Cephe siyasetinde mevzi kazanmak

Ercan Yıldırım / Yazar
28.04.2018

24 Haziran kararının açıklanmasıyla Türkiye’deki cephe siyaseti en ağır, en ilkesiz kavgasını veriyor. Buradan siyasal alanımızla ilgili çok net sonuçlar da çıkarabiliriz… Türkiye’de millet karşısına çıkmanız için öncelikle “dindar-İslamcı” olmanız gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısına bir İslamcı-Milli Görüş kökenli yerleştirme çabası, İslamcı menşeili “millet meşruiyeti”nin artık “devlet meşruiyeti” haline geldiğini de gösteriyor.


Cephe siyasetinde mevzi kazanmak

Türkiye kendi başının çaresine bakabilecek bir ülke olma ihtimalini aşama aşama kaybetti. Tanzimat ile başlayan süreç Avrupa karşısında kendimizi sıradanlaştırmayı kabul etmemize dayanıyordu; Tek Parti idaresi, içimizden de efendiler çıkabileceğini ispatlamakla geçti. Kore Savaşı’nda dünya sistemine karşı gösterdiğimiz iyi niyet ve irade beyanı karşılığını buldu; yeni dünya sistemine dahil olabilmek aynı zamanda NATO’ya bağlılığımızı ikrar ettirecek 27 Mayıs’ı da gerektiriyordu.

27 Mayıs Türkiye’de düşünceyi, siyaseti, ekonomiyi yönlendiren ciddi dönüşümlere kapı araladı. 1960’lı yıllarda Türkiye azgelişmişlikten kurtulmak, bağımsız politika uygulamak, Mehmet Ali Aybar’ın dediği gibi “bize özgü yol”u inşa etmek için elinden geleni yapmalıydı.

Soğuk Savaş aydınları bugünleri herkesten iyi yorumlayabiliyor; neoliberal döneme gözlerini açanlar hayatı, toplumu, insan gerçekliğini bilme-den öğretilmiş formüllerle izah getirmeye, ahlak ve değer aktarımını postmodern tezlerin arkasına eklemeye bayılıyor. Hayatın ve siyasetin “bir cephe-den” seslenen niteliğini ya görmüyor ya da gözlerden kaçırmak için kendine misyonlardan bir misyon beğeniyor.

Türk siyasetinin doğası

Türkiye’de siyasetin doğasını Kemal Tahir’in dediği gibi “devlet mekanizması”nı tıkır tıkır işletmek oluşturur, Osmanlı’dan bu yana bu hakikat hiç değişmemiştir. Kimisi varolan dengeler üzerinden devlet hiyerarşisinde yer alır, tasarlanmış, yürüyen dilin ve söylemlerin taşıyıcılığını yapar kimi ise zamanın ruhuna uygun olarak yeni libaslar, yeni içerikler varsa heybesinde yeni renkler vermek ister. Yeni dengeler kurmak, yeni denklemler oluşturmak, doktriner yeniliklere gitmeye kalkanlar biraz da cari dünya sistemine göre başarı kazanabilir.

Cumhuriyet idaresi hilafeti kaldırarak yeni Türkiye’nin ömrüne ömür katmayı başardı, Yalta düzenine intibak ederek varlık alanı-mızı ihata ede-bildik. Fakat biraz vicdanlı, erdemli düşünenler dünya sistemi statükosuna entegrasyonun kadim devlet–millet bağımızı çökerteceğini, 1071’den sonra büyük müesses nizam haline dönüşen İslam-Türk-ehli sünnet-gaza merkezli düşüncenin köküne kibrit suyu dökeceğini anlayabilirdi, anlayanlar çıktı da.

Kapitalist dünya sistemi Türkiye’de siyaseti “nizam-ı alem ve ila’yıkelimetullah” ilkelerince özetlenebilecek devlet-millet ideali ve aklı olmaktan çıkarıp “sınıf kavgası”na indirdi...

