CHP’li CHP’linin kurdudur

M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
13.05.2017

CHP yakın vadede her partilinin içine sinecek bir genel başkan çıkarması mümkün olan bir parti gibi durmuyor. Bu gerçekle yüzleşecek olan CHP, 2019’daki seçimlerde Erdoğan’ın karşısına herkesin kabul etmeyeceği bir konsensüs adayı çıkarmak zorunda kalacak. Her kim olursa olsun bu aday Erdoğan nedeniyle değil; CHP içindeki muhalifler nedeniyle kaybedecek.


CHP’li CHP’linin kurdudur

Cumhuriyet Halk Partisi içindeki iktidar mücadeleleri Türk insanı açısından daima ilgi çekici olmuştur. Bununla birlikte söz konusu kavgaları anlamlandırma çabası hepimiz için son derece zor bir iştir. Zira CHP içindeki iktidar mücadeleleri, anlamlandırmaya çalışanların düşündüklerinin aksine ideallerin, fikir ayrılıklarının, yöntem farklılıklarının mücadelesi değildir. Temelde birbirinden farklılık arz etmeyen özdeşlerin kendi aralarındaki kavgalarına şahitlik ederiz. Karaoğlan’ın İnönü’ye karşı çıkışı bu iddiamızın yegâne istisnasını teşkil eder. Buna rağmen CHP içindeki kavgalar mantığın mizanlarına, siyaset ilminin kalıplarına göre anlamlandırılmaya çalışılır: “CHP içindeki yenilikçi kanat muhafazakâr kanada karşı bayrak açtı”, “Ulusalcılar ile solcular savaşa tutuştu” benzeri yorumlara tanıklık ederiz. Bu yorumlar CHP içindeki tartışmalarda elbette bir hakikati tesbit etmek bakımından kıymetlidir. Bununla birlikte CHP içindeki kavgaların çok daha temel bir motivasyona sahip olduğunu öne sürmek istiyorum.

Hakiki sahip olma dürtüsü

Türkan Saylan’ın Ak Parti iktidarına karşı dile getirdiği o meşhur “Biz asılız” tiradı gerçi hepimizin hatrındadır; lakin o sözleri sık sık tekrar etmekte fayda var. Saylan’ın sözleri her CHP analizinde kullanılması gereken, o analizin dibacesini oluşturası kıymette son derece değerli sözler. Kelimesi kelimesine şunları söylemişti Saylan: “Biz asılız. Dolayısıyla bizim istemediğimiz bir şeyin bu ülkede olması mümkün değil. Olur. Ben yaptım oldu. Menderes ne dedi? ‘Odunu koysam mebus yaparım’ dedi, ‘Siz isterseniz şeriati bile getirirsiniz’ dedi. Yani bunlar geçmişte olan şeyler. Ama ne oldu sonuçta? Onlar ne oldu? Türkiye ne oldu, niye Türkiye karışsın?”

