CHP’nin elitist genleri ve Cumhurbaşkanlığı sistemi

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı / Uludağ Üniversitesi
7.01.2017

Vesayetçi parlamentarizmin zayıf koalisyon hükümetlerine yol açması ve iktidar boşluğunun ortaya çıkması, bu boşluğun bürokratik elitler tarafından doldurulması ile sonuçlanmıştır. Demokratik yarışlarda başarı elde edemeyen ve bürokratik kadrolar üzerinden iktidarı elinde tutmak isteyen CHP’nin parlamenter sistem tercihi kendi cephesinden gayet rasyoneldir.


CHP’nin elitist genleri ve Cumhurbaşkanlığı sistemi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçen hafta gazetelerin Ankara temsilcileri ile buluştu. O buluşmada parlamenter sistem-cumhurbaşkanlığı sistemi tartışmaları bağlamında, bir gazetecinin “en sonunda halk karar verecek” şeklindeki ifadesine karşılık olarak, CHP liderinin “Halklar uzun vadeli düşünemez. Bunu düşünecek olanlar aydınlar ve bürokrasidir” yanıtını verdiği medyada yer buldu. Esasında, Kılıçdaroğlu’nun bu yanıtı, CHP’nin kuruluşundan itibaren genlerinde barındırdığı ve çok çeşitli sebeplerle zaman zaman söylemlerine yansıyan elitist zihniyeti ve halka bakış açısını bir kez daha ortaya koymuştur. CHP, liderleri ve sözcüleri farklılaşsa da, halkı görmezden gelen veya küçümseyen bu ve benzeri ifadeleri çokça kullanmıştır. Ancak, Türkiye’nin bir sistem reformunu tartıştığı bugünlerde Kılıçdaroğlu’nun bu söylemleri, cumhurbaşkanlığı sisteminin bu ülke için ne denli gerekli olduğunun ve bu sistem değişikliği meselesinin Türk siyasetinin demokratikleşmesi açısından ele alınması zorunluluğunun başka bir delile gerek kalmaksızın en temel göstergesidir. Bu yanıt, CHP’nin neden parlamenter sistemi tercih ettiğinin izlerini gözler önüne sermektedir.

Vesayetçi parlamentarizm

Parlamenter sistem-cumhurbaşkanlığı sistemi tartışmasını Türkiye’de siyasetin demokratikleşmesi açısından ele almak, SETA’dan Ali Aslan’ın analizinde belirttiği gibi, Türkiye’de devlet-toplum ilişkilerinin nasıl kurgulanması gerektiği ve bu sistemlerden hangisinin halkın iradesini en iyi şekilde yönetime yansıtabileceği üzerine düşünmek ile ilgilidir. Başka bir deyişle, bu tartışmada asıl mesele, Türkiye’de hangi hükümet sisteminin geniş toplumsal kesimler tarafından meşru görülen ve istikrar üreten bir yönetim yapısını inşa edeceğidir.

Bugüne kadar uygulanan parlamenter sisteme bakıldığında, Türkiye’de parlamenter sistemin böyle bir yönetim yapısını çoğunlukla ortaya çıkaramadığı görülmektedir. Hatta, Türkiye’de parlamenter sistem modernleşme sürecinde başat rol oynayan, buna dayalı olarak ayrıcalıklı bir statü elde eden bürokratik elitin siyaset üzerinde oluşturduğu vesayetin yeniden üretilmesine aracılık etmiştir. Türkiye’de bürokratik elit halkın iradesine dayanmayan yollarla devletin kontrolünü elinde tutmaya çalışmaktadır. Türkiye’de toplum için “iyi olanı” onların adına tanımlayan ve o iyiyi yukarıdan aşağı uygulayan gardiyan bürokrasi zihniyeti hâkimdir. Türkiye’de bürokrasi devletin bekasını sağlamak ve laikliği korumak başta olmak üzere birçok farklı misyonu yüklenen siyasete meyilli bir aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bürokratik elit, kendisine araçsal bir değer atfederek, siyasetçinin benimsediği politikayı uygulamak yerine Türk siyasal hayatında politika belirlemeye soyunmaktadır.

Bürokratik elite bu gücü sağlayan en önemli mekanizmalardan biri Türkiye’deki vesayetçi parlamentarizmdir. Vesayetçi parlamentarizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren devletin kontrolünü elinde tutan bürokratik elitin devlet-toplum ilişkisi açısından sahip olduğu dar, belirli toplumsal kesimleri dışlayıcı, geniş toplumsal kesimlerin değerler sistemine yabancı, homojenleştirici ve tek tipleştirici zihniyetine dayanmaktadır. Bu zihniyet, devlet-toplum ayrımlaşmasına ve özellikle çok partili hayat ile birlikte bu ilişki tarzının sürekli sorgulanmasına yol açmıştır. Aslında, vesayetçi parlamentarizm bürokratik elitin bu sorgulamalara verdiği yanıt olmuştur.

