CHP'de bile bile lades

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı SETA-Uludağ Üniversitesi
30.06.2018

Türkiye 24 Haziran’da seçimleri olgunlukla tamamlayarak önemli bir sınavdan başarıyla geçti. 24 Haziran’da ilk kez eş zamanlı olarak gerçekleştirilen Cumhurbaşkanı seçimi ve milletvekili seçiminde, Erdoğan yüzde 52.6 oy oranı ile yeni sistemin ilk Cumhurbaşkanı olurken, AK Parti yüzde 42.6 oy oranıyla milletvekili seçiminde sandıktan birinci parti olarak çıktı.


CHP'de bile bile lades

AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı ise, 344 sandalye ile parlamentoda çoğunluğu elde etti. Seçimlerin ardından sonuçlar siyasi partiler tarafından değerlendirmeye alındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti 24 Haziran seçimlerinin açık ara galibi olmasına rağmen, Erdoğan seçim gecesi yaptığı balkon konuşmasında 1 Kasım 2015 genel seçiminde aldığı oya kıyasla partisinin yaşadığı yüzde 7’lik oy kaybına işaret ederek, milletin verdiği mesajı aldığını ifade etti. 24 Haziran seçimlerinden önceki 12 seçimden de zaferle ayrılan Erdoğan, daha seçim gecesinden itibaren muhasebesini yapmaya başladı, hiçbir zaman yüzde 40 bandının altına düşmeyen partisini çok başarılı ilan edebilecek donelere sahipken, seçmene yüzde 7’lik oy kaybını sorgulayacaklarının sözünü verdi. Ana muhalefet partisi CHP’de ise, seçim sonuçları olağanüstü kurultay ve istifa çağrılarına yol açtı. Kılıçdaroğlu’nun seçim sonuçlarına dair değerlendirmesi CHP’li seçmenin genel merkezin kapısına dayanarak, oturma eylemi yapmasına neden oldu. Bugüne kadar üstü örtülen birçok sorunu açığa çıkardı. Bu sorunları “benimsenecek siyaset tarzı”, “liderlik” ve “CHP’li seçmen” bağlamında ortaya koymak mümkündür.

Siyaset tarzında çatallanma

Seçim sonuçları CHP içerisinde bundan sonraki süreçte Türkiye’de siyaseti okuma, dönüşen sosyolojiyi yakalama ve buna dayalı olarak bir strateji geliştirme açısından benimsenecek siyaset tarzındaki çatallanmayı gün yüzüne çıkardı. Bu çatallanmayı Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce’nin seçim sonrasında yaptığı konuşmalarda kullandıkları kavram setleri üzerinden anlamak mümkündür. Muharrem İnce, seçim sonrasında yaptığı konuşmada seçimleri rakibinin kazandığını kabul etti ve Erdoğan’a tebrik etti. Herkesin Cumhurbaşkanı olmak amacına vurgu yaptı ve kendisine verilen yaklaşık 15 milyon oyu 30 milyona ulaştırmaya talip olduğunu belirtti. Ayrıca, seçim kampanyası sürecinde birtakım çağrılarda bulunmuş olsa bile en azından seçimin ertesi günü seçmeni sokağa dökme fikrine kapıları kapadı. Bu bağlamda, demokratik siyasetin içinde kalma yönünde bir tercihte bulundu. Popülist siyasetin bir parçası olduğunu kabul etmekle birlikte, en azından seçim kampanyasında muhafazakâr ve Kürt seçmen gibi farklı toplumsal gruplara seslendi. Bu bağlamda, yeni sistemin gerekliliklerini –en önemlisi milletin yüzde 50+1’inin desteğini alma koşulu- daha iyi kavradığı izlenimi verdi.

