CHP’den HDP’ye tünel mi kazılıyor?

Ramazan Akkır / Yazar
27.01.2018

CHP’nin Kaftancıoğlu gibi şahin politikacılarla yola devam etmesi, CHP’yi kitle partisi olmaktan uzaklaştırmakta ve marjinalleştirmektedir. Kaftancıoğlu’nun marjinal sola yakın durması, devlete seri katil demesi, muhafazakarlara ait değerleri aşağılaması; CHP’yi hem kristalize olmuş kendi seçmen kitlesinden hem de toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ılımlı ve muhafazakar seçmenden uzaklaştırmaktadır.


CHP’den HDP’ye tünel mi kazılıyor?

Türk siyaseti, her gün yeni bir gelişmeye tanıklık ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına getirilmesinden bu yana partide sular bir türlü durulmuyor; siyaseti dizayn edecek mühendislik girişimleri devam ediyor. Son olarak, İstanbul İl Başkanlığı’na Canan Kaftancıoğlu, Ankara İl Başkanlığı’na Adnan Keskin, İzmir İl Başkanlığı’na da Deniz Yücel gibi “şahin” karakterli politik aktörlerin seçilmesi, ideoloji referanslı tartışmaları beraberinde getirdi. Özellikle Canan Kaftancıoğlu’nun “İnandığınız Allah’ınız topunuzun belasını versin”, “Tarihte bugün Ermeni soykırımı başladı. Katledilen Ermeni vatandaşlarımızı anıyoruz”, “Devlet katil değil seri katil” gibi paylaşımları etrafında dönen bu tartışmalar, Kılıçdaroğlu CHP’sinin politik güzergâhını göstermesi bakımından analize muhtaçtır. Sadece Kaftancıoğlu özelinde değil, diğer birçok şehirde partinin il başkanlığına getirilenlerin şahin karakterli olması veya CHP’nin ideolojik kimliği ile tam uyuşmamaları, CHP’nin kafa kâğıdının şahinleşmeye doğru evrildiğini göstermektedir. Peki, bu değişim stratejisi, CHP’yi iktidara taşımaya yeterli midir? Veya CHP, şahin karakterli politik aktörlerle sarsıcı bir iktidar yürüyüşü gerçekleştirilebilir mi? 

Modern zamanların icadı olan siyasi partiler, halkın desteğini sağlamak suretiyle devlet mekanizmasının kontrolünü ele geçirmeye veya sürdürmeye çalışan, sürekli ve istikrarlı bir örgüte sahip siyasal topluluklardır. Çok partili demokratik düzene geçiş ile beraber Türkiye’de ideolojik hüviyeti farklı birçok parti kurulmuştur. Ancak genel olarak, sahici anlamda iktidar olan partiler, sağ çizgide politika üreten ılımlı partiler olmuştur.

İktidar olmanın formülü

Öncelikle Türkiye’de iktidar olmanın veya hükümet kurmanın bir siyasal matematiği vardır. Bu matematik; toplumun farklı kesimlerine açılmak, keskin ideolojik tavır ve duruşu yumuşatmak, merkeze ait değerlere yaklaşmak ve toplumun farklı sınıflarına ait insanları aynı çatı altında toplamak olarak tanımlanabilir. Bu ülkede “sahici anlamda” iktidar olan partilerin temel stratejilerini, bunun gibi toplayıcı faktörler belirlemiştir. Demokrat Parti’nin, Özal’lı Anavatan Partisi’nin veya AK Parti’nin toplumun farklı kesimlerini kuşatma ve kapsayıcı olma özellikleri bu stratejinin ürünüdür. Aynı zamanda ideolojik olarak esnek bir kimliğe sahip olan bu partiler, sağdan sola geniş bir seçmen tabanına hitap etmiştir. 1980’lere mührünü vuran ve Türkiye’yi küresel dünyaya açan Özal’ın Anavatan Partisi; toplumun farklı kesimlerini bir araya getirmenin yanı sıra, milliyetçi, muhafazakâr, liberal ve sosyal demokrat kimseleri kucaklayan bir kitle partisiydi. Dört farklı siyasi akımı kendi partisinin çatısı altında toplayabilen Özal, ılımlı siyaseti ile iktidarını konsolide etmişti. Yanı sıra, seçmen tabanı oldukça geniş olan bu parti, esnek bir ideolojiye sahipti; politik aktörler ne ideolojik körlük yaşıyordu ne de şahin bir kafa kâğıdına sahipti. Benzeri bir örnek de 3 Kasım 2002 tarihinde kurulan ve kendini muhafazakâr-demokrat olarak tanımlayan AK Parti’dir. Liberalinden muhafazakarına, milliyetçisinden sosyal demokratına kadar farklı ideolojik gruptaki insanlara hitap eden AK Parti, ideolojik keskinlikten öte ılımlıydı. Türkiye’de iktidar olmanın parametreleri, çok partili siyasal hayata damgasını vuran bu partilerin siyaset yapma biçiminde bulunmaktadır.