Saylan’ın sözleri bir bilinçaltının dışa vurumu falan değildi. Aksine bir bilincin izharı ve kendisini Türk siyasetinde CHP ile mücessem kılan bir motivasyonun kendisini bizlere hatırlatmasından ibaretti. Bu motivasyon temelsiz bir nativizmden beslenir ve “Siz yokken biz vardık” türü arketip bir tavra sahiptir. Kendisini ve tarihsel blok içinde bir şekilde ittifak içinde olduğu grupları ittifak bloğu dışındakilerden üstün görme refleksini CHP’ye çok görmemeliyiz. Bu tabii bir reflekstir. Ancak bu üstünlüğün ülkenin hakiki, hatta yegane sahibi olmak noktasından okunmaya başlamasıyla birlikte CHP’lilik ülkeyi bir anda kendisinden olan ve olmayan şeklinde ikiye ayıran ve kendisinden olmayanlara hakk-ı hayat tanımayan bir ideoloji haline geliyor. Bizden önceki kuşakların çeşitli suretlerde maruz kaldıkları bu tavır bizim kuşağın 28 Şubat sürecinde karşısına çıktı. Bu satırın yazarı dahil olmak üzere soluğu yurt dışında almak mecburiyetinde kalanların vatandan yana paysız sayıldığı o süreç CHP’lilik reflekslerinin tamamının kontrolsüz bir biçimde serbest bırakılmasının sonucundan başka bir şey değildi. Sıfırdan bir vatan kurulmuş ve bu vatanda pay sahibi olmanın şartı kurucu ideolojiden şöyle ya da böyle nasipdâr olmaktan geçiyordu. Kemalist ideolojinin kuşatıcı olmak noktasındaki nâkısası CHP’nin iktidar olmasını imkansız kılan şey olsa da bir elit jakobenizmi yaratacak kadar ayrıştırıcı olmasıyla ülkenin hakiki sahiplerini belirliyordu. Ülkenin sahibi sınıfa dahil olmanın yolu kurucu ideolojiden hissedar olmaktan geçer demiştik. Buna ek olarak ciddi bir kısıtlamadan söz etmemiz mümkün değildir. Herkes bu ideolojiyi sahiplenebilir ve bu sınıfa dahil olarak kendisini paydaş addedebilir.

Asıl sorun miras kavgası 

Bu kadar geçirgen duvarlara sahip olan CHP’liliğin lider merkezli bir yapı ortaya koyması doğal olarak mümkün değildir. Bu sebepledir ki 12 Eylül’den sonra Demirel DYP’yi bıraktığı yerden devralmayı başarırken; Ecevit SHP’yi devralmayı becerememişti. CHP’nin bir tek lideri vardır ve parti de onun adı ile anılır. Onun haricindeki her lider ancak primus inter pares (Eşitler arasında birinci) kadar kıymetlidir. Parti Atatürk’ün partisidir ve Kemalizm Atatürk’e varis olmak için yeterli meziyettir. Dolayısıyla kendisini partide sadece söz sahibi değil, hak sahibi görenlerin de adedi binlerce olabilir. Namlı Ankara bürokratlarından taşra avukatlarına kadar her CHP’li kendisini genel başkanlık koltuğuna namzet; hatta koltukta hak sahibi görebilir. Bu varis çokluğu CHP’de kavga gürültünün asla nihayet bulmayacağı bir ortamı neticelendiriyor. Her seçim, her skandal sonrası kendisini ortaya koyanların temel motivasyonu “Ata yadigarına biraz da biz sahip çıkalım” türünden bir sakillik arz ettiği için “Alnını karışlarım”lar “Kapının önüne koyarım”lar havalarda uçuşuyor. Yekdiğerine temel eleştiriler yönelten yok. Aksine herkes başarısızlıktan dem vurarak “bu işi ben daha iyi yaparım” diyor. Biraz daha basitleştirerek anlatalım: “Araba babamızın değil mi? Çık biraz da ben süreyim. Hem daha iyi sürerim” diyen kardeşlerle dolu bir araç CHP. Tam olarak bu sebeple Atatürk’ün partisi Türkiye’nin kurultay şampiyonu ve tam olarak bu sebeple bir CHP liderinin en büyük muvaffakiyeti kurultay zaferidir. Genel seçimlerde alınacak başarılar genel başkan açısından ancak kurultayda elini güçlendirecek bir faktör olarak kıymetlidir.

