. Tek parti döneminde Türkiye yüzünü tamamen Batıya döndü. Askeri alanda başlayan modernleşme girişimleri idari alana doğru genişledi ve sonrasında medeniyet değiştirme projesine dönüştü. 1950 sonrasında gelen kültür endüstrisi bu zeminde istediği şekilde at oynatabilecekti. 1950’lerden sonra özellikle de 1960’larda fotoromanlar, sinema, dergi ve gazeteler, reklamlar yoluyla toplum endüstriyel kültürün müşterisi haline geldi. Resmi kanallarla başlayan geçmişten kopuş ve kültürel yabancılaşma piyasa marifetiyle işlemeye başladı. Bugün artık bir intelijansiyadan bahsedemiyoruz. Artık büyük oranda sorun  yabancılaşmış aydınlar değil tüketim kültürünün güdümüne girmiş kitleler.   

Türkiye’de muhafazakarların iktidara yürüyüşü sosyal bilimlerde yükselen modernite eleştirisinden istifade etti. Sosyal bilimcilerin aydınlanmayı, pozitivizmi,  jakobenizmi, ulus devlet laisizmini ele aldıkları metinlerde aklın inanca üstünlüğü tezi, ilerleme düşüncesi, oryantalizmdeki öteki problemi kıyasıya sorgulanıyordu. Bu eleştirileri ilk yapan isimlerden birisi Cemil Meriç’tir. Cemil Meriç Batıyı iyi tanıdığı için Batının içindeki Batı eleştirisini de erkenden yakalamayı başarıyordu. Bu gelişmeler Türkiye’de Kemalist Batıcılığın eleştirisini de mümkün kılıyor Demokrat Parti mirasından da faydalanan muhafazakarların siyasal etkisini arttırıyordu.  Kültürel iktidar meselesi siyasi iktidarı elde ettikten uzun yıllar sonra bu bağlamda gündeme geldi. Muhafazakarlar siyasal iktidara gelmişler ancak kültürel dünyayı belirlemeye muktedir olamamışlardı. Aslında mevcut sistemde siyasal iktidar olmanın kültürel dünyanın belirleyicisi olma şansı vermeyeceği hatta iktidarın bedelinin daha fazla kültürel aşınma olabileceği tahmin ediliyordu. Bu ürkütücü tahmine karşı öne sürülen tez şuydu: “Küresel tekno-kapitalizm çok güçlü bir dalga, biz bunun dışında kalamayız, omurgasını İslami değerlerin ve geleneklerimizin oluşturduğu çok güçlü bir gemi yaparsak bu güçlü dalgayla baş edebiliriz.” Ancak bu dalgayla baş edebilmek hiç kolay değil. Bugün iktidarını süren kültür,  tüketim kültürüdür. Mesela seçimler var; önüne iki seçenek konuluyor gençlerin. Tüketim dünyasında yetişen bu gençlere bu seçeneklerden birisi daha şeker geliyor, daha pembe… Meriç kendi kültürlerinden kopan aydınlara sitem eder hep ancak şimdi kültür endüstrisinin bütün kültürlerden kopardığı kitleler var. Bunlar kendi konformizmine ve hedonizmine daha uygun olana yöneliyor. Daha tüketim kültürüne uygun, yeme içme, gezme, giyim-kuşam, ilişki kültürüne uygun olanı benimsiyor. Kendilerini hazırlayan yakın geçmişten de kopuklar aslında ve aydınlanmacı ideallere sahip değiller. Her şeye kayıtsızlar, reddetmek için bile bir tanrıları yok önemli bir kısmının. Dine kayıtsız, ülkeye kayıtsız, her şeye kayıtsız. Apolitik değil, akültürel bir varlık. Oy vermeleri de böyle; sosyal medyadaki “layklamak” gibi bir şey mühür basmak. 

Cemil Meriç İslami çevreler de dahil olmak üzere hiçbir siyasi görüşün tam anlamıyla benimsediği bir isim olmadı. Şüpheciliği, relativizmi, gitgelleri, kritik düşünce ve diyalektiğe tutkuyla bağlı kalması gibi nedenlerle kendisine karşı ihtiyatlı bir yaklaşım oluştu. Cemil Meriç Batı’dan, Doğu’dan, sağdan, soldan, İslamcılardan herkesi okuyordu. Attila İlhan’la da, Necip Fazıl’la da, Hikmet Kıvılcımlı’yla da buluşabiliyordu. Kitaptan değil kitapsızlıktan, düşünceden değil düşüncesizlikten korkmak gerektiğini uzun uzun anlatır eserlerinde. Bu ülkenin derdiyle dertlenen dağınık fikir adamlarını bir topluluk haline getirmek, sloganlar uğruna birbirine kıyan gençleri fikirle tanıştırmaktı derdi.   Bugün herkes kendi içine kapalı ve iman tazelemek için okuyor. Türkiye’nin Cemil Meriç gibi zihin açıcılara ihtiyacı var.