Türkiye, adı Marksist olmayan ama büyük oranda sınıf çatışmalarına endeksli bir siyaset yapısına oturdu; kapitalizmin iktisadi programını alıp medeniyet değerlerini reddeden dindar-eşrafla Batılılaşma adı altında kapitalist ilişki biçimlerini reddedip medeniyet değerlerini millet varlığına zoraki giydirmek isteyen Batı destekli memur-elit bugüne kadar çatışa çatışa geldi.

Bir nevi cephe siyaseti egemen oldu.

Cephe siyasetinde amaç devlete rengini verecek bir “kendilik bilgisi” nakşetmek değildi. Cari dünya sisteminin politikalarının uygulanma biçimlerine paralel olarak devlet yönetimini ele geçirmeye odaklanıldı.

Devlet Türkiye’de kerim niteliğinde olduğu, her yol, imkan, değer devletten geçtiği için sosyalizm de, milliyetçilik ve İslamcılık da devleti hedefledi. Bizde bu yüzden devlet organizma olarak çalışır, bünyeye giren yeni ve “kökü dışarıda” ideolojileri fark eder onları genel ortalamaya çekebilir. Mesela diyalektik bizdeki devletin haliyle siyasetin en belirgin ve kullanışlı metodudur; tasfiyelerde farklı kesimleri, cepheleri çatıştırabilir. Hiçbir zaman senteze gitmez, siyasal alanda tez ve antitezin ortalamasının bulunmasını sağlar. Osmanlı’nın gerileme döneminden bu yana ne tezler ne antitezler etkin olabildi, dünya sistemi sonuçta sentezin kazanabileceği bir ambiyans hazırladı. Aydınlar, siyasetçiler, bürokratlar “devlet” kadar tasalanmadı hiçbir zaman, kendi varoluşunu devam ettirebilecek korkuyu iliklerine kadar yaşadı “kim onlar” diye sürekli sorulan devlet!  Tasalanmak, kaygılanmak, korkmak varoluşsal güvenlik alanını oluşturduğu için “düşünme”ye bağlıdır çünkü. Siyasetin düşünen kısmı en fazla 200 yıllık tarihimizde netleşen “sınıf kavgası”na odaklanır sadece. “Devlet diyalektiği” içinde tasfiye olmamak için ilkeler, değerler ve ahlak örgüleri geliştiren Kemalist muhafazakardan yeni muhafazakara kadar geniş bir yelpaze vardır.

Dünya hep aynıydı!

Hayret duygusuyla haya birbirini besleyen iki tavizsiz ontolojik unsurdur.

Dünya ile insan arasında sağlam ayrımlara gitmek dünyanın insani dilini görmezden gelir, böylece dünyanın değiştiğini insanların da onu takip ettiğini düşünürsünüz.

Böylece siyasal alanı pasifleştirir, insana temas etmeden dünyanın ruhu ve zamanın ruhunu öne çekerken insanın ve toprağın ruhunu hesap dışına itersiniz.

Kutadgu Bilig’e bakarsanız siyasal alanı din-İslam, felsefe, sosyoloji ve psikoloji oluşturur. Buradaki yakınmalar günümüzü anlatıyor, belki şöyle düşünmek mümkün dünya hep aynıydı, insanoğlu eylemleriyle kendi özünü inşa edebilir:  “Allah rızası için iş gören tek bir kul kalmadı. Cemaatler çok camiler az idi, şimdi camiler çoğaldı cemaat azaldı. Müslümanlar karıştı, birbirlerinin etlerini yiyorlar. Kafirler ise tam bir huzur içinde yaşıyor. Oğul babaya babalık eder oldu. Dünyayı bir başka kalıba soktular da hayrete düşen yok. Oğul kız, babaya saygıyı bıraktı. İhtiyar kelimesi, hakaret sayıldı. Düzen değişti, yasalar bozuldu; ak ve kara ayırt edilemez oldu.”

