CHP’nin dış politika vizyonu var mı?

Dr. Ramazan Akkır / Siyaset Bilimci
20.10.2018

Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’nin dış politika anlayışını belirleyenler tarafından ısrarla mimlenen “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemi; pasif, tek boyutlu ve Türkiye’nin ulusal çıkarını ABD veya Birleşmiş Milletler paralelinde gören bir siyasal tasavvurun izdüşümüne dönüşmüş durumdadır. Partinin dış politika anlayışının ikinci ayağını Erdoğan karşıtlığı oluşturmaktadır.


CHP’nin dış politika vizyonu var mı?

Dış politika nedir, ne işe yarar? En yalın tanımıyla bir siyaset biçimidir. Bir devletin ulusal çıkarlarını korumak, hedeflerine ulaşmak için diğer devletler ve uluslararası kurumlarla yürüttüğü her tür ilişkidir. Başta siyasal, ekonomik, kültürel ve hukuki olmak üzere çok boyutlu unsurları içerir. Tam da bu nedenle dış politika, iç politikadan bağımsız düşünülebilecek bir alan değildir. İkisi arasındaki çizgi gittikçe silikleşiyor. Her ulusal devlet gibi Türkiye de dünya üzerindeki varlığını baki kılmak için uluslararası arenada tarihsel ve siyasal hafızasına uygun yeni politikalar üretiyor. Yeni dış politika, geçmişten büsbütün kopuş anlamına gelmiyor. Türkiye’nin yakın geçmişi dış politika hakkında yeterince fikir verir: Yeri gelmiş ulusal çıkarlarına uygun yeni siyasallıklar icat etmiş, bazen denge politikası güderek varlığına yönelen saldırıları engellemiş, bazen de ABD’ye veya Avrasya ülkelerine yakın politik duruş sergilemiştir. Ancak Türkiye, tarihin hiç bir döneminde siyasal iradesini başka bir devletin ulusal çıkarına peşkeş çekmemiştir. Burada üzerinde durulması gereken nokta, Türkiye’nin dış politika alanındaki siyaset kodlarının, siyasi ve diplomatik geleneğine uyumlu bir biçimde değişmesidir. Zamanın ruhu, dış politikanın temel parametrelerini de dönüştürüyor, hiç kuşkusuz. Ağır bir ekonomik krizin ardından iktidara gelen AK Parti, iç sorunların yanı sıra dış politikayı ilgilendiren sorunlarla da karşı karşıya kalmıştı. Dış politikanın ana başlıklarını; Filistin-İsrail meselesi, Mısır’da Sisi’nin yapmış olduğu darbe, Avrupa Birliği üyeliği, ABD ile yaşanan gerilim, uluslararası güvenlik sorununa dönüşen FETÖ, Suriye’de yaşanan insanlık dramı ve PKK terörü oluşturuyor. 16 yıldır iktidarda olan AK Parti ve Başkan Recep Tayyip Erdoğan ile beraber Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik konumuna uygun çok boyutlu ve aktif bir dış politika üretmeye başlamıştır.

Atatürk ile aynı eksende mi?

Peki, ana muhalefet partisi CHP’nin herhangi bir dış politika söylemi var mıdır? CHP, dış politikada kime ne söylüyor? Hangi politikayı savunuyor ve nasıl bir politik tasavvura sahip? CHP’nin dış politika anlayışının parametreleri nelerdir? Mustafa Kemal Paşa tarafından 24 Nisan 1931 tarihinde yapılan seçimler öncesinde söylenen “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemi neyi ifade etmektedir? Dahası, CHP’nin sıklıkla atıf yapmış olduğu bu motto ile Mustafa Kemal ve CHP aynı hedefe mi işaret etmektedir? Paşa ile CHP, bir eksen kayması mı yaşıyor?

Öncelikle CHP’nin dış politika anlayışının ilk sacayağını, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” mottosu oluşturmaktadır. 1931 yılında liderliğini yaptığı Cumhuriyet Halk Fırkası’nın içeride ve dışarıda izlemesi gereken politikayı “Yurtta Sulh Cihanda Sulh için çalışıyoruz” biçiminde veciz bir şekilde ifade eden Atatürk’ün temel hedefi; Misak-ı Millide sınırları kararlaştırılan toprakların bağımsızlığını sağlamak ve sağlamlaştırmak ile Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun adil bir barış yapmaktı. Bu çerçevede Atatürk bir taraftan Sovyetlerle barış anlaşması yaparken bir taraftan da Türkiye’nin yönünü ve hüviyetini Batı’ya çevirmiş, adım adım dönüşümü gerçekleştirmiştir. Bağımsızlık konusunda oldukça hassas davranan Atatürk, hiç bir zaman tek boyutlu dış politikanın yürütücüsü olmamıştır. Batıcı ya da demokratik dünya yanlısı bir dış politika siyaseti izlemekle beraber, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumuna uygun çok boyutlu bir dış politika izlemiş, diplomasi yürütmüştür. Bu söylem, pasif bir dış politika anlayışından öte “Barış istiyorsanız savaşa hazırlıklı olun” mottosunda kendini bulan aktif bir dış siyasetin dışavurumudur.