Merkez partilerin özelliği

Gelgelelim Ana muhalefet partisi CHP’nin durumuna… Siyaset bilimci Otto Kirchheimer’in ortaya koymuş olduğu catch-all party (herkesi kucaklayan parti) tipolojisi, CHP’nin açmazını açıklayan anahtar teorilerden birisidir. Öncelikle catch-all partiler, beş temel ilkeden hareket etmektedir: Bunların ilki; partinin ideolojik hüviyetinin azami ölçüde azaltılması, kısa vadeli taktiksel düşüncelerin ön planda olmasıdır. İkincisi; üst düzey lider grubunun oldukça kuvvetli olması, liderlerin eylem ve hatalarının toplumsal sistemin bütünlüğüne katkısı bakımından değerlendirilmesidir. Üçüncüsü; parti üye sisteminde bireylerin rolünün gitgide azalmasıdır. Dördüncüsü; daha geniş bir kitleden seçmen kazanabilmek için, geleneksel olarak ilişkili olunan menfaat gruplarına vurgunun azalmasıdır. Beşincisi ise daha çok sayıda ve çeşitte menfaat gruplarıyla ilişki kurulmasıdır.

Catch-all partilerin temel hedefi, keskin ideolojinin veya sınıfsal değerlerin prangalarını aşarak geniş bir seçmen kitlesine ulaşmaktır. İdeolojik olarak oldukça esnek olan bu tür partiler, pragmatik olup kendi üyelerinden öte genel seçmen kitlesinin talep ve beklentilerini göz önünde tutarlar. Bu hedef doğrultusunda, toplumun farklı kesimleri ılımlı veya esnek bir programla partiye kazandırılmaya çalışılır. Avrupa’daki merkez sağ partilerinden olan Alman ve Hıristiyan Demokrat Partileri, yine ılımlı sol partiler arasında yer alan Alman Sosyal Demokrat Partisi gibi oluşumlar catch-all parti örneklerindendir.

Türkiye’nin çok partili hayata geçmesinden itibaren CHP, hiç bir zaman seçim yoluyla iktidar olamamış, olmayı da tercih etmemiştir. CHP’nin siyasal yolculuğunda tek farklılık, Bülent Ecevit’li 1973-1977 yılları arasıdır. Bu dönemde, ilk defa CHP kendi seçmen tabanının (laik, Kemalist, Atatürkçü, elitist, bürokrat) dışına çıkma ve muhafazakâr kesime yaklaşma stratejisi izlemiştir. Katı laiklik politikasında uzaklaşmış geleneksel-muhafazakâr seçmene yaklaşmaya başlamıştı. “Ortanın Solu Hz. Muhammed’in Yolu” diyen Ecevit’in, bir taraftan CHP’nin ideolojik kodlarını esnetme bir taraftan da kendi üyelerinin dışındaki seçmene ulaşma stratejisi sonuç vermiş ve 1973’te yüzde 33,3, 1977’de de yüzde 41,5 oy alarak seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır. Bu sonucun arkasında, Ergün Özbudun’un ifadesiyle, “CHP’nin elitist yaklaşımlarından sıyrılmaya çalışması, daha halkçı bir söylemi benimsemesi, bunun sonucunda işçi bölgelerinden ve büyük şehir varoşlarından ciddi oranda oy almaya başlaması” yatmaktadır.

CHP marjinalleşiyor

Peki, Kılıçdaroğlu’nun siyasi yolculuğuna Kaftancıoğlu gibi şahin politikacılarla devam etmeye çalışması veya CHP’den HDP’ye doğru tünel kazılması, CHP’yi toplumun farklı katmanları ile buluşturur mu? Öncelikle böylesi bir siyasi profilin İstanbul’a il başkanı yapılması; CHP’nin kitle partisi olmaktan uzaklaşmaya ve marjinalleşmeye başladığının göstergesidir. Kaftancıoğlu’nun marjinal sola yakın durması, devlete seri katil demesi, muhafazakarlara ait değerleri aşağılaması; CHP’yi hem kristalize olmuş kendi seçmen kitlesinden hem de toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ılımlı ve muhafazakar seçmenden uzaklaştırır. Toplumun ve siyasetin merkezinden ve merkezin değerlerinden beslenmeyen bir stratejinin iktidar partisine alternatif bir CHP’yi doğurmasına imkân yoktur. Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, akıntıya karşı kürek çekiyor.

[email protected]