Geniş bir metafiziği vardır siyasal alanın. Bu metafiziği besleyemediğiniz zaman Türkiye’deki gibi sınıf çatışmasında donar kalırsınız. 24 Haziran seçimleri açıklandıktan sonra 16 Nisan ile birlikte 15 yıllık iktidarın, 200 yıllık Batılılaşma sürecinde mücadele edilen dindar-muhafazakar kitleyle hesaplaşmak isteyen yüzde 48’lik kitlenin kanaat önderleri heyecanlandı.

Parçalanan siyasal alan

Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı değil, “devr-i sabık” ile bir zihniyeti de intikam hissiyle cepheye yerleştiren katı kamplaşmalar ortaya çıktı. Türk siyasi hayatı kadar fikir dünyamız da yeni bölünmelere sahne oldu. Milliyetçilik 1970’lerde 9 Işıkçı ülkücülükte daralmıştı, yeni süreçte MHP’nin temsil ettiği ve içinde biraz metafizik ve dini değerler barındıran taraf ile İyi Parti’de öbeklenen mesiyanik ulusalcılık karşıt kutuplara geçti.

Buna Saadet Partisi’ni de eklemek gerek; kendini Anadolu ve Rumeli Müdafaa Cemiyetlerine bağlayabilecek bir Milli Görüş geleneği “milli” damarını “ulus” ile değiştirerek memur-Kemalist elit ile ittifaka girdi.

CHP bu karşıtlığın kendi içinde gözlendiği en önemli pratik oldu. Mezhep kaygıları ön plandaki kesim bir “dindardan kurtulmak için bir başka dindar” ile ittifak yapabileceklerini savunurken klasik ulusalcı refleks buna bile razı olmadı: İki aynı kimlikten neden birini tercih edelim ki, çıkışını yaptı…

1924 siyaseti bitirmişti, 27 Mayıs Türkiye’de siyaseti, ideolojileri, fikirleri parçalayarak yeni bir dünyaya giriş yapmıştı. Gezi-15 Temmuz süreci siyasal alanı çok daha parçalı hale getirdi, post-ideoloji döneminde fikir akımlarını neredeyse tamamıyla tüketti. 24 Haziran süreci yeni sistemi ikame edeceği için “son kale” vurgusu “cephe siyaseti” ile birleştirilmek isteniyor. Gezi ile başla-yan süreç siyasal alanı yeniden tanımlamadı tam tersine yerleşik olanı güçlendirdi ama başta dindar-İslamcı kesimlerde yeni yaklaşımlar, yeni ahlak ve değerler sistemi geliştirdi. Konformist-sinik-utiliteryanist ahlak İslami kesimde güçlendi. Saf eleştiri, saf ideal, saf etik, saf ilkeler gibi safiyane tutumlar cephe savaşında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İslami kesimin “mevzi kaybetmesi”ne neden oldu.

Türkiye’de hiçbir kesim “sınıf-cephe savaşı”nın dışında Türkiye için yeni bir teklifte bulunmuyor.

Herkes kendi metoduyla Türkiye’nin bağımsızlık kazanacağını, kalkınacağını, aydınlanacağını, ilerleyeceğini söylüyor ama dün-ya sisteminin verili metodlarının dışına çıkma cesareti, düşüncesi, yeterliliğini de gösteremiyor. Fakat 24 Haziran takvimi açık etti ki siyasal alanda artık mevzi kavgası bile terkedilmiş durumda. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı bir “oluşum”a gitme cesareti gösteremeyen ama “çatı” da yer bulmaya çalışanlar eleştirdiklerinin kat kat fazlasına razı oldular.

Kalite, seviye, değer, ahlak arayışı içinde “trenden inmenin öcü”nü almak için yola çıkarken 15 milletvekili operasyonuyla kalite-siz, seviyesiz, ahlaksız ve değersiz bir siyasal alanda saçak altı siyaseti yapmaya rıza gösterdiler. Üstelik bir “tuzluk gibi” başka partiye sürgüne gönderme usulünü demokratik yöntem diye anlatma zilletini bile kabul ettiler.