CHP’nin zencileri

Yukarıda çizdiğimiz tablonun bir istisnası olarak Ecevit’in 68-72 arasında İnönü’ye karşı dört kurultayda ortaya koyduğu mücadeleyi önermiştik. Ecevit İnönü’ye karşı bir veraset kavgası vermemiş; aksine ortanın solu hareketi davasını gütmüştü. Aksinin düşünülmesi elbette mümkün değildir. İsmet Paşa’ya karşı Atatürk mirasından pay istenen bir savaşa girmek zaten anlamsız olurdu ve Paşa’ya karşı girişilecek yegane savaş temel bir değişiklik önermeliydi. Öyle de oldu. İkinci istisna ise Kemal Kılıçaroğlu’dur. Nereden geldiği anlaşılmayan bir bürokrattı Kılıçdaroğlu.  Eline tutuşturulan kağıtlarla televizyon ekranlarında ansızın parlayan, Melih Gökçek ile tartışmaları neticesinde CHP’nin adeta yıldız gladyatörü olan Kılıçdaroğlu’nu ne kamuoyu ne de CHP teşkilatları tanıyordu. Birden arkasından genel başkanlık koltuğuna itiliverdi. Kemal Bey’in nasıl genel başkan olduğu hepimizin malumu. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı da yukarıdaki tablonun istisnalarından biridir.

Kılıçdaroğlu örneğinde görüldüğü üzere CHP’de mirastan pay almak son derece basit bir şeydir. Bununla birlikte CHP’nin mirasta hak dava edemeyen bir taşıyıcı kitleye sahip olduğu da muhakkaktır. CHP’nin zencileri olarak adlandırabileceğimiz bu kitleyi Alevi yurttaşlarımız teşkil ediyor. Gerek kendi öz algıları gerekse kendilerine ayrılan alan sebebiyle Alevi yurttaşlarımız CHP’nin alt tabakasını teşkil etmektedir. Tıpkı kadim Yunan’da olduğu gibi nüfusun 5/4’ünü teşkil etseler dahi mirastan yana herhangi bir ümitlerinin olmaması sadece  Alevilerin sahip olduğu minorite psikolojisi ile izah edebileceğimiz bir şey değildir. CHP’lilik ve Kemalizm sofistike yapısı ile o kadar elitisttir ki, Alevilik bu yapılar içinde bir taşralılığa tekabül eder. İşçi, emekçinin nasırlı, pis ellerinin bu kitle arasında rahatsızlık uyandırması bu cümledendir. Bu sebeple Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökeninin CHPlilik açısından herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Zayıf halka Kılıçdaroğlu

16 Nisan referandumunun ardından nasıl reaksiyon vereceğini şaşıran CHP’de işin eninde sonunda genel başkana geleceği belliydi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP mirasından payını yeterince aldığını düşünenlerin kazan kaldırmaları CHP’yi daha iyi bir yere getirme motivasyonu taşımıyor. Aksine “Madem arıza yaptık, araç durdu şu koltuğa biz geçelim” nevinden çıkışlar izliyoruz. Deniz Baykal’ın, Fikri Sağlar’ın, Muharrem İnce’nin geçtiğimiz günlerdeki çıkışları bu şekilde okunası çıkışlar. Zira Kılıçdaroğlu’nu temelden eleştiren hiç bir tenkide rastlamıyoruz. Bununla birlikte muhaliflerin kendi aralarında bir birlik sergilemeleri de çok kolay değil. Bu yapısıyla CHP’nin 2019 seçimlerinde herkesin içine sinecek bir aday çıkarması da hiç olası gözükmüyor. Zira CHP yakın vadede her partilinin içine sinecek bir genel başkan çıkarması mümkün olan bir parti gibi durmuyor. Bu gerçekle yüzleşecek olan CHP 2019’daki seçimlerde Erdoğan’ın karşısına herkesin kabul etmeyeceği bir konsensüs adayı çıkarmak zorunda kalacak. Her kim olursa olsun bu aday Erdoğan nedeniyle değil; CHP içindeki muhalifler nedeniyle kaybedecek. Zira CHP’linin dışarıdan bir muhalife ihtiyacı yok. CHP, muhalefetini yukarıda çizdiğimiz tablo sebebiyle daima bizzat üretir. Bu sebeple CHP’li CHP’linin kurdudur. Thomas Hobes’un ruhu şad olsun.

[email protected]