Türkiye’de çok partili siyasal yaşama geçilmesiyle, farklı toplumsal kesimlerin siyasal alana ve parlamentoya girmeleri için kanallar açılmış gibi görünse de, aslında bürokratik elit, özellikle 1961 Anayasası’nın geliştirdiği çeşitli kurumsal mekanizmalarla seçim kazanmadan iktidarda kalmasını sağlayacak bir parlamenter sistem dizayn etmiştir. Vesayetçi parlamentarizm, Türkiye’nin çoğu zaman zayıf  koalisyon hükümetleri ile yönetilmesine; buna bağlı olarak siyasal ve ekonomik istikrarsızlıkların üretilmesine; belirli toplumsal kesimlerin parlamentonun dışında kalmasına; bürokratik elitin çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmeyen partilerin kapatılmasına; önemli yetkilere sahip, ancak sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanlığı makamının süreci tıkayan bir veto odağı olarak çalışmasına; idari bürokrasinin işleri erteleme ve yavaşlatma yoluyla direnç göstermesine ve en nihayetinde askeri bürokrasinin zaman zaman devreye girmesine yol açmıştır.

1960 ve 1980 darbelerine gitmeden, Türkiye’nin çok daha yakın siyasi geçmişinde vesayetçi parlamentarizmin çeşitli örneklerini görebilmek mümkündür. Türkiye’nin 1990’lı yıllarda siyam üçüzleri gibi birbirine benzeyen zayıf koalisyon hükümetleri ile yönetilmesi ve bu hükümetlerin siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa yol açması; parlamentoda halkın gözü önünde yaşanan milletvekili pazarlıkları çerçevesinde siyaset müessesesinin itibarsızlaştırılması; Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nin kapatılması veya AK Parti’nin 2007 yılında kapatılmaya çalışılması; Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 367 krizinin baş göstermesi; Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde hükümetin yapmak istediği üst düzey yönetici atamalarının hemen hepsini veto etmesi ve Cumhuriyet tarihinin en yoğun vekâleten atama döneminin yaşanması; 28 Şubat olayı veya 27 Nisan E-Muhtırası vesayetçi parlamentarizmin ürettiği ve Türkiye’de siyasetin demokratikleşmesi açısından vahim olarak nitelendirilebilecek gelişmelerdir.

Türkiye’de vesayetçi parlamentarizmin zayıf koalisyon hükümetlerine yol açması ve iktidar boşluğunun ortaya çıkması, bu boşluğun Türkiye’de her daim sivil, askeri ve yargı kanadıyla bürokratik elitler tarafından doldurulması ile sonuçlanmıştır. Dolayısıyla, uzun süreden beri demokratik yarışlarda başarı elde edemeyen ve halkın iradesine dayanmayan bir yol olarak bürokratik kadrolar üzerinden iktidarı elinde tutmak isteyen CHP’nin parlamenter sistem tercihi kendi cephesinden gayet rasyoneldir.

Siyasetin demokratikleşmesi

Türkiye’de vesayetçi parlamentarizmden cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, doğrudan halk tarafından seçilen, parlamentoda güvenoyu ile düşürülemeyen ve toplumun önceliklerini ve taleplerini yönetime daha iyi aktaran güçlü bir yürütmeyi beraberinde getirecektir. Demokratik meşruiyeti yüksek bir yürütme doğuracaktır. Bu sistem reformu, yürütmenin düalist niteliğini ve kısa ömürlü koalisyon hükümetlerini ortadan kaldırarak ülkede istikrarın üretilmesine katkı sağlayacaktır. Atanmışlar karşısındaki güçlü yürütme ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ona tanınan teşkilatı şekillendirme ve üst düzey yöneticileri belirleme yetkisi bürokrasinin direncinin kırılmasına ve reformların sonuçlandırılmasına yol açacaktır. Bir o kadar önemli sonuç, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş ile demokratik yarışta kaybedenlerin veya bu yarışla hiç muhatap olmadan iktidarı talep edenlerin, iktidar olmak istiyorlarsa daha sahici bir şekilde vatandaşların taleplerini merkeze alan ve daha kuşatıcı olan bir siyaset izlemek zorunda kalacak olmalarıdır. Bir bütün olarak, cumhurbaşkanlığı sistemine geçişin doğasında barındırdığı bu potansiyeller siyasetin demokratikleşmesine ve halkın iradesine dayalı iktidarların ortaya çıkmasına yol açacaktır.

Esasında, 14 yıllık süreçte ardı sıra işbaşına gelen AK Parti hükümetleri reformist tavrıyla bürokrasiyi dönüştürmüş, ancak vesayetçi zihniyeti tamamıyla tasfiye edememiştir. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi öngören Anayasa değişikliği teklifi merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarına ilişkin düzenlemelerin ve üst düzey yönetici atamalarının Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılmasını ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenecek değişikliklerin altı ay içinde gerçekleştirilmesini öngörmektedir. Söz konusu teklif hukuki prosedürünü tamamlayıp yürürlüğe girebilirse, bürokrasinin reforme edilmesi ve Türk siyasetinin demokratikleşmesi açısından önemli potansiyel taşımaktadır.  

Dolayısıyla, cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, bürokrasi aracılığıyla gücü ve devletin kontrolünü elde tutmanın önünü tıkamaya ve seçimle işbaşına gelmiş, doğrudan halkla rabıtası olan bir yürütme gücünün ortaya çıkmasına, böylece demokratik zeminde geniş toplumsal kesimlerin desteğinden gücünü alan meşru bir iktidarın üretilmesine hizmet edecektir. Başka bir deyişle, cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, Türkiye’de toplumun merkezi olduğu halde bugüne kadar siyasetin merkezinden dışlanan toplumsal kesimlerin, tabiri caizse kenarın çocuklarının, siyasetin merkezine yerleşmesinin simge hareketidir.

[email protected]