Milletin hizası

24 Haziran kararının açıklanmasıyla Türkiye’deki cephe siyaseti en ağır, en ilkesiz kavgasını veriyor. Buradan siyasal alanımızla ilgili çok net sonuçlar da çıkarabiliriz… Türkiye’de millet karşısına çıkmanız için öncelikle “dindar-İslamcı” olmanız gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısına bir İslamcı-Milli Görüş kökenli yerleştirme çabası, İslamcı menşeili “millet meşruiyeti”nin artık “devlet meşruiyeti” haline geldiğini de gösteriyor!

Bir başka gerçek ise hala aynı yerde duruyor; Erdoğan ancak Erdoğan ile ya da Erdoğan isterse yıkılabilir…

İktidar olmak, Cumhurbaşkanı seçtirmek için yine İslamcı-dindar bir aday getirmeye çalışacağına kendini “milletin hizasına” yerleştirmekten kaçınan CHP ve zihniyeti muhtemelen yeni sistemle önemli dönüşümlere gidecek. CHP bu süreçte “devlet partisi”nin dışına yani tamamen merkezkaç savrulmasına maruz kaldığı belli; üstelik bünyesindeki klikler bir yanıyla çok güçlü bir yanıyla çaresiz ve etkisiz.

Çatı aday arayışındaki muhaliflerin arayışlarındaki beyhude gayret cephenin öteki tarafını gevşekliğe sürüklememeli, kalite, seviye açısından çıtayı çok yukarılara dikmek gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde siyaseti İslamcılar seküler kesimden daha iyi yapmaya başladı, fakat ilkeler manasında hala ciddi sıkıntılar var.

Gezi olaylarındaki, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz süreçlerindeki “ikili oynama”, “şerit üzerinde salvolar” atma yine yaşandı, yaşanıyor. Kazanan, akıcı tarafa geçecek pek çok kişi var.

Cesaret, istikamet kavramı 2013 sürecinden beri Erdoğan’ın savrulmadan durmasıyla sağlanıyor hala; bu da seküler kesimin Erdoğan düşmanlığını izah edebiliyor.

24 Haziran süreci dünya sistemini bilenlerin, siyasal alanı buna göre kuranların az ve yetersiz olduğunu gösteriyor. Oysa Türki-ye’nin 200 yıllık tarihi bir tarafıyla dünya sisteminin bizdeki “yaprak kımıldatmaz” tesiriyle bağlantılı. Bu açıdan 24 Haziran seçimleri, yeni sistemin hayata geçmesi ve çatı arayışları Suriye meselesi, Kürt devleti senaryolarıyla çok yakından ilgili. Boş binaları vuran Trump öncülüğündeki koalisyona girmek bir “irade beyanı” idi; neredeyse Rusya bile dahil oldu!

Çatı aday arayışlarında ittifak gayretleri siyasal alandaki “kutuplaşmalar”ın suniliğini gösteriyor. Kimliklerin karşılaşması söz konusu değil merkezkaça uğrayanların rahatlıkla merkeze yürümek için kol kola gelebileceği bu süreçte netleşti.

Türkiye’de siyasal alan dünya sisteminin çizdiği çerçevenin içinde merkez-kaç mücadelesini esas alarak cephe siyaseti şeklinde yürüyor. 24 Haziran kararıyla beliren denklemde siyasi tekliflerin yeni bir ahlak, yeni bir sistem, yeni bir iktisadi düzen teklif etmekten çok cepheyi korumaya dönük olması, muhaliflerin parlamenter sistemi geri getirme teklifleri bir yanıyla ezberlemiş çaresizliğin sonucu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni sistemi hayata geçirmeye dönük direncine, “Dünya beşten büyüktür ve yeni bir ödeme aracı, altın” teklifi eklenirse Türkiye cephe siyasetinden millet siyaseti-ne geçiş yapabilir.

Siyasal alan, Türkiye patikasını inşa etmeli, sugözlerini bulabilmeli… Aksi taktirde rövanşist siyaset diyalektiği iktidar sırasını bekleyen muhterislere çalışacağından Türkiye dünya sisteminin sınırları içinde pasif çöküşü istikrarlı şekilde sürdürecek.

@Ercnyldrm1