Seçimden sonra yaptığı konuşmada oldukça sert ve agresif olan Kılıçdaroğlu ise, artık son üç-dört seçimdir bir siyasal sonuç üretemediği görülse de “Erdoğan karşıtlığı” üzerinden seçmeni bloke etme stratejisini devam ettireceğini ortaya koydu. 26 Haziran’da –seçimlerin üzerinden iki gün geçmemişken- “Neyini tebrik edeceğim diktatörün?” diyerek benimseyeceği siyaset tarzının ana eksenini açık etti. Tek adam rejimi, oy çalma, sandıkta hile, baskı gibi kavramlarla dolu konuşması ile yine korku siyasetini esas aldı. Kılıçdaroğlu, 24 Haziran’da sanki sadece milletvekili seçimi yapılmış gibi AK Parti’nin yüzde 7’lik kaybını vurguladı, Cumhurbaşkanı seçimini görmezden geldi ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi neticesinde iktidarı elde eden AK Parti’yi seçimin tek kaybedeni olarak ilan etti. AK Parti ve MHP’nin getirdiği ittifak düzenlemesinin sunduğu imkânlarla ortaya çıkan yedi partili parlamento, yüzde 10 barajının fiili olarak ortadan kalkması, parlamentonun temsil kabiliyetinin yüzde 99’lara varması gibi demokratik kazanımları sahiplenmeye kalkıştı.

Sistem değişikliği tartışmaları esnasında ve 16 Nisan’dan itibaren yetkilerini ve gücünü kaybettiğini iddia ettiği parlamentoda AK Parti’nin tek başına çoğunluğu kaybetmesine dayalı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından “topal ördek” durumunun ortaya çıktığını belirtmek gibi çelişkili bir açıklama yaptı (Cumhurbaşkanı için “topal ördek” durumu oluşmuşsa, bu yaklaşık iki senedir CHP tarafından dile getirilen yeni sistemde parlamentonun işlevsiz kalacağı iddiasının yine CHP tarafından inkar edildiği anlamına gelir. Aksine, eğer gerçekten parlamento güçsüz ise, bu kez Cumhurbaşkanı için “topal ördek” durumu oluşmamış demektir). Kısacası, Kılıçdaroğlu seçim sonrasına ilişkin olarak siyaset üretmeyeceğini, uluslararası sistemden medet ummaya devam edeceğini, yeni sistemin kodlarını kavrayamadığını ve sadece AK Parti karşıtlığı üzerinden siyasette var olma çabasında olacağını göstermiştir. Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin bu siyaset tarzını benimsemesi ve benimsemeye devam edeceğinin ipuçlarını vermesi, CHP seçmeninin bugünkü psikolojisini anlamak açısından önemlidir.

Liderlik tartışması

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş tartışmalarında, yeni sistemin siyasi partilerin genel başkanlarının Cumhurbaşkanı adayı olmalarını gerektirdiği çokça dile getirilmişti. Çünkü, bir parti tarafından genel başkan dışında bir kişi Cumhurbaşkanı adayı gösterilir ve kazanırsa, yürütme gücünü kullanacak kişi ile onu aday gösteren partinin genel başkanı arasında bir uyumsuzluğun ve çift-başlılığın çıkabileceği ifade edilmişti. Veya partinin genel başkanı dışında Cumhurbaşkanı gösterilen kişinin kazanamasa bile partisinden çok oy alması durumunda, genel başkanın koltuğunu korumakta zorlanacağı ve söz konusu Cumhurbaşkanı adayının fiili genel başkan haline gelebileceği çok sık iddia edilmişti.

Aslında, CHP 24 Haziran seçimlerinden sonra tam da bu ikinci senaryoyu tecrübe etmektedir. Her ne kadar Kılıçdaroğlu öncelikli olarak ortak aday projesi peşinde koşarak, bu senaryodan kaçmaya çalışsa da, bu projenin akamete uğraması ve taban baskısı sonucunda “son seçenek” olarak Muharrem İnce’yi aday göstermiştir. Bu tarihten itibaren 24 Haziran seçimleri aynı zamanda CHP genel başkanlığı yarışını da kapsar hale gelmiştir. Seçimler sonucunda Muharrem İnce’nin oyunun CHP’nin oyundan yüzde 8 daha fazla olması ve İnce’nin 40 yıldır aşılamayan yüzde 30 eşiğini aşması ikinci senaryoyu bir siyasal gerçekliğe dönüştürmüştür. Dolayısıyla, bu liderlik tartışmaları CHP ve Kılıçdaroğlu için bile bile ladestir. 24 Haziran seçimlerinin CHP açısından net sonucu genel başkanlık mücadelesinin fitilinin ateşlenmesidir. Nitekim seçim sonrası yaptığı basın toplantısı ile İnce kendi siyasi kariyerini inşa etmeye devam etmektedir. Bu hikayenin burada bitmeyeceği mesajını vermekte ve teşkilatlara teşekkür ziyaretlerini organize etmektedir. Kılıçdaroğlu ise, bir yandan İnce’yi başarısız olarak nitelendirmekte ve görevinin başında olduğu mesajını vermekte diğer yandan istifa çağrılarında bulunanları ihraç etmek için parti meclisini devreye sokmaktadır. Tüm bunların anlattıkları CHP’de genel başkanlık mücadelesinin çok sert süreçlere yol açacağıdır.