Ancak CHP, Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’nin dış politika anlayışını belirleyenler tarafından ısrarla mimlenen “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemi; pasif, tek boyutlu ve Türkiye’nin ulusal çıkarını ABD veya Birleşmiş Milletler paralelinde gören bir siyasal tasavvurun izdüşümüne dönüşmüş durumdadır. Çünkü Türkiye’nin ABD tarafından domine edilen NATO’ya girmesi ile beraber, bu söyleme uygun dış politikanın siyasal anlamı, tüm dış politikanın ABD lehine şekillenmesi ve Türkiye’nin çok boyutlu dış politikayı rafa kaldırmasıdır. Özellikle Türkiye’nin NATO’ya dâhil olmasıyla “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemi; ABD lehine statükonun savunulması, statükoculuk ve ABD hegemonyasının meşru görülmesi anlamına gelmeye başlamıştır. Atatürk’ün söylem ve pratiğini güncelleyemeyen, yeni sürüm politikalar üretemeyen CHP’nin politik çöküşünün bir nedenini de burada aramak yanlış olmasa gerek.

ABD yanlısı siyaset

CHP’nin dış politika anlayışının ikinci ayağını Erdoğan karşıtlığı oluşturmaktadır. Hatta Erdoğan karşıtlığı ABD yanlısı bir siyaset ile at başı gitmektedir. Baykal’ın bir kumpas sonucu koltuğunu kaybetmesinden sonra CHP’nin genel başkanlık makamına oturan Kılıçdaroğlu, 2010 yılında yapmış olduğu ilk açıklamaların birinde AK Parti iktidarı ile Türkiye’nin özellikle dış politikada bir eksen kayması yaşadığını iddia ederek siyasal duruşunu ifşa etmişti. Kılıçdaroğlu yapmış olduğu bu açıklamada, Türkiye’nin İran, İsrail ve Hamas konusunda eksen değiştirdiğini iddia ederek neredeyse Türkiye’yi ve Erdoğan’ı ABD’ye şikâyet etmişti. Zatı muhtereme göre; Batı’nın terör örgütü olarak tanıdığı Hamas ile Türkiye’nin ilişki kurması, İran ile olan ekonomik işbirliği ve Gazze’ye yardım, Türkiye’nin dış politikasını olumsuz etkilemekle kalmaz; Batı ile Türkiye arasında ciddi güven bunalımı yaratırmış. Aslında sadece bu konularda da değil; CHP, Suriye sorununda Esed’in, Mısır’da Sisi’nin, Filistin’de İsrail’in, AB ile yaşanan krizlerde AB’nin, FETÖ ve PKK konusunda ABD’nin yanında saf tutarak politik tıynetini ortaya koymuştur. CHP’nin politik söylemi, nerdeyse her konuda Erdoğan ve Türkiye karşıtı odakların söylemi ile örtüşmektedir. Bu kafa karışıklığının arka planında, Erdoğan karşıtlığı ve ABD yanlısı teslimiyetçi politik anlayış yatmaktadır. Son dönemde, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz’ün İdlib sorunu karşısında açıklamış olduğu altı maddelik önerinin arka planında da ABD VE BM yanlısı bir söylem düzeneği mevcuttur. Uzun zamandan beri ABD’nin diplomatik misyonu gibi davranan CHP’ye göre İblib sorununun çözüm yolu, AB ile olan ilişkileri yoğunlaştırmaktan ve ABD ile kapsamlı bir ittifaktan geçiyormuş. Oysa Türkiye, Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren ABD, BM veya Kıta Avrupası ülkeleriyle sorunun siyasi olarak çözülmesi için kapsamlı çalışmalar yapmaya hazır olduğunu defalarca açıklamıştı. Müzakere siyasetini terkeden Türkiye olmamıştı. Ancak ABD Eski Başkanı Barac Obama’nın son zamanlarından itibaren Türkiye, sadece ABD tarafından yalnız bırakılmakla kalmadı; Türkiye’nin bekasına tehdit oluşturan terör örgütleri açıktan desteklendi ve Türkiye’ye savaş açıldı. Erdoğan, New York Times gazetesi için kaleme aldığı “Türkiye, ABD ile Krizi Nasıl Görüyor?” başlıklı makalesinde, Türkiye ve ABD’nin altmış yıldan beri stratejik ortak ve NATO müttefiki olduğuna, iki ülkenin Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında karşılaştıkları ortak zorluklara karşı omuz omuza mücadele ettiğine vurgu yaparak ABD’nin Suriye’de Türkiye’nin bekasına tehdit oluşturan terör örgütü YPG/PYD’ye yapılan yardımın yol açtığı hayal kırıklığına dikkat çekmedi mi?

