CHP’nin Azınlıklar Raporu

Celal Tahir - Yazar
26.10.2013

Varlık Vergisi’nin uygulandığı dönemde CHP’nin azınlıklardan sorumlu 9. Bürosu tarafından hazırlanan raporda, azınlıklardan “memleketin asli unsurunu teşkil eden milletle kaynaşmayan ve sadakat göstermeyen” şeklinde söz edilir. Rumlarla ilgili olarak da “...İstanbul’un fethinin 500. Yıldönümüne kadar İstanbul’u tek Rumsuz hale getirmek” ifadesi geçer.


CHP’nin Azınlıklar Raporu

Denilebilir ki dünyada 1850-1950 yılları arasındaki 100 yıl demografi mühendisliği asrıdır. İnsanlar atalarının topraklarından kovulurlar, tehcir edilirler, iskân edilirler, katledilirler. Osmanlı’nın sonu ve Cumhuriyet döneminde, yaşananlar, bu çerçevededir. Bu yaşananları insanlık, ulus-devlet inşa olunabilmesi için, yaşamak zorunda kalır.   

Afrika, Amerika ve Avustralya kavimlerinin yaşadığı soykırıma ırkçılık yol açar. Gerçi bizde ırkçılık Cumhuriyet sonrası bir dönem söylem düzeyinde kalmıştır. Ancak savaş şartlarında Rum ve Ermeniler tehcire tabi tutulmuş, bir nevi “soysürüm” yaşanmıştır 

6-7 Eylül hadisesinin, bir antik imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğunu red ve inkâr sürecinin aşamalarından biridir. Ve nihayetinde Osmanlı’nın siyaseten tasfiyesi yani saltanatın kaldırılması ile tarih sahnesinden çekildiğini düşünmek noksan bir idrak olur. Tasfiye, toplumsal hayatın mertebelerinde ve zihniyet dünyamızda halen devam etmektedir.  Ve 6-7 Eylül olayları bu sürecin en önemli aşamalarından biridir. Çünkü Osmanlı’nın çok-dinli, çok-dilli, çok-milletli yapısı, ortadan kaldırılmaktadır. Esasen klasik antikitedeki kavrayış, devletin adaleti daim kılmakla kaim olduğudur. Bu Osmanlı’da da böyledir. Bundan sebeple Osmanlı, kamu otoritesini ve toplumsal barışı tehdit edenlerin haricindeki bütün unsurlarla bir arada bir imparatorluk medeniyeti inşa etmiştir, yaşatmıştır.

İşte bu unsurlardan biri Rumlar, evvela Cumhuriyet mübadelesi ile (özellikle Anadolu Rumları) Yunanistan’a gönderilmişler, sonrasında 6-7 Eylül faciası ile üzerlerine gidilmiş ve İstanbul Rumları yerlerinden edilmiş ve İstanbul Rumlarının son tasfiyesi İsmet İnönü’nün son başbakanlığında 1963 yılında yaşanmıştır 

6-7 Eylül iddialar ve gerçekler

Bu süreç bizde İttihat-Terakki ile Ermeni tehciri ile başlayan süreçtir. Tehcir bu bahse konu olmadığından, burada 6-7 Eylül hadisesinin zihniyet arka-planını aynıyla ortaya koyan 1946 CHP raporuna işaret edeceğiz. “ Zaten, dönemin siyasal ve bürokratik kadrolarının azınlıklara bakışı hiç de olumlu değildi ve bu durum, azınlıklara yönelik politikaların içeriğini de belirliyordu. Örneğin, Varlık Vergisi’nin uygulandığı dönemde CHP’nin azınlıklardan sorumlu 9. Bürosu tarafından hazırlanan rapor, siyasi ve bürokratik kadroların konuya bakışını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Raporda, “Türkçe konuşanlar ve kendini Türk hissedenler” Türk ulusu tanımlaması içine dâhil ediliyorlar. Azınlıklar ise, sözü geçen ölçütlere uymayan, “memleketin asli unsurunu teşkil eden milletle kaynaşmayan ve sadakat göstermeyen”, “çok vakit hareketleri hıyanet halinden çıkmayan” unsurlar olarak nitelenmektedir. Raporda Rumlara dair şunlar ifade ediliyordu; Rumlar: “Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul’un fethinin 500. Yıldönümüne kadar İstanbul’u tek Rumsuz hale getirmek.”

  6-7 Eylül ile alakalı olarak, Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) başkanı Hikmet Bil, hatıratında, kişisel izlenimine dayalı kanıtlanması güç iddialar ortaya atar: “Zorlu, Türkiye’nin daha aktif olmasını istemişti. Öyle anlaşılıyor ki, o gece 5 Eylül gecesi Florya’da Bayar, Menderes ve Dr. Namık Gedik, şöyle bir tertip yapmışlardır” diyen Bil edindiği bilgileri aynı gün KTC yönetim kuruluna iletir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ayrı bir muammadır. Cemiyet Sedat Simavi’nin eseri gibidir. Hikmet Bil, Sedat Simavi’nin avukatıdır.  