CHP’li seçmen psikolojisi

CHP’nin Kılıçdaroğlu döneminde izlediği ve yukarıda özetlemeye çalıştığım siyaset tarzı CHP’li seçmenin yorulmasına ve savrulmasına yol açmaktadır. CHP Erdoğan karşıtı bloku genişletmek ve güçlendirmek için seçmenine çok fazla yükleme yapmıştır. Bu yüklemenin içeriğini yukarıda bahsettiğimiz diktatör, tek adam rejimi, oy çalma, seçim güvenliğinin sağlanamaması, insan haklarını hiçe sayan bir baskı ortamı, tehdit gibi söylemler domine etmektedir. CHP’li seçmene AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı aşırı dozda zerk edilmektedir. Bunun sonucunda CHP’li seçmende Türkiye’ye dair kesin olarak inandıkları bir sanal gerçeklik inşa edilmektedir.

AK Parti ve Erdoğan karşıtlığına dayalı bu sanal gerçeklik özellikle seçim gecelerinde “zafer”, “inkar” ve “kabullenme” olmak üzere üç aşamadan geçmekte ve sonunda CHP’li seçmeni psikolojik olarak savurmaktadır. İlk aşamada, daha seçim sonuçları netleşmeden CHP’li yetkililer seçimi kazandıklarını ve AK Parti iktidarını devirdiklerini iddia ederek, CHP’li seçmenin beklentisini oldukça yükseltmektedir. İkinci aşamada, seçim sonuçları netleşmeye başladığında YSK veya haber ajansları üzerinden seçimlerin manipüle edildiği iddiasıyla seçim sonuçlarını inkâr etme gündeme gelmekte ve seçmenler yönlendirilmektedir. Kabullenme olan üçüncü aşamada, bu derece karşıtlık yüklenen ve Türkiye’ye dair karamsarlaştırılan seçmen seçim yenilgisini kabullenmekte zorlanmakta ve psikolojik olarak savrulmaktadır. Ve bu savrulma, seçim gecesi Muharrem İnce’nin kaçırıldığına ve tehdit edildiğine inanmaya, Muharrem İnce’nin böyle bir durum olmadığına ilişkin beyanına rağmen, bu beyanın “Bak görüyor musun hala tehdit altında” şeklinde yorumlanmasına kadar uzanmaktadır. Daha da önemlisi, bu döngü her seçim döneminde başkaca versiyonları ile tekrar etmektedir. Bu savrulmaları önlemek, bir karşıtlığa hapsolmak yerine 24 Haziran’da seçmenden ikinci kez onay almış Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin gereklilikleri bağlamında bir siyasal vizyon ortaya koymayı ve gerçekten Türkiye’nin yönetimine talip olmayı gerektirir. Türkiye’nin yönetimine talip olmak ise, CHP’nin Türkiye’nin siyasal, toplumsal, ekonomik nitelikli sorunları üzerine sahici bir tarzda kafa yormasını, toplumun ana gövdesi olan muhafazakâr-milliyetçi dünya ile sahici bir ilişki kurmasını, tüm toplumsal kesimlerin ihtiyaç ve taleplerine açık olmasını elzem kılar. Dolayısıyla, yalnızca genel başkanı değiştirmek bu savrulmayı engelleyemez. CHP’nin genel başkanının tabanını dönüştürmesi ve teşkilatlarda zihniyet değişimini gerçekleştirmesi gerekir. Aksi halde, CHP’nin geleneksel kodları genel başkanı kuşatır ve farklı toplumsal kesimlerle güven inşa edecek sahici ve süreklilik arz eden bir ilişki kurmasının önüne geçer. Yani, pragmatist ve popülist bir tarzda, 2008 yılında yaptığınız çarşaf açılımından sonra 2018 yılında yüzde 50+1 koşulu gereği muhafazakâr camiayı ve değerlerini sadece 50 günlüğüne yeniden hatırlarsınız, bu da oya dönüşmez.

[email protected]