‘Ortadoğu’da ne işimiz var?’

CHP’nin dış politika anlayışının bir diğer saç ayağını da içe kapanmacılık siyaseti oluşturur. “Niye Suriye’nin iç işlerine karışıyoruz?”, “Ortadoğu bataklığında bizim ne işimiz var”, “Akan kan yetmedi mi; Suriye’ye neden giriyoruz?”, “Irak’ın iç işine neden karışıyoruz; Niçin orada Müslüman kanı akarken bir takım insanların eline silah verip oraya gönderiyoruz?” veya “Türkiye, Esat ile görüşmeli” gibi söylemlerin arka planında CHP’nin risk almaya yanaşmayan iç kapanmacı siyaseti yer almaktadır. Bu söylem, Erdoğan’lı Türkiye’nin bölgesel oyuncu olmasından duyulan rahatsızlığın ifşasıdır. Ancak Kılıçdaroğlu’lu CHP ise risk almayan, sorunlar karşısında tarafsız kalan ve “sadece” Misakı Milli sınırları içinde politika üretmesi gereken bir Türkiye tasavvuruna sahiptir. Örneğin Ortadoğu’da yeni bir düzen kurulurken ve hatta gidişat ülkenin varlığını ve sınırlarını tehdit ederken Türkiye sessiz kalıp, yeni düzenin kuruluşuna seyirci kalabilir mi? İrapta mahalli olmayan böylesi sakat bir söylemi, dış politika anlayışı diye savunmanın ne alemi var?

Risk almaya yanaşmayan bu tavır, bana, Hatay sorununun çözümünde Paşa’nın ortaya koymuş olduğu cesur siyasete CHP’nin ne kadar ihtiyaç duyduğunu hatırlatıyor. 28 Ocak 1920 tarihinde ilan edilen Misaki Milli’de Hatay şehri de yer alıyordu. Hatay, Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması ile sınırımızın dışında kalır ve Fransızlar kendilerinin idare ettikleri özerk bir yönetim kurar. Artık, Fransa’nın mandası gibidir. Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esirdir. Ancak Atatürk için Hatay, şahsi bir meseledir. Her şeyi yapmaya hazırlıkdır Paşa; hatta hiç istemediği halde Fransa ile savaşmaya hazır olduklarını, mecbur kalırsa kimseden korkmayacaklarını kamuoyu ile paylaşır. Fransa’ya, Suriye’ye ve Milletler Cemiyeti’ne gözdağı verir. İsmet İnönü’nün ayak diremeye başlar; Milletler Cemiyeti’nde Fransa ile Hatay sorununu müzakere edeceğini söyler Meclis’te. İnönü’nün hayal kırıklığı yaratan bu tavrı karşısında şaşkınlık yaşayan Paşa, hasta yatağından kalkıp postallarını giyer. Öyle bir dönemdir ki, Batı basınında Atatürk’ün çok hasta olduğu ve yakında ölebileceği şeklinde yazılar bile yayınlanmaya başlanır. Ancak Paşa postallarını giymiştir; Adana’ya ve Mersin’e gider. Burada topladığı askeri birliklerin resmi geçirdiğini baştan sona ayakta izler. Dosta ve düşmana dimdik ayakta olduğunu göstermelidir. İşte, bu kararlılık ve cesaret, Hatay’ı Fransızların sömürgesi olmaktan kurtarır ve Misakı  Milli’ye dahil eder. Eğer İnönü gibi Paşa da ayak diretseydi ve Fransa ile Milletler Cemiyeti’nde “sadece” müzakere ederek sorunu çözmeye yanaşsaydı Hatay Türkiye’nin toprağı olur muydu? Hülasa CHP’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mustafa Kemal Paşa’dan öğreneceği çok şey var.

@AkkiRamazan