Yassıada 6-7 Eylül davasında asıl büyük skandal, Zorlu’nun, Londra’daki müzakere esnasında Menderes’e çektiği, ama aslı bir türlü bulunup mahkemede okunamayan işte bu telgraftır. Coşkun Kırca telgrafı her nasılsa yanlış hatırlamıştır? Kırca, olayın bir tertip olduğunu, o tarihte önünden geçtiğini iddia ettiği bir telgrafa dayandırarak anlatır: “Tahminen 27-30 Ağustos 1955 tarihleri arasında Londra’dan Ankara’ya gönderilen bir telgrafın suretini okuduğumu hatırlıyorum... Bu şifre telgrafta ‘Başbakana arzı’ kaydı ile şunlar yazılı idi: ‘ İngilizler nezdinde tezimizin kabulü için ısrarlı faaliyetimiz devam etmektedir. Her ne kadar yaptığımız teşebbüsler kendilerini hayli şaşırtmış ise de, bu hususta yine de çalışılması kanaatindeyiz. Başbakanımızın bu ilgililere talimat vererek dâhilde bu hususu temin buyurmasını istirham ediyoruz’”

Burada -ilgililere talimat vererek dâhilde bu hususu temin buyurmasını-  kısmını özellikle vurguladık. Sebebini izah için (Fatin Rüştü Zorlu’nun Adnan Menderes’e Londra Konferansı esnasında çektiği) telgrafın aslından aynı bölüme bakalım. “Fakat ifadelerimizle haklarımızda musir davranacağımıza kendilerini teyakkuz ettirdiğimizi zannediyorsak da bu sahada çok çalışılması icap ettiğini, anlamaktayız. Tarafı devletlerinden bu husustaki ilgililere yerilecek emirlerin pek faideli olacağını, saygılarımla arz ederiz” Dikkat edildiği takdirde asıl metin ile Coşkun Kırca’nın hafızasından -hatırladığı kadarıyla- aktardığı metin arasındaki fark rahatlıkla görülecektir. İyi ihtimalle Kırca yanlış hatırlamakta, kötü ihtimalle maksatlı olarak metni çarpıtmaktadır. Özellikle vurguladığımız “İlgililere talimat vererek dahilde bu hususu temin buyurmasını” ifadesi ile, “Bu husustaki ilgililere verilecek emirlerin pek faideli olacağını” ifadesi arasındaki fark açıktır. Ve burada anahtar kelime dâhilde kelimesidir. Buradan konferansa tazyik maksadı ile bir tertibin işaretinin, Zorlu tarafından Menderes’e verildiği anlamı çıkarılmaktadır. 

Ancak Melih Esenbel ve Mahmut Dikerdem’in tanıklıkları bu tespitleri doğrulamamaktadır. Dikerdem anılarında: “Zorlu, 8 Eylül’de dönüş yolunda şunu söylüyordu: “Bütün çalışmalarımız, Londra’da elde ettiğimiz basan, bir gecede heba olup gitti” Esenbel : “Zorlu öneriyi Başbakan’a anlattı. Menderes’in karşılığı kısa oldu: “Fatin Bey, siz ne söylüyorsunuz? Millet ayaktadır, ben moratoryumu falan kabul edemem, İstanbul yanıyor. Oradaki işi bitirip artık ülkeye dönünüz “ talimatını verdi. “Esenbel’in anılarından anlaşılan, Zorlu’nun olayları Menderes ile telefon konuşmasında öğrendiğidir. Yine Dikerdem: “6 Eylül 1955 akşamı, Londra Büyükelçiliğimizde toplandığımızda Fatin Bey Ankara’yı telefonla arayıp (...) Menderes’ten talimat almak istedi. Saat Londra’da akşamın 6’sını, Türkiye’de de 8’i gösteriyordu. Başbakan İstanbul’da Haydarpaşa Garı’ndan konuşuyordu. Menderes’le konuşmaya başlayınca Zorlu’nun renginin atmakta olduğunu fark ettim. Menderes, Fatin Bey’in sözünü kesmiş, saldın olaylarını anlatmış, “Londra’da artık ne arıyorsunuz? Hemen geri gelin” emrini vermişti “Londra Konferansı’na katılan Atina Büyükelçisi Settar İlksel de: “Fatin, 6/7 Eylül hadiselerini Londra’da öğrendiği zaman, beyninden vurulmuşa dönmüştü” demektedir. Ve neticede Yassıada 6-7 Eylül davasında, Hikmet Bil’in kendisinden başka tanığının olmadığı ve muhatabının da doğrulamadığı ifadeleri ve Coşkun Kırca’nın da iyi ihtimalle yanlış hatırladığı, kötü ihtimalle maksatlı olarak çarpıttığı telgraf metni iradeleri üzerine mahkûmiyet hükmü bina edilir.