Bugün Cemil Meriç’in düşünceleri ışığında self-oryantalizmden sıyrılmış, pozitivizmle arasına mesafe koyabilen bir eğitim sistemi kurma çabasını hızlandırmaya, Batımerkezcilikten uzak, kendi toplumuna kendi gözüyle bakan insanlara, yöneticilere, sanat ve fikir insanlarına ihtiyacımız var. Kültür meselesi, bu ülke için bir yaşam biçimi, tercihler, beğeniler meselesi değil hayatta kalma meselesidir. Zihinsel işgalden kurtulmak, kendimize dönmek, evimize dönmek meselesidir. Meriç’in mücadele ettiği zihniyetin devamı bugün kendi yurttaşına, soydaşına “Anadolu çomarı” diyor. Bu nasıl bir kibirdir, bu ülkede bir aristokrasi yok ve hiçbir zaman olmadı, olsa olsa bir iki kuşak önce eğitim imkanlarına kavuşmuş olanlarımız var. Self-oryantalist bakıştan kurtulamazsak var olamayız. Ancak bu içe kapanmakla, Batıyı külliyen reddetmekle olacak bir şey değil. Batıyı çok iyi tanımalıyız ve farklı düşünen insanlarımıza da değer vermeli, etkileşimi arttırarak canlı bir fikir ve sanat hayatı kurabilmeliyiz. Cemil Meriç son kertede kıyasıya eleştirdiği intelijansiyayı da affetmeye hazırdı. Akif’i de Fikret’i de bağrına basıyordu. “En büyük tehlike uzun zamandır müptela olduğumuz yobazlık. Bize düşen, dertlerimizi ömür boyu gönüllerinde taşıyan insanlara sevgiyle eğilmek ve hödük idrakimize hata gibi gelen kusurları cımbızla ayıklamaya kalkışmamak. Önce kendi irfanımız sonra beşeri irfanın bütünü.”

Self oryantalizm

Ülkemizin kültür hayatının zenginleşmesi, zihinlerin nasıl inşa edildiğinin, söylemlerin nasıl örüldüğünün anlaşılabilmesi için sosyal bilimler çok önemli. Bilmediğimizle, tanımadığımızla başa çıkamayız. Bugün çok yüksek puanlarla girilen İmam Hatip Liseleri var. Bu okullardan mezun parlak gençlerimizin doktorluk, mühendislik gibi mesleklere yöneldikleri kadar sosyal bilimlere de yönelmeleri geçmişle sağlıklı bağlar kurmak anlamında daha etkili olacaktır.  Maalesef pozitivist bilim anlayışı hepimize sirayet etmiş. Her yerde robot yarışmaları ve benzeri etkinliklerle yeniden teknolojiyi kutsamaya başladık.  Sosyal bilimlerle iştigal etmemiş ilahiyatçılar zincirin nerede koptuğunu anlamakta, bugünü düne nerede ve nasıl bağlayacağını kestirmekte zorlanıyorlar. İyi tarih bilmek, felsefe bilmek ve meselelere sosyolojik bakmak lazım. 

İlaveten  kültürü turizmle beraber düşünmenin, müzelerde, ören yerlerinde sergilenen ölü bir şey olarak görmenin sakıncaları üzerine düşünmeliyiz. Eğitim bir anlamda kültürü yeni nesillere aktarmak olduğundan kültürü eğitimle beraber düşünmek daha sağlıklı olabilir. Kültür adamları eğitimin paradigmasını belirlese, ders kitaplarına yoğunlaşsa, eğitimin kalbi ve beyni olsa, derinlik kazandırsa daha iyi neticelere ulaşabiliriz. Kültürel alanda muktedir olmak sanatçılarını, edebiyatçılarını, entelektüellerini, sinemacılarını, tiyatrocularını yetiştirmek onların verdiği eserleri kendi yayınevlerinde, kitapçılarında, fuarlarında, sanat galerilerinde, sinema salonlarında, film şirketlerinde dolaşıma sokabilmektir bir yönüyle. Bu işin bir zihniyet boyutu var; self oryantalizmden, Batımerkezci anlayıştan sıyrılmış insan yetiştireceksiniz bir de işin finans boyutu var; kültür insanları ürettiğinin karşılığını alacak ve yeni eserler vermek için işe koyulabilecek. Zenginlerimiz bu desteği veriyor mu? Evlere bir iki hat yazısı ve ebru tablosu asmak yeter mi? 

[email protected]