Matem Kapısı da açılsın

6-7 Eylül faciasının kim ya da kimler tarafından tertip edilmiş olabileceğini izah edebilmek için ayrıca iki olguya işret edeceğiz. İlki konu ile ilgili herkesin bildiği, Org, Sabri Yirmibeşoğlu’nun sözleridir “Elbette 6-7 Eylül saldırılan Özel Harp Dairesi tarafından planlanmıştı. Olağanüstü planlı bir operasyondu ve amacına da ulaştı” sözleridir. Ve Dilek Güven’den öğrendiğimiz bir İngiliz belgesidir, “görünürdeki Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok bile yetebilir. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin duvarına tebeşirle slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına yeter.” PRO FO 371/117642, RG 1081,  (19.08.1954 tarihli İngiltere’nin Atina Büyükelçiliği Raporu) . Ki bu, İngilizlerin hadiseye dahil olduklarının açık karinesidir. Kıbrıs’ta menfaatlerini korumak isteyen İngiltere, bu tertibin arkasında gözükmektedir.  Burada 27 Mayıs İhtilalini gerçekleştirenlerden Orhan Erkanlı’nın sözlerine ise konu ile alakalı herkes dikkat kesilmelidir. “6-7 Eylül olaylarının soruşturulması sırasında, bazı politik mahsurlar meydana çıkmış, Dışişleri Bakanı Sarper ile temasa geçilerek muhtemel gelişmeler mütalâa edildikten sonra, tahkikatın birçok bakımlardan derinleştirilmesi uygun görülmemiştir. Yani ele geçen ipuçları ve deliller dış siyasetimizin selameti uğrunda dikkate alınmamış ve mevcut olduğu bilinen birçok delil ve şahit sorgulama dışı tutulmuştur.” “Dış siyasetimizin selameti uğrunda” “tahkikatın birçok bakımlardan derinleştirilmesi uygun görülmemiştir” ne demektir? Son asırdaki darbeler ve tertiplerin çoğunda ve prototipi olan 31 Mart’ta olduğu gibi, İngiltere midir? Böyleyse bunun, aksi ise ne ise onun vuzuha kavuşturulması, mutlaka gereklidir

En doğrusu merhum Sebahatin Zaim’in tespitleridir. “İstanbul’daki ‘6 Eylül hadiseleri’ni organize edenin Gladyo teşkilatı yoluyla Özel Harp Dairesi’ni harekete geçiren İngilizler olduğu anlaşıldı. Türkiye’deki gayr-i Müslimlerin huzurunu dünya siyasetini yöneten güçler bozdu. Sonunda olan gayr-i Müslim azınlığa oldu. Yahudiler İsrail’e, Ermeniler genellikle Fransa’ya, Rumlar da Yunanistan’a gittiler. Anadolu’dan İstanbul’a büyük bir iç göç dalgası da başlayınca, devletin dahli olmadan İstanbul Türkleşti. Eski kozmopolit karakterini kaybetti”       

 Bilindiği gibi Atatürk’le Venizelos arasında, 1929’da Seyrisefain Antlaşması imzalanır. Çünkü gönderilen Rumlar ticaret yapan, ekonomi içinde yeri olan insanlardır. Onların gitmesi önemli bir sorun olur. Atatürk bunu görür. İşi olurundan halletmek için Seyrisefain Antlaşmasıyla bir bakıma Ege Federasyonu kurulur. Yani serbest geçiş bölgesi oluşturulur. O antlaşmaya göre vergi yok, ticaret ve yerleşim hakları var. Türkiye’de Rumlar yani Yunan tebaalı Rumlar ikamet ederler. Yunanlıların krizle boğuştuğu bu günlerde, Seyrisefain Antlaşması yeniden gündeme getirilebilir. Bu elbette, Seyrisefain Antlaşması adıyla olması gerekmez. Lakin modernizmin uluslaşma sürecinde, ayrı düştüğümüz Yunanlılara bugün, Seyrisefain Antlaşmasına benzer bir şekilde karşılıklı serbest dolaşım ticaret ve belki ikamet gündeme gelebilir. Aynı şey yüzüncü yıldönümünde ağırlaşacak bir sorun olacak olan tehcirin, mağduru olan Ermeniler için de tartışılmaya açılabilir. 

Ayrıca son demokrasi paketinde beklentiyi karşılamasa da hükümet, Heybeliada Ruhban okulunun yeniden açılabileceğine dair önemli bir vaade bulunmuştur. Sultan II. Mahmut Fener Patrikliğinde, Yunan isyanına destek verdiği gerekçesiyle zamanın patriğini idam eder. Ancak bugün bu gelişmelere binaen, Patrikhane de iyi niyet göstermeli ve bir asırdan fazladır kapalı tuttuğu, “matem kapısını” açmalıdır.

[email protected]